Ne talihsiz bir ülkede yaşıyoruz, neredeyse Cumhuriyet’in kurulduğu ilk günden buyana (buna Osmanlı’nın belli bir dönemleri de dahil) darbeler, darbe girişimleri ve de hiç bitmeyen darbe tartışmaları yaşıyoruz.
Memleket tarifi imkansız bir fukaralık yaşarken, emeklilerin, asgari ücretlilerin, çiftçilerin ‘açız’ çığlıkları yükselirken bütün siyasi aktörler dahil oturduk hep birlikte, Harbiye mezunu yeni teğmenlerin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı üzerinden darbe tartışması yapıyoruz.
Bıktık artık bu tartışmalardan, bütün darbelerin canı cehenneme… Bırakın, ideolojilerin ve kutsal lider tapınmalarına ihtiyaç duymadan meselelerimizi medeni dünyada olduğu gibi özgürce tartışalım ama birbirimize parmak sallayan kutuplaştırıcı bir dile de ihtiyaç duymadan…
Bir süredir tartışmalar sönümlenir mi diye beklerken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bir hafta sonra Kocaeli Kongre Merkezi'nde 21. İmam Hatipliler Kurultayı'nda teğmenlerin subaylık yemini ile ilgili konuştu. Oldukça öfkeli ifadeler kullanan Erdoğan "Siz bu kılıçları kime çekiyorsunuz? İnceleme yapılıyor, birkaç kendini bilmez temizlenecek" diyerek tartışmayı başka bir boyuta taşıdı.
Öyle anlaşılıyor ki teğmenler meselesi, Türkiye’nin gerçek gündemini perdelemeye devam edecek.
Hemen belirtelim, bırakın darbeyi en küçük bir darbe imasına bile tahammülümüz yok ama darbelerle büyük mağduriyetler yaşamış bir ülkenin, neden hala aynı kabusları yaşamak zorunda bırakıldığına da esastan bakmak gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Yıldıray Oğur köşesinde, 1994’de Refah Partisi’nin belediyeleri kazanıp, 1995’de de sandıktan birinci çıkmasından sonra özellikle Ankara’da ve askeri çevrelerde yükselen laiklik hassasiyetlerini ve yine 90’ların ilk yarısındaki bölücülük hassasiyetleri üzerinden Harbiyeli teğmenlerin nasıl yeminler ettiğini ayrıntılı bir şekilde yazdı. O yeminleri edenler 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ya müebbet aldılar ya da yurt dışına kaçtılar.
Peki neden o gün askerler siyasete parmak sallıyordu?
Çünkü bu ülkede o gün de gerçek anlamda bir hukuk devleti yoktu, bugün hiç yok…
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, askerlerin ‘siyasete parmak sallama’ aklının ucundan bile geçmez, eğer geçerse hukuk hesabını sorar ve ona ülkeyi dar ederler. Sadece askerler değil elbette, iktidar mensupları da bürokratlar da siviller de anayasa, yasalara ve kurallara uymak zorundadırlar. Zira anayasal demokrasilerde kural dışına çıkan kim olursa olsun hesap vermek zorundadır.
Kabul edelim ki geçmişte yarı askeri bir rejimle yönetiliyorduk, demokratik bir hukuk devleti değildik, ne yazık ki bugün de değiliz.
Talihsizliğe bakın ki 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden bile ders almayı beceremedik. İktidar bugün haklı olarak "Siz bu kılıçları kime çekiyorsunuz” diye öfkeleniyor. İyi güzel de bu öğrencileri Harp Okulu’na siz aldınız. Eğer bu zihniyet yapısıyla devam edersek, benzer örneklerle her zaman karşılaşırız ve hayıflanmaya devam ederiz.
Oysa 15 Temmuz sonrasında yapılması gereken, adam gibi bir ‘hukuk devleti’ inşa ederek askerin siyasi heveslere kapılmasının önünü kapatmak ama aynı zamanda siyasi iktidarların da kendi ideolojik dünyalarına “yakın bir ordu” dizaynını engellemekti.
Maalesef sağlıklı bir ‘hukuk devleti’ oluşumuna mesafeli duran AK Parti iktidarı da yargıda, eğitimde ve bütün kurumlarda olduğu gibi orduda da ‘bizimkiler’ anlayışı üzerinden devleti yönetme hevesinden bir türlü kurtulamadı. Eğer Harp okullarında girişte bir takım tarikat ve cemaatlere kontenjan ayırırsanız (bu konuda ciddi iddialar var), “Anadolu yavrusu” olarak tanımladığınız o genç teğmenlerin sergilediği görüntüler kaçınılmaz hale gelebilir. Kabul edelim ki bizim ülkemizde siyasal partiler ‘hukukun üstünlüğü’ne inanarak ülkeyi yönetmek üzere değil, ‘devleti ele geçirmek’ hevesiyle iktidar olma hayalleri kuruyorlar. Sağdaki ya da soldaki bütün partiler, ne yazık ki böylesine antidemokratik bir virüsle malul durumdalar…
İşte tam da bu noktada, AK Parti’nin etrafına konuşlanmış bazı çok bilmişler(!) ‘hukuk’ değil, hala hayal tacirliği yapmaya devam ediyorlar. Bu zihniyet mensupları, teğmenlerin nasıl davranması gerektiğini şöyle tarif ediyorlar: “İslâm’ın bayraktarlığını yapmış bir ordunun neferleri olacak teğmenleri, cuma günü açılışı yapılan camiyi tıka basa dolduracaklar diye bekliyor bu Müslüman halk..”
Bu nasıl bir akıl fukaralığıdır Allah aşkına… Size ne kimin nereye gideceğinden, kimin camiye gidip gitmeyeceğine siz mi karar vereceksiniz, Allah size insanları hizaya getirin diye bir görev mi verdi? Böylesi bir tutum, kesinlikle despotik zihniyetin ürünüdür. O çok eleştirdiğiniz Cumhuriyetin ilk yıllarındaki jakoben zihniyet de aynen sizin gibi sopayla toplumu hizaya getirmeye çalışıyordu. Meğer birbirinizden hiç farkınız yokmuş…