Ankaralı mafya patronu Ayhan Bora Kaplan ile ilgili olarak neredeyse iki günde bir yeni bir bilgi ediniyoruz.
Öğrendiklerimizden sonra şunu da söyleyebilirim ki başroldeki oyuncusu Ayhan Bora Kaplan karakterinde olan bir mafya dizisi yapılabilir ve bunun için senaristlerin hayal güçlerini çok zorlamaları da gerekmez.
Olaylar giderek öyle ilginç bir hal alıyor ki ne ararsan var; para, seks, uyuşturucu, rüşvet, 32 kısım tekmili birden!
En son olarak MASAK’ın bu suç örgütü ile ilgili hazırladığı raporu öğrendik.
Hasan Mesut Benli’nin Hürriyet’teki haberine göre söz konusu mafya reisinin Ankara’da ilerlemesi 2020’den itibaren gerçekleşmiş.
O yıla kadar banka hesaplarında herhangi bir hareket yokmuş sonra birden “hayatın normal akışına aykırı yüksek nakit işlem tutarları ve para transferleri yapıldığı” tespit edilmiş.
Rapora göre Kaplan, “yüklü miktarda rüşvet dağıtarak güvenlik güçleri ve adliye bağlantılarını kullandığı, gayrimeşru alemde devletin yüksek kademelerinde bulunan yetkilileri arkasına aldığı yönünde” haberler de yayarak kendisini “dokunulmaz olarak” lanse etmiş.
Kaplan, “Polis – savcı – hâkim gibi gibi adli birimlerde çalışan görevlileri işlettiği eğlence mekanlarında ağırlayarak hesap almadığı, eskort diye tabir edilen malum kadınlarla tanıştırarak bilgi toplayıp, ağırlamış” ve bu kişilerin görüntü kayıtlarını da arşivlemiş.
Bütün bunlar da Ankara’da, İçişleri Bakanlığı’nın ve Saray’ın burnunun dibinde olmuş!
Savcılık soruşturması sırasında Kaplan’a yardım eden polis şeflerinin de tespit edildiğini ve onların da sanık olarak yargılandıklarını biliyoruz.
Ankara gibi göz önünde ve herkesin kendisini çok önemli insan zannettiği bir kentte, polis ve adliye ile böyle içli dışlı ilişkilerin kurulabilmesinin arkasında mutlaka ve mutlaka siyasi bir parmak da olmalı.
Siyasette gücü olan birisi bu çeteyi desteklemiş olmalı ki adam başkentte böyle cirit atabilsin.
Eskiden de “kendini dokunulmaz olarak lanse eden” ve bunu para ya da seks şantajıyla yaptığı söylenen suç örgütü yöneticileri olurdu. Böyle şeyleri önce o ildeki polis şefleri öğrenirler ve o kişiyi böyle söylentiler yaydığına pişman ederlerdi. Elbette bunun hukuki bir yönü olmadığını belirtmeliyim ancak bu tür söylentilere ilk tepki her zaman polis şeflerinden ya da siyasetten gelirdi.
Bu olayda böyle olmamış; belli ki bir siyasi güç bu çeteyi koruyup kollamış.
Bunu ne için yapmış olabilir? Şantaja mı maruz kaldı? O zaman şantaja vesile olan olay neydi diye de sormak gerek. Maddi bir mesele miydi, seksle mi ilgiliydi?
Yoksa geçmişti bazı Latin ülkelerinde de gördüğümüz gibi siyasi otorite de bizzat çetenin içinde mi yer alıyordu?
Yargılama sırasında bu soruların yanıtını alabilecek miyiz, bilmiyorum. Savcılığın soruşturmayı nereye kadar uzatabileceğini de bugünden kestirmek zor.
Bu olay da gösteriyor ki bir yönetim şeffaflığını yitirir, hesap vermeden her istediğini yapabilir hale geldiğinde, bunun yan ürünü olarak suç örgütleri de palazlanıyor.
Balık baştan kokuyor. Balığın başının gıllıgışlı yollara sapması, kısa sürede bütün vücuda yayılıyor.
Her bal tutan parmağını yalamaya başlayınca da bir de bakıyorsunuz en küçük makamdaki yönetici bile yeni doğmuş çocuklar gibi parmağını ağzında dolaşıyor!
* * *
Yerlikaya’nın gücü o çeteye yetmez!
Dün sabah erken saatlerde bir “son dakika” haberi gördüm.
Böyle “son dakika” haberlerinin aslında “son üç – dört saat” anlamına geldiğini artık öğrendim. Bazı internet siteleri bunu bir tür “balık avcılığı” amacıyla kullanıyorlar ve benim gibi sazanlar da bu oltaya atlıyorlar.
Ama bu kez “son dakika” uyarısının üzerinde bir de başlık vardı: “Son dakika! ‘Çakar’ çetesi çökertildi.”
Başlığı görünce sevindim. Ben de İstanbul’da yaşayan herkes gibi trafikte çakarlı otomobilleri ve “böö böö” diye çalan kornalarıyla vatandaşları taciz eden çete mensuplarından şikayetçiyim.
Ama baktım bunlar onlar değil. Soyadı “Çakar” olan birinin yönettiği bir suç örgütüymüş yakalanan.
Sonra da kendi kendime söylendim: Zaten İçişleri Bakanı’nın gücü de çakarlı otomobilleriyle trafiği altüst eden çeteyi çökertmeye yetmez!
Yetmez çünkü sonuç olarak Bakan Yerlikaya tek başına bir insan. Bu çeteyle mücadele edebilmesi ancak emrindeki polisler ile mümkün ama böyle çakarlı aracıyla bağırarak trafik kurallarını altüst edenleri yakalayacak bir polis memuru da bulamaz.
Bulamaz çünkü bizim polis teşkilatımızın genetik kodlarına “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” sorusu iyice nüfuz etmiştir.
Bu soruyla muhatap olan kaç polis memuru bu yolda telef oldu, kim bilir?
Emniyet teşkilatımızda bu nedenle oradan buraya sürülen, çoluk çocuğu kış ortasında perişan olan, hatta meslekten bile uzaklaşmak zorunda kalanların öyküleri dilden dile yayılmış olmalı.
Onun için aklı başında ve halinden memnun herhangi bir polis müdürü ya da memuru, çakarlı otomobilleriyle ortalığı karıştıranlara sırtını dönmeyi ve görmemeyi tercih eder.
Arada bir hamamın namusunu kurtarmak için Trafik Müdürlüğü’nden gazetecilere açıklama yollanır. Çakar ve siren takarak bilmem hangi kanunu, yönetmeliği çiğneyen 40 – 50 araca şu kadar lira ceza uygulandı, cihazları söküldü filan diye!
Ama bu yetmez ve ortalık böyle araçlarla gezen mühim kişilerden geçilmez!
Bir de şu var tabii: Bir ülkede, trafikte vakit kaybetmeyip, çok önemli işlerine geç kalmasınlar diye kanun ve yönetmeliklere uygun olarak araçlarına çakar ve siren takan bu kadar çok önemli insan olabilir mi?
Bu kadar çok önemli insana sahip olan bir ülke, böyle mi olmalıdır?
Bu kaçar çok önemli adam varsa şu anda Ay’da ters yatan araç bize ait olmalıydı mesela. Ya da değeri 2 trilyon doları gören mikroişlemciyi üreten şirket bir Türk şirketi olmalıydı.
Bildiğimiz kadarıyla böyle büyük işler başaran büyük adamlarımız yok.
Bizimkilerin büyüklüğü kendinden menkul.
Hatta o tür araçların arka koltuklarında oturan “önemli adamların” tiplerine bakıyorum, söyleyeyim ki gece vakti sokakta karşılaşmak istemeyeceğiniz tiplere benziyorlar.
Onun için Yerlikaya’nın gücü bu tiplere yetmez. Bizler de trafikte bu tür tacizlere katlanarak yaşayıp gideriz.