Çözüm süreci beklenirken memleketin bir sabah kayyuma uyanması ya da CHP’li belediyelerin konser harcamalarının savcılık soruşturmasına varmasındaki maksat aynı kapıya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı için seçim kampanyası başlamıştır. Bir daha aday olabilmek ve yeniden seçilebilmek her şeyden önemli olduğuna göre kampanyanın bu kadar erken açılması da şarttır. Erdoğan da bu şartın gereğini yerine getiriyor.
Erken başlamak zorunda çünkü muhalefetin güçlü adayları veya aday potansiyeli taşıyan isimlerinin hırpalanması, yıpratılması ve morallerinin bozulması gerekiyor. Yıpratma sürürken CHP içinde bir karmaşa, ayrışma ve çatışma da umuluyor. Eş zamanlı olarak, son seçimde CHP’ye oy vermiş ve yeni seçimde de verebilme ihtimali olan merkez/muhafazakar seçmen kitlenin kafasının karışması bekleniyor.
Hedef böyle büyük olunca iktidar riskli ama verimliliği yüksek konular üzerinden kampanya yapmayı göze alıyor. Erdoğan en yumuşak karnı sayılabilecek konular üzerinden CHP’ye yükleniyor.
Mesela… İktidar bir yandan Öcalan’ı Meclis’e getirip konuşturacak, akabinde affedecek kadar geniş gönüllü iken öte yandan uydurma deliller ve imkansız bağlantılarla CHP’li bir belediye başkanını hapse attırmak çelişki değil mi? Büyük çelişti ama çelişkiyle çelişki, kimin umurunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14/28 Mayıs seçiminde ekmeğini çok yediği muhalefetle PKK’yı aynı kareye sokmak politikasından bir kez daha karın doyurmaya kararlı. Bu sayede kendi tabanını diri tutuyor ve tabanından kopup muhalefete gidebilecek kitleyi de kararsızlığa sevkedebileceğini düşünüyor. Dolayısıyla, kendisinin İmralı’dan mektup getirmiş olması ya da ortaklardan birinin Öcalan’ı affetmeyi düşünmesi “çelişki” değildir. Bu zaten hep böyleydi… Mesele kendi geçmişini izah etmek değil, muhalefeti PKK ve DEM ile yakın gösterebilmek. Seçmene, bilhassa da kararsız seçmene “Bu CHP’de karışık birşeyler var” dedirtebilmek yeterli olacak. Bunun için de gelsin kayyum gitsin beka tehlikesi. Daha çok dinleyeceğiz bu nutukları…
Konser harcamaları da öyle. İstanbul ve Ankara belediyelerinin Ak Parti döneminde yapılan konser harcamaları bugünün kat be kat üzerindedir. Ama hiçbiri soruşturulmamış, hiçbirinde paraların nereye akıtıldığı merak dahi edilmemiş. Yani Ak Parti’nin en zayıf karnı burası. Eski dönemlerde yüz milyon dolarları aşan yıllık konser ve eğlence harcamaları yapıldı. Ak Parti’nin muhalefete yapabileceği en son suçlama yolsuzluk, israf ve şatafat olabilir ama buradan yükleniyor. Çünkü seçmene, “İktidarı harcama ve şatafat yüzünden değiştirmeye niyetiniz varsa, yapmayın. Yeni geleceklerin durumu da aynı” mesajı gidiyor. “Biz harcadık onlar da harcıyor; arada fark yok”, mesajı. İktidar, muhalefeti muhalefette yıpratmak için kendi geçmişinin ortaya serilmesini umursamıyor. Yeter ki kararsız seçmenin kafası karışsın ve bir kısmı bile “Aslında bunların hepsi aynı” diyebilsin. Bu kadarı iktidarın işini görmeye yetiyor.
En büyük borcu Ak Partili belediyeler yapmış olmasına ve kimsenin bunu umursamasına rağmen CHP’li belediyelere SGK borcu üzerinden yüklenip, haciz işlemi başlatmak da zihinlere aynı mesajı yerleştirmeyi hedefliyor: “Gelen de aynı, giden de…”
Amaç, muhalefetle yanlışta eşit olmak ve CHP’yi bu eşitliğin bir tarafına yazabilmek. İktidarın yıllar içerisinde eleştirildiği ve yıprandığı konularda arada bir fark olmadığı kanaatini yayabilmek. Böylelikle yenilik ve değişim duygusunu, enerjisini eritmek.
Bu tabloda iktidarın CHP’den duymak istediği tek şey, “Sen geçmişte daha fazlasını harcadın” cevabıdır. Görebildiğimiz kadarıyla böyle de oluyor.
Muhalefet/CHP oyunu iktidardın istediği gibi, iktidarın seçtiği sahada öve iktidarın belirlediği kurallarla oynamaya devam ederse değişim zor olur. CHP ve CHP’nin muhtemel Cumhurbaşkanı adayı siyasi yarışın bu eksenden çıkarılmasını sağlayamazsa da böyle başladı sandığa kadar böyle gider. Muhalefetin, hem gündem belirlemeye hem de o gündemin içini daha önce duyulmamış vizyoner cümlelerle doldurmaya ihtiyacı vardır. Konuyu da denklemi de değiştirmek için tek çıkışı budur.