Türkiye açısından önceki gün önemli bir gündü. Bağımsız Filistin Yönetiminin dünya tarafından da kabul edilen başkanı Mahmud Abbas geldi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşma yaptı.
Olay sadece sembolizmiyle önemli değildi; Türkiye’nin Filistin-İsrail barışı ve Filistin halkının geleceğiyle ilgili oynamak istediği rol bakımından da önemliydi.
Bazılarımızın kafası karışık. Nasıl olmasın ki?
Daha birkaç hafta önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mahmud Abbas’a kamuoyu önünde kızmış, ‘Bizden özür dilemesi lazım’ demişti. Bildiğimiz kadarıyla Mahmud Abbas özür dilemedi ama geldi Meclis’te konuştu.
Daha önce Abbas’ın TBMM’ye gelip konuşma yapma davetini reddetmesinin sebebi, Türkiye’nin Filistin konusunda yaşadığı kafa karışıklığını anlatır nitelikteydi.
Türkiye aynı gün birlikte veya art arda konuşma yapmaları için hem Hamas’ın öldürülen lideri İsmail Haniye’yi, hem de Mahmud Abbas’ı davet etmişti. Abbas bu davete çok kızmıştı; çünkü Türkiye kendisini Hamas lideriyle eşit seviyede görüyordu. Oysa Hamas Filistin’deki bir fraksiyondu; Mahmud Abbas ise ‘Filistin Devlet Başkanı.’ Abbas’ın daveti reddetmesinin sebebi buydu.
Mesele şu: 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırılarla İsrail’e Filistin tarihin en ağır katliamını yapması için bir çeşit meşruiyet sağlayan ve 40 bin Gazzelinin ölmesine, yüzbinlercesinin defalarca evlerinden göç etmesine, bu daracık toprak parçasında neredeyse taş üstünde taş kalmamasına neden olan anlamsız hedefsiz ve kontrolsuz savaşı başlatan Hamas, dünyanın geri kalanına göre bir ‘terör örgütü.’
Dolayısıyla, dünya bugün dahil İsrail’in Gazze’de ateşkes ilan etmesini sağlamaya ve kalıcı bir barış oluşturmaya çalışırken bile Hamas aslında buna başlıca engel. Gerçi ateşkes görüşmeleri Hamas’la (dolaylı olarak) yapılıyor, Katar’da görüşmeler Hamas’ın ‘Biz katılmayacağız’ demesine rağmen başladı ama bu örgütün Filistin’in geleceğinde ne kadar rolü olacağı tartışmalı. Hamas, İsrail’in tamamen yok edilmesi hedefinden hala vazgeçmediği için temelde ‘terör örgütü’ kabul ediliyor.
İsrail’in Gazze’de kalıcı barış için başlıca ön şartı, burada veya başka bir Filistin toprağında Hamas’ın yönetici olmaması, hatta bulunmaması.
Filistin toplumu iki siyasi örgüt arasında bölünmüş durumda. Bir yanda meşru ve kabul edilen El Fetih ile işte onun lideri Mahmut Abbas var; bir yanda ise gayrımeşru kabul edilen Hamas.
Fetih ile Hamas yıllardır silahlı çatışma dahil kavga halinde. Türkiye bu kavgayı bitirmek, Filistin’in hiç değilse bu mücadele aşamasında tek yumruk olmasını sağlamak için çalışmak yerine Fetih’e karşı Hamas’ı daha fazla kayırmasına Mahmud Abbas’ın ses çıkarmaması mümkün değildi zaten.
Yanlışı yapan Türkiye’ydi. Hele hele Mahmud Abbas’la kamuoyu önünde polemik yapmak, Türkiye’yi birden bire Filistinlilerin değil sadece Hamas’ın dostu haline getiriyordu.
Zaten giderek uluslararası ortamda yerleşmekte olan ‘Filistin’den çok Hamas’ın dostu’ algısı nedeniyle Türkiye İsrail-Filistin meselesinde masanın kenarında kaldı. Bu konuyla ilgisi bile olmayan Çin’e bile rol kaptırdı.
Normalde Türkiye’nin yapması gereken Fetih ile Hamas’ı uzlaştırma görevini ta uzaklardan Çin geldi yaptı. İki örgüt (ve diğer örgütler de) Çin’de el sıkıştılar, Fetih tarafından temsil edilmeyi kabul ettiler.
Anlaşılan Çin’de elde edilen bu sonucu Türkiye de kabullendi, Mahmud Abbas’ı tek başına davet etti; yolu sık sık Türkiye’ye düşen yeni Hamas siyasi büro şefi Yahya Sinvar’ı çağırmadı.
Sadece bu tuhaf kafa karışıklığı bile Türkiye’nin Filistin politikalarında ne kadar ayağı yere basan bir noktada durduğunu tartıştırıyor aslında.
Sahiden biliyor muyuz Türkiye’nin Filistin için ne savunduğunu? İki devletli çözüm demeyin bana, bunda samimi olunsa aynı şeyi 7 Ekimden beri yüksek sesle söyleyen ABD ile yan yana gelinir ve İsrail baskı altına alınırdı.
Ama hayır, bizim politikalarımız bir sokak eylemcisi kıvamında. ‘Kahrolsun İsrail’ deyince sahiden kahrolacağını sanıyoruz.
Nasıl İsrail’de Binyamin Netanyahu savaşın devam etmesinden bir siyasi çıkar umuyor ve biraz da o yüzden savaşın bitmesine yanaşmıyorsa, benzer şekilde Hamas da İsrail’in Gazze’ye saldırmaya devam etmesinden bir siyasi çıkar umuyor, bu sayede varlığını uzatıyor.
Nasıl Netanyahu iktidarının devamı daha fazla Filistinli’nin ölmesi anlamına geliyorsa Hamas’ın devamı da aynı anlama geliyor: Daha fazla Filistinlinin ölmesi.
O bakımdan Mahmud Abbas’ın dün Ankara’da itibarının iade edilmesi, eğer Türkiye’nin ayaklarının suya değmesi, Filistin konusundaki yeni gerçeği kabullenmesi anlamına geliyorsa, bu sevindirici bir gelişme olabilir ancak.
Tayyip Erdoğan ve çevresindeki eski tüfek İslamcılar, söz konusu olan İhvan olunca gerçekleri hep epey geç kabullenmek zorunda kalabiliyor. Biz bunu Mısır’da yaşadık, Sisi darbesi sonrası Müslüman Kardeşler örgütü yok oldu gitti ama biz onları savunmayı sürdürdük. Bugün de aynı şeyi Hamas konusunda yaşıyoruz, bu örgütün 7 Ekimdeki saldırılarının intihar saldırısı olduğunu hala anlamadık.
Çözümün değil sorunun parçası haline geldik Filistin’de.
Umarım bu süreç önceki gün itibarıyla terse dönmeye başlamıştır.