Erdoğan'ın BM manifestosu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’in 79. Genel Kurulu’nda önceki gün yaptığı muazzam konuşmaya dair bazı değerlendirmeler aktarmak istiyorum. Neden böyle tanımlıyorum, birkaç alıntı ve tespitle açıklayacağım.

Hadiseler, beklenenden çok daha hızlı biçimde Türkiye’nin uzun zamandır dile getirdiği endişeleri doğrulayacak yönde gelişiyor. Gazze’deki katliama dair gösterdiğimiz tepkiyi “ideolojik” ya da “duygusal” olarak adlandıranlar, çatışmaların alanı genişledikçe ne düşünüyor bilmiyorum. Ancak bildiğim; tarihsel, jeopolitik, güvenlik ve insani gerekçelerle ilgilendiğimiz ve tavır aldığımız Gazze ve Filistin meselesi, coğrafyamızın kaderini etkileyecek sonuçlar üretmeye devam ediyor.

BAŞARILI HAZIRLIK

Merkezinde bulunduğumuz coğrafyayı Ortadoğu diye adlandıranların asıl hedefini anlamadan, bugünü kavramak ve geleceğe bakmak elbette mümkün değil. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması böyle bir anlam bütünlüğüne ve yanı sıra kalıcı barışın kodlarına dair önerilere sahipti. Katkısı olan herkese, özellikle de süreci çok başarılı bir iletişim stratejisiyle tüm dünyaya sunan Fahrettin Altun ve ekibine teşekkür borçluyuz.

Bu denli tarihi öneme sahip bir konuşmayı, “salon boştu” yalanıyla gölgelemek isteyenler, hem metnin anlam dünyasından, hem Türkiye’nin barışa dair tarihsel ve güncel kodlarından nasipsizler.

“HAKİKAT ÖLÜYOR”

Açıkçası bu metin yazılmamış olsaydı ve sadece şu cümleleri duysaydık vicdanı körleşmiş dünyaya yeterdi: “Gazze’de sadece çocuklar değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler sistemi ölüyor, hakikat ölüyor. Batı’nın savunduğunu iddia ettiği değerler ölüyor. İnsanlığın daha adil bir dünyada yaşama umutları, tek tek ölüyor.”

Bir de şu sözler: “Buradaki dostlarımın çoğunun ekranlarda seyrettiği krizleri biz anbean yaşıyor ve yönetmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bugün sizlere gerilimlerin uzağında değil, tam kalbinde yer alan bir ülkenin lideri olarak sesleniyorum.”

BEŞ ÜLKENİN KEYFİNE BIRAKILAMAZ

Cumhurbaşkanı uzun yıllardır, sözüm ona dünyaya barış ve adalet getirmek için ortaya çıkan uluslararası kuruluşların iflasını; ayrıca bunların özellikle karar mekanizmalarının hızla yeniden yapılandırılması gerektiğini, “Uluslararası barış ve güvenliğin imtiyazlı beş ülkenin keyfine bırakılmayacak kadar önemli olduğu” cümlesiyle defalarca tüm dünyaya aktardı. Yaşadığımız her hadise, çatışmaların, ayrımcılıkların ve katliamların her biri, özellikle de Gazze’deki korkunç tablo Erdoğan’ı haklı çıkardı.

Konuşmasında sadece Gazze’de değil, Ramallah'ta, Lübnan'da çocuklar ölürken, bebekler kuvözde can verirken, uluslararası toplumun ne denli kötü bir sınav verdiğini de aktardı.

HİTLER’İ DURDURAN İTTİFAK NEREDE?

Şu cümle, İsrail’in yapıp ettiklerinin kendisini kimlerle aynı paranteze soktuğunun dünyaya ilanıydı. Cumhurbaşkanı şöyle dedi: “Bundan 70 sene önce nasıl Hitler, insanlığın ittifakıyla durdurulmuşsa, Netanyahu ve cinayet şebekesi de insanlığın ittifakıyla durdurulmalıdır.”

Türkiye’nin politikalarına “hamaset” adı altında yaklaşanlara ise 500 yıllık tarih koridorundan gelen bir duruşla cevap verdi: “Bu kürsüde hamasetin diliyle konuşmuyorum. Burada tarihimden, ecdadımın vicdanlı, adaletli duruşundan aldığım cesaretle konuşuyorum. Bundan 500 yıl önce engizisyondan kaçan Musevilere de, Hitlerin toplama kamplarından kaçan Yahudilere de kucak açtık.”

“ANTİSEMİTİZME KARŞIYIZ”

Erdoğan’ın antisemitizmle ilgili sözleri de, bu kirli düşüncenin doğduğu yer olan Avrupa’ya bir hatırlatmaydı: “Bizim, ülke ve millet olarak, açık söylüyorum, İsrail halkına yönelik herhangi bir düşmanlığımız yoktur. Müslümanların sırf inançlarından dolayı hedef alınmasına nasıl karşıysak, antisemitizme de aynı şekilde karşıyız.”

Hatamızı, eksiğimizi ve yanlışlarımızı konuşalım elbette. Ama şu hakkı da teslim edelim. Hiçbir ülke ve güç merkezi, bu denli açık, kuşatıcı ve tarihten beslenen öneriler getirmedi, duruş sergilemedi. Bugün ateş altında olan bölgelerde Türkiye’den daha derin ve barışı yeniden inşa edecek bir hafıza da yok.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması bu hafızanın ürünü. Siyasi mülahazaların üzerinde sahip çıkılması gereken bir perspektif sunuyor tüm dünyaya. "Salon boştu" tayfasına kötü haber; dünyanın dört bir yanında vicdan sahibi olan ülkelerde, halklarda ve kuruluşlarda bu konuşma ciddi bir yankı buldu.

Bu sesi güçlendirmekse hepimizin sorumluluğu..