Anayasa tartışmasında önce bir konuyu netleştirmek gerekir sanıyorum. O da bizler gerçekte anayasayı mı tartışıyoruz yoksa ilk dört madde ve daha açıkçası dördüncü madde konusunda Hüdapar başkanının sözleri üzerinden Cumhur İttifakı’nda bir gedik açılıp açılmayacağı hesaplarını mı?
Hüdapar Başkanı biraz da kışkırtıcı bir dille “Ahmağa söylüyor gibi söylüyorum” diyerek 4. Maddeye karşı olduklarını ifade etti, oradan “Bunlar Cumhuriyet’in değişmez maddelerini değiştirmek istiyor”a gelindi, oradan da Ak Parti ve MHP’ye “Siz kiminle ortaklık yaptığınızın farkında mısınız?” sorgulamasına… Ak Parti ve MHP liderlikleri “yumuşak” bir tepki ile 4. Maddeye sahip çıkarak ittifakta yara açma hesabını savuşturdular. Hüdapar’ın da ittifakı zora sokacak boyutta daha ileri gideceği beklenmiyor.
Peki 4. Madde, yani “İlk üç maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği” ifadesi sorunsuz bir ifade mi?
Azıcık bir düşünmek, bu ifadenin aslında toplum iradesine, o iradenin TBMM’ye yansımasına karşı bir kuşkunun ürünü olduğu açık. Yani madde zımnen “Toplumda bir irade oluşabiilir, bu Meclis’e yansıyabilir ve o irade ilk üç maddeyi değiştirebilir” gibi bir alt şuuru barındırıyor. Bu da bir üst iradenin (o askeri – siyasi her ne ise ve nasıl oluşmuşsa) millet iradesini denetlemesi anlamına geliyor. İfade, geleceğe yönelik bir irade ambargosu niteliğinde olduğu için toplumun tüm gelecek yönelimlerini kontrol edebilme arzusu barındırıyor. Buralardan bakıldığında o ifadeyi orada bulundurmak “bir üst -?- irade”nin topluma güvensizliğini ilelebet korumak demek oluyor.
Sizce sorun yok mu bu ifadede?
İlk üç maddenin hiçbir tartışma barındırmadığı var sayılsa, orada 1982 Anayasasına yüzde 92’lik bir güven oyu verildiğine göre çok çok büyük bir onay aldığı düşünülse, o zaman belki “Niye sorgulansın ki” gibi bir sonuca ulaşılabilir. Oysa o yüzde 92 de sorunlu bir oylamanın ürünü, o oylamada halka sunulan 5 generalin kararlarının kanun niteliğinde olmasına verilen onay da… O süreçte 5 generalin onayından geçen öyle işler var ki, bugün kimse onları savunamıyor. Onun için “82 Anayasası” bugün hiç kimsenin savunamadığı bir özürlü ürün olarak değerlendiriliyor.
Tartışma eğer ilk üç maddeden biri olan “Cumhuriyet’in nitelikleri”nin değiştirilme riskini dikkate alarak çıkıyorsa, değiştirilmeye ilkesel olarak karşı çıkanlar bile en azından o maddenin yazımının problemli olduğunu, dolayısıyla daha düzgün bir yazım yapılması gerektiğini ifade etmekten kaçınmıyorlar. (bkz. Hikmet Sami Türk’ün Karar’da çıkan 16 eylül tarihli yazısı.)
Yazımdan öte, Cumhuriyet’e ve niteliklerine gelindiğinde Türkiye’nin son 100 yıllık tarihi, bu niteliklerin uygulaması ile ilgili tartışmalarla doludur. Diyelim Cumhuriyet’in demokrasi ile buluşması” gibi bir gündemi vardır Türkiye’nin… Tek Parti döneminin nasıl bir Cumhuriyet olduğu, ya da çok partili hayata geçişin Cumhuriyet’te nasıl değişim anlamına geldiği tartışması yabana atılabilir mi?
2. maddede yer alan “Demokratik” nitelik, Mustafa Kemal’in “Tek Adamlığı” hani deyim yerinde ise “kılıç hakkı” ön kabulüyle içselleştirilse de en azından bugün gelinen noktada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bir “Tek Adam yönetimi”ne dönüşmesi boyutuyla tartışılıyor.
Laikliğin içinin nasıl doldurulacağı yine 100 yıllık bir tartışma… “Hangi laiklik” olsun? Başörtüsü yasağı ile yıllarca kız çocuklarının eğitimine ket vuran laiklik, o zamanlarda da “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler arasında değil miydi? Bugün, CHP dahi, o maddenin içeriğinin inanç özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılmaması gerektiğini söylemek durumunda. Hatırlayalım, eski Genelkurmay Başkanı, şehitlerin başörtülü yakınlarının cenaze törenine alınmamasının doğru olmadığını ifade etmek zorunda kalmıştı.
“Dil” ile ilgili tartışma 12 Eylül döneminin vahim anayasa yorumunun ürünü değil miydi? Türkçe bilmeyen Kürt anneye cezaevinde çocuğu le Türkçe konuşma dayatması insani miydi?
“Hukuk devleti” niteliği bugünkü uygulamalara bakıldığında gerçek bir hukuka bağlılığı yansıtıyor mu? Maddede geçen “İnsan haklarına saygı”nın içi nasıl doluyor? Anayasal denetleme sorumluluğu verilen Anayasa Mahkemesi’nin yorumları tartışılıyor, kararlarının belirleyiciliği tartışılıyor, üye yapısının kararların – yorumların oluşumunda nasıl farklılaştığı tartışılıyor… Yargıya güvenin yerlerde süründüğü ülkemizde “Hangi hukuk devleti?” sorusu anlamsız mı?
Yine 2. Maddedeki “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesi, sistemleştirilmiş, eskilerin ifadesi ile efradını cami ağyarını mani bir “milliyetçiliğe bağlılık” anlamına mı geliyor?
“Sosyal devlet” ilkesine gelince, orada da söylenecek söz herhalde “evlere şenlik bir sosyal devlet” değerlendirmesi olacaktır. Devlet adına yürütülen yanlış politikalar sebebiyle geçim zorluğu girdabında kıvranan bir toplum…
Görüldüğü gibi anayasaya bazı maddeler koymak yetmiyor, onların içinin nasıl doldurulacağı ve daha da önemlisi, yorumların toplumun mutabakatını temin edip edemeyeceği çok daha önem arz ediyor. “Değiştirilmesi teklif dahi edilemez”lik, siyasete hakim siyasi veya askeri gücün içerik yorumunda hiçbir anlam taşımaz hale gelebiliyor.
Türkiye en azından 2. Maddede altı çizilen “toplum huzuru” açısından temel meselelerde toplumsal mutabakatın – konsensüsün imkânını bulabilir mi? 100 yıldır “sancı”yı konuşuyoruz. Hala sancılıyız. Gönülleri durultan bir toplumsal mutabakata erişemedik.
Ne dersiniz 100 yılı geride bırakan Cumhuriyet hâlâ biraz da bunun sınavını vermiyor mu?