Haftasonu MHP lideri Devlet Bahçeli, kendi talimatıyla MHP’ye yakın Türk Akademisi Siyasi Sosyal Stratejik Araştırmalar Vakfı’nın organize ettiği “Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp” Sempozyumu’nda konuştu.
Konuşmasının bir bölümünde Diyarbakır’da doğup, Ankara’da ölen İttihatçıların ideoloğu, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında da Ankara’da vekillik yapmış büyük sosyolog Ziya Gökalp’den seçtiği cümlerle yine manşetlere çıktı:
“Şu sözler merhum düşünürümüze aittir, ‘Türklerle Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi bakımlardan birleşmişlerdir. Bugün ise ortak düşmanlar ve ortak tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki, Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.”
Bahçeli, elini hala diyalog için uzatmaya devam ederken yine haftasonu Parti Meclisi’ni toplayan DEM Parti’den ise upuzun, yumruklarını sıkmış bir nutuk çıktı.
Kullanılan demode terminoloji, sloganik analizler, konuşan değil bağıran metin insanın aklında Vizontele filmindeki solcu tiplemeleri getiriyor.
Sanki Ankara’da Meclis’te grubu olan milyonlarca Kürt’ün oyunu alan bir partinin metni değil de, Beyoğlu’nda 50 kişiyle yedinci kongresini toplayan bir Stalinist partinin “devrimci kamuoyuna çağrı” diye başlayan bir polemik yazısı…
Mesela şu bölüm:
“Türkiye ve Kürdistan bu coğrafyanın ve çoklu denklemin tam ortasında yer almaktadır. Halkların kendi kader ve geleceklerini belirleme haklarını egemenlerin elinden söküp almaya en çok ihtiyaç duydukları şu günlerde, bu potansiyeli açığa çıkaracak olanlar ise ideolojik-politik ufku ve örgütlü gücüyle sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelenin en önünde yürüyen Kürt halk hareketi başta olmak üzere devrimci hareketler, kadınlar, sosyalistler, ezilenler, yoksullar, emekçiler ve onların ittifaklarıdır.”
90’lardan bu yana bağımsızlık iddiasından vazgeçtiğini söyleyen bir hareketin, tam da birlik merkezli bir diyalog başlamışken “hakların kendini kaderini belirleme hakkı” gibi arkaik kavramlarla konuşması siyasetten hiçbir şey anlamadıklarını gösteriyor.
Kendi meselesinin bile muhatabı olamayan, varoluşun sebebi olan problem ile ilgili yıllardan sonra mucizevi sayılabilecek bir el uzanmışken hala başka meselelerin çözümünden bahseden, örgütlü sürecin inşa edilmesi gibi devrimci aktivist sloganlar atan, naftalin kokusundan baygınlık veren uzun nutuğun en dikkat çekici yeri ise şu paragraf:
“Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını yıllardır boğmaya çalışan AKP-MHP iktidarının işgal ettiği bölgelere yerleştirdiği çetelerin tasfiyesi gündemdedir. Güney Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak politikaları ise ciddi bir çıkmazın içine girmiştir. İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması olasılığını kendi yayılmacı politikaları için handikap ve çıkmaz olarak görmektedir. Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi üzerinden bölgesel güç olma hevesleri berhava olan ve dış politikada yalnızlaşan rejim için bu gelişmeler, iç siyasi dengeleri de ziyadesiyle etkilemektedir.”
Gerçekten bu bölümü TBMM’de oturan bir siyasi partinin yazmış olduğuna inanmak çok zor.
Her gün yönettiği Meclis’te, beş metre ilerisinde oturan partilere “rejim” demek bir yana bu metnin Ankara’dan yazılmadığını gösteren çok sayıda askeri terminoloji ve coğrafi konumlanma ibaresi var paragrafta.
Ama paragrafın en dikkat çekici yeri bir fırsatçılığı ele veren bir cümle:
“İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması olasılığını..”
Daha önce bu köşede yazmıştım. PKK’nın içindeki bazı gruplar ve kişiler İsrail’in bölgede artan askeri gücünü, İran’ın gerilemesini ve Türkiye-İsrail arasındaki şiddetli husumeti PKK için bir fırsat olarak görüyorlar.
2011’de İran’a karşı silah bırakmış PJAK’ın dört ay önce kongre yapıp, geçen hafta yeniden İran askerleriyle çatışmaya girmesi de bu fırsatçılığın bir başka sonucu.
PKK, bunu fırsat olarak görecek kadar narsist bir örgüt. 2015’de bölgedeki ilçeleri devrimci halk savaşıyla kurtarabileceklerini düşünecek kadar da hayalci.
Yani bu süreçte samimiyeti, güvenirliliği sorgulanacak olan kişi Bahçeli değil.
Önyargılı olmayanlar Bahçeli’nin elini uzattığı, DEM Parti’nin ise kendilerine ait olmadığı açık sözlerle yumruğunu sıkmaya devam ettiğini gösteriyor.