Bahçeli'nin tarihi çağrısı ve TUSAŞ saldırısı

Türkiye’nin başı sağ olsun. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii Anonim Şirketi'nin (TUSAŞ) Kahramankazan ilçesindeki yerleşkesine yapılan terör saldırısında beş kişi şehit oldu, yirmi iki kişi ise yaralandı.

Hayatını kaybedenleri rahmetle anıyoruz. Kalite kontrol görevlisi olarak görev yapan Cengiz Coşkun, Makina Mühendisi Zahide Güçlü, TUSAŞ çalışanı Hasan Hüseyin Canbaz, Güvenlikçi Atakan Şahin Erdoğan ile teröristlerin öldürüp bagaja koyduğu taksi şoförü Murat Arslan.

Şehitlerin mekanı cennet olsun, Allah yakınlarına sabır, yaralılara şifa versin.

Şimdi, elbette bu saldırı ile sadece bir gün önce Devlet Bahçeli tarafından yapılmış açıklama arasında bağlantı olmadığını düşünmek çok zor.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki barış demenin bedeli var.

Sesi gür çıkanlar her melanete müşteri olur da barış fikri suçlu addedilir.

Dün muhalefet Kürt dediği için suçlu addediliyordu.

Bugün Devlet Bahçeli’yi çözüm önerisinden dolayı itham edenler var.

Oysa çok belli ki, Öcalan’ın PKK’ya silahları bırakın çağrısı yapması fikri PKK’daki bir kliğin işine gelmiyor. O kliğin ipini tutan yabancı devletlerin de işine gelmiyor olabilir.

TUSAŞ’a yapılan hain saldırı aslında "Öcalan silahları bırakın dese ne olacak? Öcalan artık o kadar etkili bir aktör değil” diyenlerin yanıldığını da gösteriyor.

Öcalan henüz çağrı yapmadı ama çağrı yapması ihtimali bile PKK’daki taşları yerinden oynatmaya yetti.

Öcalan’ın "PKK’ya silah bırak ve kendini lağvet" demesinin olasılığı bile panik ve dehşet içinde tepki verilmesine yol açıyorsa bunu “Kandil şimdiden hayır dedi’ diye okuyamayız.

Bilakis bir grup etkili olacağı baştan belli olan bu çağrı yapılmasın diye ön alıyor, birileri Öcalan’ı bu çağrıyı yapmaktan alıkoymaya çalışıyor diye anlamamız gerekir.

Ömer Öcalan İmralı ziyaretinden dönerken böyle bir saldırı söz konusu oluyorsa bunu ancak 1993’te Özal’ın yürüttüğü sürecin 33 erin katledilmesi ile karşılaştırmak doğru olur. İnisiyatif alan her çözüm gayretini akim bırakmaya kastedenler oldu, bu da aynı zincirin son halkası.

Nitekim Kandil bir açıklama yaparak “Hareketimiz Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacaktır” deme gereği duydu. Biz yapmadık diyemediler, biz yapmışsak HPG açıklama yapacaktır deyip Rojava’nın vurulmasını eleştirdiler. Bu yüzsüzlükle baş etmenin zorluğu ayrı bir mesele.

Biz neden Devlet Bahçeli o şok edici çağrıyı yaptı ve Öcalan’a neden bu türden bir görev yükledi, o konuyu ele alalım.

NEDEN ÖCALAN’IN ÇAĞRI YAPMASI ÖNEMLİ?

İstanbul gibi büyük kentlerde yaşayan DEM’li Z kuşağı üzerinde o kadar etkili olmayabilir Abdullah Öcalan. Ama şu dört alanda etkili.

1-) Suriye'de PYD/YPG nin ABD nin desteğiyle kontrol ettiği ve proto devlet altyapısını oluşturduğu Suriye'nin kuzeyindeki alanda,

2-)Avrupa'daki devletlerin ve istihbarat örgütlerinin etki ve kontrol alanındaki medya/kitle örgütlerinin faaliyette bulunduğu diaspora alanı,

3-DEM ve benzeri siyasi partilerin kontrol/etki alanı içerisindeki siyasi parti alanında,

4-) Kuzey Irak'ta bulunan üslenme ve lojistik alanında.

Bu dört alanda Öcalan’a ezoterik bir anlam yükleniyor desek yanlış olmaz. Öcalan ismi bir nevi tarikat lideri gibi muamele görüyor.

Devlet Bahçeli de bunu biliyor ve belli ki devlet de bu gerçeği kabullenmiş durumda.

Bu yüzden Meclis açılışından bu yana yaptığı açılımı derinleştirerek şu cümleleri kullandı:

“…Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum;

Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun.

Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.

Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, 'Umut Hakkı'nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.

Ne Kandil ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.

Hodri meydan, buna varız; vatan, millet, devlet, bayrak, ortak gelecek ve tam bağımsızlık için bunu dahi sineye çekmeye sonuna kadar hazırız.

Türkiye ve Türk milleti için her fedakârlığı yapmaya, her çileye katlanmaya, lazım gelen her adımı atmaya kararlıyız, inançlıyız, tarih huzurunda diyorum ki, yeminliyiz.

'Yeni Yüzyıl, Yeni Hayat, Yeni Türkiye' temelinde bagajları boşaltalım ve milli ülküleri hep birlikte yakalayalım.”

Bu tarihi olduğu kadar da şok etkisi yaratan açıklamanın bu dozda değil belki ama gelmekte olduğunu anlıyorduk aslında.

Yeni bir dönem başladığını ve bu dönemin ilk çözüm sürecindeki gibi "Analar ağlamasın" ya da geçmişte sistemin Kürtleri nasıl ezdiği gibi anlatılarla empatiye davet eden yüzleşmeler ve katharsis anlarıyla bütünleşen bir duygu zemininde ilerlemeyeceğini, terörle mücadeleyi sürdüren ve mücadele çerçevesi içinde bir müzakere penceresi aralama şeklinde gelişeceğini 12 Ekim tarihli yazımda belirtmiştim.

(Bkz“Yeni dönemin motivasyonu duygusal değil bölgesel”

https://www.haberturk.com/ozel-icerikler/nihal-bengisu-karaca/3728009-yeni-donemin-motivasyonu-duygusal-degil-bolgesel

Nitekim hala israrla "Bu yeni bir çözüm süreci değildir" denmesinin sebebi bu.

16 Ekim’de ise "Madem ki DEM kendisini bu yeni dönem için irade kullanabilecek bir yerde görmüyor o zaman devlet Öcalan’ı hizmetine almalı" demiştim.

Bkz: “DEM’in kendisine ait bir iradesi yoksa devlet iradesi olanı işe almalı”

https://www.haberturk.com/ozel-icerikler/nihal-bengisu-karaca/3729158-demin-kendisine-ait-bir-iradesi-yoksa-devlet-iradesi-olani-ise-almali

MÜCADELE KAPSAMINDA AÇILAN BİR MÜZAKERE PARANTEZİ

Bahçeli’nin konuşması dahil gelişmeler Türkiye sınırları içinde terörün tekrar etmeyecek şekilde sonlandırılması, sınırlarımızın ötesinde ise örgütün başka istihbarat birimlerinin aparatı ya da İsrail gibi ülkelerin vekil savaşçısı durumuna düşmeyecek şekilde tasfiyesi çerçevesinde bir plan yapıldığını gösteriyor. Bir mücadele-müzakere diyalektiğinin taktik ve strateji olarak benimsendiği öne sürülebilir.

Nedeni, yukarıda bahsettiğim dört alanda hakim olan örgütsel yapıların Öcalan’ı rehber olarak görmesi. Her tür çözüm ya da müzakerede karar, irade ve muhataplık konusunda onu işaret ediyorlar.

Bu olgu dünyadaki benzer çatışmalı sorunlarda karşılaşılmayan türde, özgün bir durum… Örgütün kuruluşundan itibaren örgüt tabanı ve kadroları nezdinde inşa edilen“Öcalan Kültü” Öcalan’ın devlet tarafından yakalanıp cezaevine atıldığı tarihten bu yana aradan geçen 25 yıla rağmen sürüyor.

Örgüt-kitle-lider ilişkisi adeta tarikat-mürşit-mürit şeklindeki ezoterik bir kült ilişkisine dönüşmüş durumda. Devletin elinde olmasına rağmen Öcalan’ın kült liderliği örgütçe devam ettiriliyor.

Devletin bu dört alanı tehlike ve risk alanı olmaktan çıkarması için Öcalan’ı bir güvenlik/istihbarat enstrümanı olarak değerlendirmesinden daha normal bir şey olamaz.

Bir başka deyişle Öcalan ile devletin görüşmesi, Öcalan’ın örgütü ve yan alanlarını Türkiye’nin menfaatleri lehine kontrol edecek alana sahip olmasınn sağlanması terörle müzakere değildir. Mücadele kapsamında açılmış bir parantezdir.

YENİ DÖNEMİN AŞİL TOPUĞU

Elbette TUSAŞ saldırısı bu ‘yeni dönem’in aşil topuğunu hedef almış oldu.

“İçeride zaten kuş uçurtmuyorum, PKK terörünü yurt içinde püskürttüm, dışarda ise Öcalan’a tarikat lideri gibi bağlanmış olan toplulukları kontrol altına alarak Türkiye aleyhinde kullanılmalarını engelleyeceğim” dediğiniz zaman içerde sahiden kuş uçurtmamanız gerekir.

“Adamlar elini kolunu sallayarak gelmiş TUSAŞ’a saldırmış, içeride bunu yapanların dışarıdaki pozisyonlarını nasıl kontrol edeceksin?” diye soruluyor haliyle.

Ancak bu soru çok da hakkaniyetli değil.

Zira kimse basit olduğunu söylemedi. Bu kadar basit olsaydı ne Barış Pınar'ını ne Zeytin Dalı harekatını yapmaya gerek olurdu. Maliyetsiz olacak olsaydı PKK 40 yıldır yaşayan bir örgüt olarak varlık göstermez çoktan elimine edilmiş olurdu. Halen bir milli güvenlik tehdidi olarak varlığını devam ettirmesinin sebebi ise asla Kürtler değil .

Zorluklar kadar avantajlar da var. En önemli avantaj ise milletin feraseti ve basireti.

Yarın devam edeceğim.