Haniye’nin ailesini başsağlığı için arayan, “Rabb'im cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin” diye dua eden Erdoğan, Nasrallah’a niye bir rahmet dilemedi? Sorunun yanıtı biraz da Suriye iç savaşında gizli
İsrail'in Beyrut'a saldırısında öldürülen Hizbullah lideri Nasrallah ve Cumhurbaşkanı Erdoğan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin, İsrail tarafından Tahran’da öldürülmesinin ardından yaptığı açıklamada “gerçekleştirilen kalleş suikastı şiddetle kınıyor ve lanetliyorum. Siyonist barbarlık bugüne kadar olduğu gibi emellerine yine ulaşamayacaktır” demişti.
Erdoğan’a göre bu cinayetin amacı “Filistin davasını, Gazze’nin şanlı direnişini ve Filistinli kardeşlerimizin haklı mücadelesini akamete uğratmaya, Filistinlilerin moralini bozmaya, onları sindirmeye yönelik bir alçaklık”tı.
BM toplantısı nedeniyle gittiği ABD’de de Hamas’ın “bir terör örgütü değil, topraklarını koruma gayreti içinde olan bir direniş örgütü” olduğunu söylemişti.
İsrail’in, Beyrut’ta Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürmesinin ardından da İsrail’e sert bir tepki gösterdi.
İslam dünyasını ve Birleşmiş Milletler’i, İsrail’e karşı harekete geçmeye çağırdı.
“İsrail’in, 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü soykırım, işgal ve istila politikasının yeni hedefinde Lübnan ve Lübnan halkı vardır. İsrail’in vahşi saldırıları sonucunda son bir hafta içerisinde aralarında çocukların da olduğu çok sayıda Lübnanlı katledilmiştir. Vicdan sahibi hiç kimse böyle bir katliamı kabul edemez, mazur ve meşru göremez” dedi.
Dikkat çekici olan Erdoğan’ın bu açıklamasında Nasrallah’ın adını hiç anmamasıydı.
Haniye’nin ailesini başsağlığı için arayan, “Rabb'im cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin” diye dua eden Erdoğan, Nasrallah’a niye bir rahmet dilemedi?
Sorunun yanıtı biraz da Suriye iç savaşında gizli.
Erdoğan yönetimiyle, Lübnan Hizbullahı’nın arası özellikle Suriye iç savaşındaki tutum farklılığı nedeniyle zaten hiç iyi olmadı.
O tarihte Başbakan Yardımcısı olan Bekir Bozdağ, Hizbullah’ın Suriye iç savaşında Esad’ın yanında tavır almasını şöyle eleştirmişti:
“Çok açık, çok net buradan bir kez daha söylüyorum. Adını da Hizbullah’ın değiştirmesi lazım, hizbüşşeytan yapması lazım.” (26 Mayıs 2013)
Hizbullah, iç savaşın Suriye’yi zayıflatarak bölgedeki dengenin İsrail lehine daha da bozulacağından endişeliydi.
Bizimkiler ise Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılma peşinde!
Nitekim Hizbullah haklı çıktı.
Irak ve Suriye, kendi iç dertleriyle “içine doğru çökmüş devletler” olmasaydı, İsrail, bugün Gazze’de de Lübnan’da da bu kadar rahat hareket edemezdi.
Suriye konusundaki siyasi tutum farkının daha derininde mezhepçilik de yatıyordu ancak bu hiçbir zaman telaffuz edilmedi.
Resmî açıklamalara bakılırsa Türkiye’nin, Esad’ın karşısında yer almasının nedeni kadın – çocuk demeden kendi vatandaşı olan masum sivilleri katletmesiydi.
Ancak aynı dönemde UCM’nin, Sudan iç savaşında 300 bin sivilin ölümü ve 2 milyon 700 bin kişinin göç ettirilmesinden sorumlu tuttuğu El Beşir’in tek dostu da Türkiye idi.
Erdoğan’ın, Nasrallah’ın adını anmadan İsrail’i kınamasının nedeni bu farklılıkta aranmalı.
***
İran ne kadar güvende?
Ayetullah’ın “güvenli bir bölgeye götürülmesi” haberi, İran’ın bazı bölümlerinin İsrail saldırısına karşı “güvenli olmadığının” da itirafı sayılmaz mı?
İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ile Hasan Nasrallah
Nasrallah’ın ağır bir bombardımanla katledilmesinin ardından İran medyası Ayetullah Hamaney’in “savaş yüzüğünü taktığını” yazdı.
İranlı liderlerin büyük taşlı yüzükler taktıklarını, ABD tarafından Bağdat’ta yapılan bir hava saldırısıyla öldürülen Kasım Süleymani’nin cesedinin de taktığı yüzük aracılığıyla teşhis edildiğini biliyoruz.
Ama “savaş yüzüğü” diye bir şeyi daha önce hiç duymamıştım.
İran, bu yüzden İsrail ile savaşmayı göze alabilir mi, doğrusunu isterseniz hiç sanmıyorum.
İran asırlık devlet geleneği olan bir ülke ve böyle bir savaşa girerek “kendi gücünü test etmeye” hiç niyetinin olmayacağını düşünürüm.
ABD ve İran ikilisine, bu vesileyle İran’a saldırma fırsatı vermeyeceklerdir.
Öte yandan bir başka düşündürücü sorun da var ki o da Nasrallah’ın öldürüldüğünün kesinleşmesinden sonra Reuters’in haberinde yer alan bir ifade.
Bazı İranlı yetkililere dayandırılan haberde, “Ayetullah Hamaney’in güvenli bir bölgeye götürüldüğü” ayrıntısı vardı.
Bu doğruysa, İran, ülkesinde bile İsrail’e karşı kendisini güvende hissetmiyor demektir.
İsrail’in Haniye’nin katledilmesinden önce de İran topraklarında operasyonlar yapıp, nükleer silah projesinde çalıştıkları iddia edilen bazı kişileri öldürdüğünü biliyoruz.
Ayetullah’ın “güvenli bir bölgeye götürülmesi” haberi, İran’ın bazı bölümlerinin İsrail saldırısına karşı “güvenli olmadığının” da itirafı sayılmaz mı?
***
“Kararlı ve titiz” denetim gerçekten var mı?
Bir vatandaş, duyarlılık gösterip bu videoyu çektikten sonra sosyal medyada yayınlamasaydı, bakanlığın bu işletmenin hijyen şartlarını taşımadığından haberi olabilir miydi?
Manisa’da “Ünlü” markasıyla üretim yapan bir salça tesisine domates sevkiyatı yapan vatandaş, salça olmak üzere bekleyen domateslerin halini kayda aldı. Burnunu kapatarak çektiği videoda domateslerin hijyenik olmayan koşullarda depolandığını tespit etti.
Mideniz bulanmasın diye görüntülerdeki ayrıntılardan söz etmeyeceğim.
Vatandaş çektiği videoyu sosyal medyada yayınlayınca doğal olarak küçük bir kıyamet koptu.
Tarım Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü, videonun yayınlanmasının ardından işletmede kontroller yapıldığını açıkladı.
Açıklamaya göre yapılan kontrollerde işletmenin asgari hijyenik şartları taşımadığı belirlenerek, faaliyetleri askıya alındı.
Açıklamada şöyle bir bölüm de var: “Tüketicilerimizin güvenilir gıdaya ulaşması için denetimlerimiz kararlılıkla ve titizlikle devam edecektir.”
Şunu merak ettim: Bir vatandaş, duyarlılık gösterip bu videoyu çektikten sonra sosyal medyada yayınlamasaydı, bakanlığın bu işletmenin hijyen şartlarını taşımadığından haberi olabilir miydi?
Kontroller videonun yapılmasından sonra yayınlandığına göre bakanlığın bu işletmenin şartlarından haberdar olmadığını söyleyebiliriz.
Yani açıklamada iddia ettikleri gibi “titiz denetimlerin kararlılıkla yapılması” çok da doğru değil ve aslında tamamen tesadüflere bağlı.
Çünkü açıklama gerçeği yansıtıyor olsaydı, sosyal medya videolarını beklemeden de bu salça fabrikası yakayı ele vermiş olmalıydı.
Türkiye gibi büyük bir ülkede gıda üretimi alanında faaliyet gösteren çok sayıda işletme olmalı.
Sayıları normal işletmeler kadar çok olmasa da merdiven altında üretim yapan, sahte mal üreten vardır.
Bakanlığın personel ve araç imkanları bu işe yeterli mi sorusu da ayrı bir mesele zaten.