MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, TBMM’nin açılışında DEMP milletvekillerinin elini sıkmasının “sadece nezaket” olmadığı her geçen gün biraz daha netleşiyor.
Bahçeli dün deyim yerindeyse el arttırdı, Abdullah Öcalan’ı TBMM kürsüsünden konuşmaya davet etti.
Bir tek şartı var tabii:
“Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiği, örgütün lağvedildiğini haykırsın.”
Cumhurbaşkanı da ortağını destekledi:
“Cumhur İttifakı olarak açtığımız tarihi fırsat penceresi hırsa kurban edilmemeli. Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve toplum olarak terörün olmadığı bir Türkiye inşa edelim.”
“Barışa giden bir yol haritası ortaya çıkar mı” filan diye gevezelik edilirken birdenbire Öcalan’ı TBMM kürsüsüne davet etmek, kabul etmek gerekiyor ki beklenmedik bir hamle.
Kuşkusuz ki ayrılıkçı terörün sona ermesi, bu ülkede yaşayan herkes için çok önemli bir kazanım olur.
Böyle bir mucizeden kim yararlanır sorusunun yanıtından daha önemli olan şey, artık kimsenin ölmeyeceği ve öldürülmeyeceği bir huzur ortamının yaratılmasıdır.
Ancak o noktadan da çok uzakta olduğumuz bir gerçek.
Yanıtlarını bilmediğimiz sorular var:
Abdullah Öcalan, bu davet üzerine PKK’nın lağvedileceğini açıklar mı?
PKK, Abdullah Öcalan’ın hapisten kurtulması karşılığında böyle bir bedel ödemeye hazır mı?
Abdullah Öcalan’a, sonunda hapisten çıkmasını sağlayacak “umut hakkı” vermenin, hapisteki diğer terör suçluları için bir sonucu olur mu?
Genel af ile desteklenmeyen böyle bir çağrıdan bir sonuç alınabilir mi?
PKK’lı terör suçlularını affedip, Fetullahçı terör suçlularını hapiste tutabilmek mümkün müdür?
Bunlar yanıtlarını henüz bilmediğimiz sorular ve doğrusunu isterseniz Bahçeli’nin de Erdoğan’ın da böyle soruların yanıtlarını düşünmekle vakit geçirmekte olduklarını hiç zannetmiyorum.
Böyle bir özgürlük ve açılım rüzgarının, memlekette otokrasiyi güçlendirmek için elindeki her türlü aracı kullanan bir iktidarın ortakları tarafından estirebileceğini de düşünmüyorum.
Memleketin bir bölümüne demokrasi, bir bölümüne otokrasi olmaz çünkü.
Öte yandan DEMP’in ve Kürt kimliğinin tanınmasını isteyenlerin böyle bir çağrıdan heyecan duymalarını da anlamak mümkün.
Sıradan bir vatandaş çıkıp “Apo’yu hapisten çıkartın” deseydi başına neler gelirdi, biliyoruz.
Şimdi Devlet Bahçeli’nin ağzından bu sözlerin dökülmesi, bu talebe bir meşruiyet de kazandırıyor ki Kürt siyasi hareketinin bunu görmezden gelmesi düşünülemez.
PKK, şu anda Türkiye sınırları içinde eylem yapamıyor, eylemleri yürütecek kadro devşiremiyor olsa da tarihinde hiç olmadığı kadar güçlü.
Kuzey Suriye’de, Fırat’ın doğusunda çok da küçük olmayan bir alanı kontrol ediyor ve arkasında da eğitmeniyle, istihbaratıyla, silahlarıyla ABD var.
PKK’nın Suriye’de ABD’nin koruması altında olduğu bir gerçek ve Türkiye’nin, bu koruma kalkanı resmen kaldırılmadan, o bölgede ABD askeri ile sıcak temasa girmeden bir askeri operasyon yapabilmesi de mümkün görünmüyor.
PKK’nın o bölgede bir tür küçük devletçik kurduğu, etnik temizlik yaparak kontrol ettiği bölgeyi Kürtleştirdiği de bir başka gerçek.
Böyle bir durumda Abdullah Öcalan da istese, PKK kendisini lağvettiğini açıklar mı?
Bu soruya olumlu yanıt vermek zor.
Böyle bir şey yapacaksa da Suriye kolu YPG’yi feshetmeyeceğini söyleyebiliriz.
Bütün bu gelişmelerin en önemli sunucu ise kuşkusuz ki Türkiye’nin gündemini değiştirmek olacak.
Yoksulluk, pahalılık, işsizlik, yolsuzluk, sağlık skandalları, Türkiye’nin hemen her alanda kötü yönetiliyor olması gibi meseleler, bu gündemin arkasında kalacak.
Erdoğan’ın konuşulmasını hiç istemediği meseleler bir kenara itilecek, Anayasa değişikliği de dahil olmak üzere konuşulmasını istediği her şey yeni gündemimiz olacak.
* * *
20 milyon lira avantayı kim istedi?
Sağlık Bakanı, Maliye Bakanı vs. bir boş vakitlerinde kendisini “devlet” yerine koyup, avanta alan kişi ya da kişilerin kim olduğunu araştırır mı? Yoksa “olmadık birilerine denk geliriz” endişesiyle bu görmezden mi gelinecek?
"Yenidoğan çetesi" soruşturması kapsamında Bağcılar Özel Şafak Hastanesi'nin ruhsatı iptal edildi
Yeni doğan bebeklerin ölüme gönderilmesiyle açığa çıkan skandala karışan hastanelerden Özel Şafak Hastaneler Grubu’na SGK tarafından 490 milyon liraya varan ceza yazıldığını arkadaşımız Tolga Şardan’ın dün T24’te yayımlanan yazısından öğrendik.
Bu cezaların kesilme nedeni “gerçeğe aykırı fatura kesmek, sağlık hizmeti sunulmadığı halde sağlık hizmeti sunulmuş gibi göstermek, izinli olduğu görülen doktorlar üzerinden sağlık hizmeti verilmesi, sağlık hizmeti verilen hastalara ait verilerin sisteme kaydedilmemesi, Sağlık Bakanlığı’nca onay verilmemiş ilaç ve sağlık malzemesi kullanılması.”
Müfettişlerin tespitine göre bu türden toplam 43 bin 889 adet sorunlu işlem yapılmış.
Hastaneler gurubu, bu borcu taksitlendirmek ya da tutarı azaltmak için “devlet ile” görüşmüş.
Görüşülen bu “devlet” kimdir, kimler kendinde böyle bir yetki vehmediyor, burası belli değil.
Ancak öğreniyoruz ki bu “devlet”, bu işler için 20 milyon lira “aracılık bedeli” istemiş.
Şirket bu parayı ödeyemeyince de borcun yapılandırılması konusunda bir gelişme olmamış.
Çok merak ettim, 20 milyon lira aracılık komisyonu isteyecek kadar kendine güvenen bu “devlet” kim?
Yarım milyar liraya yakın bir ceza üzerinde indirim ya da taksitlendirme yapabilecek güce sahip olan kimse, 20 milyon lirayı da o istemiş olmalı.
Sağlık Bakanı, Maliye Bakanı vs. bir boş vakitlerinde kendisini “devlet” yerine koyup, avanta alan kişi ya da kişilerin kim olduğunu araştırır mı?
Yoksa “olmadık birilerine denk geliriz” endişesiyle bu görmezden mi gelinecek?