Devlet Bahçeli yeni yasama yılının açılışında DEM Partililerle tokalaştı
Bir süredir siyaset gündeminde “normalleşme” kelimesi başlarda, yukarılarda bir yere gelip oturdu. İktidarın iki merkezi de buna katkıda bulundu. Erdoğan “normalleşme”nin faydaları üstüne eğitici sözler söyledi ama Devlet Bahçeli’nin yaklaşımı sanki daha dikkate değer bulundu. Yani “havan dövücü”yü (Erdoğan) “hınk” diyerek izlemekten öte, onu geride bırakan sözler söyledi. Özlem Özgür’e söylediklerini siyaset gereği söylediğini açıklaması gerçekten ilginçti. Bahçeli, birini suçlarken neye dayanarak suçladığını açıklamak gereğini pek duymaz. En ağır suçlamaları kolayca söyler. Buna alışmışızdır, şaşmayız, yadırgamayız. Bunun tersini yaptığı zaman (o zamanlar da seyrek olarak gelir) şaşma zamanıdır. Bu alışmışlıktan ötürü olsa gerek, “Yahu, sen bu kadar ağır lafları söyleme hakkını nereden alıyorsun?” diye sormak pek aklımıza gelmez ya da muhtemelen böyle davranarak havayı yumuşatır gibi oluyorsa bunu olumlu bulduğumuz için sormayız. Siyaseti normalleştirmesi beklenen bu tür sözleri söyleyince Bahçeli “şaşırtıcı” olur -şimdi olduğu gibi. Üç aşağı beş yukarı, “kontratsız ittifak”ın büyük ortağını temsil eden Tayyip Erdoğan’ın davranışı da bundan fazla farklı değildir. Hani Esad’a ya da Sisi’ye “Canım, ben onları siyaset gereği söyledim, sakın ciddiye almayın” diye bir açıklamada bulunmak gereğini duymadı ama bulunmuş kadar oldu. Daha birçok görece “minör” benzer durumlar da yarattı: “Bana mı sordunuz?” misali.
Bu örnekler söz konusu iki siyasi önderin de bir çeşit “dilin kemiği yok” politikası uyguladığını gösteriyor. Bu, elimizde “birinci veri” diyebiliriz. Ama şu dönemde ikisinin de normal olarak kendilerinden beklenmeyen bir… “Bir” ne? Dil ve ahenk tutturmaları bunun bir “politika” olduğunu ima ediyor. Siyasette normalleşe denebilecek şeyi böylesine ezip büzmüş olan bu iki parti önderinin bu havadan çalmaya başlamalarının hikmeti ne olsa gerek? “Fazla ileri gittik” mi diyorlar? İşin daha başında reddettikleri koşullara mı dönmek istiyorlar?
Muhalefetin bir kısmı olayı böyle yorumluyor ya da yorumlamak istiyor sanırım. Yapay bir gerilim, her bakımdan endişe verici bir siyasi kutuplaşma... Nereye varır? Toplumun bir yarısı öbür yarısını kapı dışarı mı edecek? Bu mu hedef?
Ama toplumun büyük kısmı bunun peşinde değil. Gerginlikten bıkmış durumda, gerginliği yaratanlar da böyle olduğunun farkında.
Ancak ben Tayyip Erdoğan’ın ve yakın çevresinin “gerilim politikası”ndan yorgun düştüğü kanısında değilim. Onların Türkiye’yi görmek istedikleri yer gerilimin dik alası olmadan varılacak bir yer değil. Her ikisi de (Erdoğan ve Bahçeli) “dava”sı olan siyasi önderler ve birlikte çalışmanın o davaya yarar sağlayacağı (sağladığı) kanısındalar. Davanın kazanılması, özellikle Erdoğan’ın gözünde İslam’ın zaferi olacak. Bahçeli de bunun kendi özlediği Türkiye’ye erişmeyi kolaylaştıracağını düşünüyor olmalı. Toplumun çoğunluğu derseniz, böyle bir hedef için yanıp tutuştuğu yok. Ama toplum içinde bir azınlığın böyle bir davası olduğu kesin ve bunlar Tayyip Erdoğan’a en sadık taraftar kitlesini oluşturuyor. Bu koşullarda toplum neyi seçecek? Daha doğrusu “hangi militan grubu kazanacak?”
Bu çetin çatışmada iktidar blokunun “normalleşme” sloganıyla uzun süre devam edeceğini sanmıyorum. O blokun yapacağı bu yolda her türlü gelişmeyi engellemek ve sorumluluğu muhalefete yüklemek olacaktır. Genel kamuoyunun gözünde “normalleşme” iyi bir şey, şu ana kadar birikmiş çelişkilerin aşılmasını sağlayabilecek tutum. O halde bunu bozmak kötü bir davranış. Ama iktidar “İşte,” diyecek. “Normalleşme” dedik, “Hep birlikte el verelim” dedik, bakın ne yapıyorlar, normalleşmeyi nasıl sabote ediyorlar! Bunlar böyle! Bunların işi olumlu giden işleri baltalamak! Bunlarla hiçbir şey yapılmaz!
Bunları söylemek ve bunları inandırıcı kılan durumlar yaratmak. Görebildiğim kadarıyla strateji bu.