Son günlerde, demokrasiden kaytarıp BRİCS’e sığınma hikayeleri dinliyoruz bol bol. Malum BRİCS’e üye olacağımızı, iktidar yetkililerinden önce ebedi dostumuz(!) Putin’den öğrenmiştik… Sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan resmen açıkladı. Buna da şükür, üyeliğimizin kesinleştiğini de yine Putin açıklayabilirdi…
Aslında bu BRİCS hikayesi çok da önemli bir mesele değil, bilindiği gibi geçtiğimiz yıllarda da “Şanghay çadırı”na üye olmak için Avrupa’ya nanik yapmıştık ama sonu fos çıktı…
Muhtemelen BRİCS sevdamız da benzer bir sonuçla bitecektir. Çünkü şu anda uluslararası ilişkilerin gerçekliğini dikkate alan, bugüne ve yarına ilişkin strateji üreten hiçbir dış politika vizyonumuz yok. Epey bir süredir Türkiye’nin iyi yönetilmediğini, özellikle dış politikada iktidarın hep yanlış tuşlara bastığını biliyoruz. Bu yüzden de dış politika bağlamında en küçük bir vizyon görüntüsü taşıyan bakanları adeta överek teşvik etmeye özen gösteriyoruz.
Açıkçası Hakan Fidan Dışişleri Bakanı olduğunda, bugüne kadar olan çizgisini de dikkate alarak hayli umutlanmıştım. Ancak itiraf etmeliyim ki son BRİCS’le ilgili açıklamaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı.
Hakan Fidan’ın şu cümleleri düşündürücü: “Avrupa Birliği ile ekonomik entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı, belki birçok konuda arayış içerisinde olmayacaktık. Avrupa Birliği ile ilişkilerin duraksadığı bir yerde ekonomik alternatiflere bakmamız normal.”
Bakan Fidan’ın açıklamalarından da anlıyoruz ki biz aslında çok güçlüyüz, dolayısıyla oyunu biz kurarız, Avrupa’ya filan da muhtaç değiliz... Gerçi Avrupa’nın bizim bu stratejilerimizden haberi yok, ayrıca umurunda da değil…
Madem bu kadar güçlüyüz, Avrupa’ya ihtiyacımız yok, o zaman NATO’ya da kafa tutup bütün yumurtalarımızı BRİCS sepetine koyalım olsun bitsin… Hem iktidarın ulusalcı, Avrasyacı dostları da çok mutlu olurlar.
Zaten biz epey bir süredir demokrasi liginde olmaktan mutlu değiliz, hukuk ve özgürlükler konusunda antidemokratik ülkelerle aynı paralelde ilerliyoruz. Bu vesileyle, her an
ayağımıza dolanan demokrasi, hukuk ve özgürlük gibi can sıkıcı(!) kavramlardan da ebediyyen kurtulmuş oluruz.
Ancak küçük bir problemimiz var, şu anda her on dolarlık ihracatımızın dört dolarını AB üyesi ülkelere yapıyoruz.
AB'ye ihracatımız ile AB'den yaptığımız ithalat da aşağı yukarı birbirini karşılıyor. Oysa Rusya’dan yaptığımız ithalat, ihracatımızın 5 katı. ithalatımız 30 milyar dolar, ihracatımız ise sadece 6 milyar dolar. Çin’le ticaret fotoğrafımız ise biraz daha vahim. 38 milyar dolarlık ithalatımıza karşılık, ihracatımız sadece 6 milyar dolar.
Rakamlar da gösteriyor ki BRİCS sevdamız, sanıldığı gibi ekonomik bir gerçekliğe tekabül etmiyor. Ama hemen hatırlatalım, Türkiye bütün ülkelerle ticaret yapabilir, siyasi ilişkilerini zenginleştirebilir, dolayısıyla BRİCS ülkeleriyle de ticaretinin önünde hiçbir engel yok, yapıyor da zaten…
Ancak bunun için, neredeyse Osmanlı’dan bu yana Avrupa ile güçlendirmeye çalıştığımız ilişkilerimizi ve en güçlü üyelerinden birisi olduğumuz NATO ile bağlarımızı zaafa uğratacak bir kamp değiştirmeye de ihtiyacımız yok.
Biliyorum, bu ülkede ulusalcı solcular, merdiven altı İslamcılar, zaman zaman ırkçılığın sınırlarında dolaşan haylaz milliyetçiler ‘hukuk’, ‘özgürlük’ ve ‘insan hakları’ gibi değerlerden kurtulmak için can atıyorlar. Türkiye demokratik dünyadan ipini koparıp BRİCS’e girerse, bu demokrasi kaçkını kesimler her gün kutsadıkları liderlerine rahatça tapınma ayinleri düzenleyebilirler.
Bu kesimlerin, demokratik dünyadan kurtulmak için icat ettikleri en uyduruk argüman ise şu: “Batı’nın neresi demokrat, bunlarda özgürlük yok, insan hakları yok. Ayrıca bunlar kendilerine demokrat, güçsüz ülkeleri sömürüp bu ülkelerdeki insanların haklarını, özgürlüklerini gasp ediyorlar.”
Herhalde böylesine absürt bir demokrasi düşmanlığı, ancak Türkiye gibi demokrasi kültürüne yabancı ve de azgelişmiş ülkelerde olabilir.
Evet Avrupa’yı geçmişteki sömürgeci anlayışından dolayı eleştirebiliriz, 21. Yüzyılın Hitler’i Netanyahu’nun Gazze’deki soykırımına verdikleri desteğin insanlık adına utanç verici olduğunu bütün gücümüzle haykırabiliriz.
Ama bir gerçek var ki Batılı demokratik ülkeler, kendi halklarının hakkını-hukukunu, özgürlüklerini garanti altına almış
bulunuyorlar. Dolayısıyla ikiyüzlülüğü bırakıp, Müslüman ülkeler olarak önce kendi halklarımızın hukukunu, özgürlüklerini garanti altına alalım, sonra Batı’nın ikiyüzlülüğünü konuşuruz…