AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden bu yana elde ettiği seçim başarılarına baktığımızda, toplumun taleplerini doğru anladığını ve politikalarını bu istikamette belirlediğini görürüz.
Ancak 2019 yerel seçimlerinde bu büyü bozuldu. O gün itibariyle ortaya çıktı ki hem mental anlamda hem de icraat anlamında AK Parti artık eski AK Parti değil.
Kendisine gönül veren geniş toplum kesimleriyle gönül bağları kopmuş, halka tepeden bakan, zayıfladıkça “bize oy vermezseniz yeterli hizmet alamazsınız, bize oy vermezseniz doğal gaz bile alamazsınız” gibi tehditlerle korku salan bir parti olmuştu artık…
Oysa AK Parti milletin teveccühüne bu tür jakoben tavırlarla mazhar olmadı.
Düşünün ki bu yeni AK Parti en güçlü argümanı olan “milletin iradesinin üstünde hiçbir irade yoktur” tezinden bile vazgeçti. Hatırlayalım, 2019 seçimlerinde Ekrem İmamoğlu İstanbul’da 13 bin oy farkla kazandığında, millet iradesini unutup “ben oynamıyorum”diyerek seçimi iptal ettirmiş ve İstanbul halkıyla kavga yolunu seçmişti. Ve milletle girdiği bu kavgadan hezimetle çıkmıştı.
Ekrem İmamoğlu’nu topal ördek yapma hevesiyle, her türlü engellemeyi devreye sokmuş, belediyenin yurt dışından bulduğu kredileri bile onaylamamıştı. Güya İmamoğlu’nu cezalandırmayı hedeflemişti ama esas cezalanan İstanbul halkıydı. Ve bu yüzden 31 Mart seçimlerinde İstanbul’u üçüncü kez kaybetti.
31 Mart’ta resmen Türkiye’nin ikinci partisi haline gelen AK Parti, bu tablo karşısında endişeye kapılmış ve bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ağzından hataları düzeltme ve milletle kavga etme görüntüsünden kesinlikle vazgeçecekleri yönünde mesajlar vermişti.
Ancak yaşanan mağlubiyetin üzerinden daha dört ay bile geçmeden, AK parti gerçek kimliğine dönme niyetinden vazgeçmiş ve milletle inatlaşma politikalarına tam gaz devam etme kararı almış gibi görünüyor.
Çünkü son günlerde AK Parti iktidarı öylesine icraatlara imza atıyor ki bu tabloya bakan herkes, yeni AK Parti’nin artık iktidar olma niyetinin olmadığına karar verebilir.
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, CHP lideri Özgür Özel’e seslenerek, çok net bir dille muhalefet belediyelerini cezalandıracağını ilan etti adeta… Erdoğan’ın hiçbir tevile mahal bırakmayacak ifadeleri aynen şöyle: “Emeklilere faydanız olsun istiyorsanız belediyeleriniz SGK’ya olan birikmiş borçlarını ödesinler. Şu anda Hazine ve Maliye Bakanlığımız belediyelerin kaynağında bu borçların tahsiline başlayacaktır. Öyle 25 kuruşa simit yok. Milletin varlığını değişik yerlerde harcamaya müsaade yok.”
Ancak hemen hatırlatmakta yarar var, şu anda belediyelerin SGK’ya olan borçların önemli bir bölümü 31 Mart’ta seçimi kaybeden AK Partili belediyelerden kalan borçlar. Bu konuda en dikkat çekici örnek Bursa… Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, AK Partili belediyenin 4,5 milyar lira SGK borcu bıraktığını açıkladı.
Bu arada İstanbul Büyükşehir belediyesi, SGK’ya 2.4 milyar TL borçlarının bulunduğunu açıkladı. Bursa ile karşılaştırıldığında manzara vahim… Daha da vahim bir tablo var, CHP lideri Özgür Özel, CHP’nin devraldığı büyükşehir ve il belediyelerinde birikmiş borç miktarının 56 milyar 500 milyon TL’den fazla olduğunu söyledi.
Bu hali kim nasıl yorumlar bilemem ama bunun en net anlamı; 31 Mart’ta büyükşehirler dahil, Türkiye’deki belediyelerin büyük bir bölümünü kazanan CHP’li belediyeleri cezalandırmak…
Evet iktidar istediği belediyeyi istediği gibi cezalandırabilir, çünkü güç elinde ama bu millet nezdinde itibar kaybeden AK Parti’ye bir prestij kazandırmaz ki… Unutmayalım 2019’da İstanbul ve Ankara’yı kaybeden AK Parti iktidarı, bu belediyeleri beş yıl boyunca cezalandırmıştı. Daha doğrusu bu belediyelere uyguladığı ‘topal ördek’ muamelesiyle esas itibariyle halkı cezalandırdığı için, özellikle İstanbul ve Ankara’da kelimenin tam anlamıyla hezimete uğramış ve neredeyse bütün büyükşehirleri de kaybetmiştir.
Normal siyasi bir akıl bu tür küçük hesaplara milletin itibar etmeyeceğini bilir, hele de siyasi tecrübe açısından usta bir siyasetçi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan çok daha iyi bilir. Ama ne hikmetse AK Parti, bu tür yöntemlerin milletle giderek zayıflayan bağlarını tamiri imkansız hale getireceğini çok iyi bilmesine rağmen, aynı yanlışta ısrar ediyor.
Demek ki basiret bağlanması böyle bir şey oluyormuş…