31 Mart Sonrası Yeni Siyasal Eksen

Yerel seçimlerin üzerinden dört aya yakın bir zaman geçti. Bu süre içerisinde hem seçmen eğilimleri hem de siyasi partilerin ve aktörlerin muhtemel siyasi rotaları ve kapasiteleri büyük ölçüde netleşti. 

Seçmen eğilimleri bağlamında en fazla merak edilen, seçmenin yerel seçimlerde yaptığı tercihi muhtemel bir genel seçim tercihine ne ölçüde tahvil edeceğiydi. Hatırlanacağı üzere, 14 Mayıs 2023 seçimleri seçmen eğilimleri itibarıyla kalıcı olamamıştı. Seçimlerden hemen sonra yapılan kamuoyu araştırmaları da seçimlerden 10 ay sonra gerçekleşen yerel seçimler de Mayıs seçimlerindeki eğilimlerin kalıcı olmadığını ortaya koymuştu. 

Ancak şimdi farklı bir durum yaşanıyor. PANORAMATR’nin Nisan, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında gerçekleştirdiği araştırmalar, seçmenin 31 Mart seçimlerindeki oy tercihini büyük oranda koruduğunu gösteriyor. Bu dört aylık trend, yerel seçim sonuçlarının seçmen tercihleri ve siyasi partilerin oy oranı ile ilgili yeni bir eksen oluşturduğunu ortaya koyuyor. 

Bu, seçmen tercihi, seçmen-siyaset ve iktidar-muhalefet ilişkisi açısından yeni bir döneme girdiğimiz anlamına geliyor.

Bu yönüyle, 31 Mart seçimlerinin, Türkiye siyasal hayatının yapısal dinamikleri ve muhtemel gidişatı üzerinde, 14 Mayıs seçimlerinden daha kritik bir etkide bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Bu durum, siyasi aktörlerin ve partilerin tutumuna da yansıyor. Seçimlerin hemen ardından, siyaset üç temel dinamik üzerinden yoğun bir hareketliliğe sahne oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Özgür Özel arasında başlayan diyaloğun siyasal zemini dönüştürme ihtimali, kısmen bu ihtimal, daha büyük oranda ise Sinan Ateş davasındaki gelişmeler üzerinden Cumhur İttifakı bünyesinde -Bahçeli ve MHP nezdinde- yaşanan kriz ve bu ikisinin muhtemel akıbeti üzerinden farklı siyasal anlamlar yüklenen yeni Anayasa süreci. 

Haziran ayının sonuna doğru, bu üç dinamikten beslenen siyasi beklenti ve senaryolar hızlıca sönümlendi. Özel, parti içindeki baskılara direnemeyerek normalleşme sürecini sabote ederken, Erdoğan da ittifak içi baskılara direnemeyerek Cumhur İttifakı eksenine güven tazeledi. Anayasa gündemi de -şimdilik- ivme kaybetti. 

Aslında, normalleşme sürecinin devamı CHP’ye ciddi siyasi avantajlar sağlarken, Cumhur İttifakı’nın devamı da Erdoğan’a sağladığı imkânların yanı sıra ciddi handikaplar oluşturuyor. Buna rağmen her iki lider de muhtemel kazanımlara uzanmak yerine, sahip oldukları konfora tutunmayı tercih etti. 

Erdoğan ve Özel’in karşılaştıkları dirençleri yönetmek yerine statükonun devamına razı olmalarında siyasal takvimin etkili olduğu söylenebilir. Normal zamanında yapıldığı takdirde, seçimlere henüz dört yıl var. Aktörler bugünkü siyasi koordinatlarını muhafaza ederek seçimlerdeki hedeflerine varamayacaklarının farkındalar, ancak önümüzdeki en azından 1-1,5 yılı mevcut statükonun sağladığı konfor içerisinde geçirme ihtiyacı duyuyorlar. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süre içerisinde ekonomideki göstergelerin iyileşme trendine girmesini ve ekonomik iyileşme sağlanıncaya kadar da Cumhur İttifakı’nın sağladığı siyasi ve idari konfora yaslanarak muhtemel siyasi müdahaleleri savuşturmayı öngörüyor. CHP’nin de hem parti-içi güç dinamiklerinin yerli yerine oturması hem de kazanılan belediyeler ve yeni bir söylem ve siyaset üzerinden potansiyel desteğini konsolide etmesi için zamana ihtiyacı var. Siyasal gündemi belirleme kapasitesine sahip bu iki partinin yanı sıra diğer siyasi partiler de belli bir süreyi yeniden yapılanmak için kullanmak durumundalar. 

Dolayısıyla siyasetin ve siyasi aktörlerin 2026’ya kadar -mümkün mertebe- bugünkü koordinatlar üzerinden, öngörülebilir bir eksen üzerinde ilerlemeyi tercih edeceğini, 2026’dan sonra daha yapısal ve radikal değişimlere yöneleceğini öngörmek yanlış olmaz. 

Bu çerçevede, 31 Mart seçimleri sonrasında oluşan ve -beklenmedik bir gelişme yaşanmadığı müddetçe- 2026’ya kadar devam edeceği görünen yeni siyasal ekseni beş dinamik üzerinden açıklamak mümkün. 

Birinci Partide Değişim

Yeni dönemin ilk dinamiği, AK Parti’nin -açık ara- birinci parti olma özelliğini kaybetmesi ve CHP ile burun buruna bir rekabet denklemine oturmuş olmasıdır. 

Türkiye’de parti sistemi ve siyasal hayat, 2002’den beri, AK Parti öncülüğünde şekilleniyor(du). AK Parti 2002 seçimlerinden bu yana birinci parti olmanın yanı sıra kendisini takip eden partinin (CHP) epey üzerinde, hatta çoğu zaman kendisinden sonraki iki partinin (CHP ve MHP/HDP) toplamının üzerinde bir oy oranına sahipti. AK Parti’nin ciddi oy kaybettiği 2018 ve 2023 seçimlerinde bile siyasi tablo bu şekildeydi. 

31 Mart seçimleri bu durumu radikal bir şekilde değiştirdi. AK Parti siyasi hayatında ilk defa birinci parti olma konumunu (ve imtiyazını) kaybetti. Kamuoyu araştırmaları, seçmenin yerel seçimlerde yaptığı tercihi büyük oranda muhafaza ettiğini, muhtemel bir genel seçim tercihinde de CHP’nin AK Parti’den daha yüksek oranlarda destek bulduğunu gösteriyor. 

CHP ile AK Parti arasındaki oy farkı oldukça düşük, bu nedenle önümüzdeki dönemde bu farkın kapanması ve/ya AK Parti’nin yeniden birinci parti konumuna yükselmesi sürpriz olmaz. Muhalefet alanında iktidar alanına kıyasla daha yoğun bir siyasal mücadele var. DEM Parti, İYİ Parti, Zafer Partisi ve TİP’teki olası canlanmalar ve CHP bünyesinde yaşanabilecek muhtemel gerilimler CHP’nin oy oranını olumsuz etkileyebilir. 

İktidar seçmeninin yönelebileceği alternatifler ise daha sınırlı. AK Parti’den uzaklaşan seçmenin büyükçe bir kısmı Kararsız blokunda bekliyor. Bu seçmenin yönelebileceği muhtemel adresler -şimdilik- MHP ve YRP ile sınırlı. Her ikisi de AK Parti’ye küsen seçmen için kalıcı bir alternatife dönüşmekten -henüz- uzak görünüyor. Dolayısıyla, AK Parti seçmeni, hâlâ öncelikle Erdoğan’a ve AK Parti’ye bakıyor. Ayrıca ekonominin AK Parti’nin oy kaybındaki güçlü etkisini göz önünde bulundurduğumuzda, önümüzdeki dönemde ekonomide yaşanabilecek muhtemel olumlu gelişmelerin de iktidar partisine olumlu yansıması mümkündür.

Dolayısıyla iktidar ve muhalefet cephesindeki siyasal mücadele ve alternatif adresler üzerinden mukayese yapıldığında, Erdoğan ve/ya AK Parti’nin CHP’den daha avantajlı olduğu söylenebilir. Bu çerçevede, CHP ile AK Parti arasındaki farkın düşük oluşunu göz önünde bulundurarak, önümüzdeki dönemde AK Parti’nin yeniden birinci parti olma ihtimalini yadsımamak daha doğru olur. 

Ancak, bu yine de 31 Mart sonrasında Türkiye siyasi parti sisteminde ve siyasal hayatında yeni bir döneme girdiğimiz gerçeğini değiştirmeyecektir. CHP’nin birinci parti olmasının elbette sembolik bir anlamı var ama AK Parti yeniden birinci parti haline gelse bile, CHP ile arasındaki fark minimal düzeyde kalacaktır. Bu da ikisinden biri bugünkü konumunu radikal bir şekilde değiştirecek beklenmedik -müspet veya menfi- bir siyasi performans göstermedikçe, birinciliğin paylaşılacağı veya sık sık el değiştireceği bir döneme girdiğimiz anlamına geliyor. 

Dolayısıyla siyaset artık sadece Erdoğan (ve öncülük ettiği ittifak) tarafından değil, Erdoğan ve CHP arasındaki mücadele ve etkileşim üzerinden şekillenecektir. 

Siyasal Hegemonya Tekelinin Kırılması

Yeni dönemin -ilk özelliğin doğal sonucu olarak da görülebilecek- ikinci dinamiği, Erdoğan’ın, Cumhur İttifakı’nın ve AK Parti’nin siyasal hegemonyasının büyük ölçüde zayıflamış olmasıdır. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018’e kadar AK Parti, 2018’den itibaren ise Cumhur İttifakı üzerinden sahip olduğu yüzde 50’inin üzerindeki toplumsal destek, güçlü bir siyasal hegemonya kurma, siyasal meşruiyet zeminini tanımlama, gündem belirleme ve muhalefeti belli bir hareket alanına hapsetme imkânı sağlıyordu. 

31 Mart seçimleri bu durumu değiştirmiş görünüyor. Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın siyasal hegemonya kurma imkân ve kapasitesi zayıflarken, CHP de eskisi gibi iktidarın belirlediği siyasal sınırlar içerisinde durma ihtiyacı hissetmeyerek kendi önceliklerine göre bir söyleme ve siyasete yönelmeye kararlı görünüyor. 

Uzunca bir süredir Cumhur İttifakı’na ait olan siyasal meşruiyet tekelinin zayıflaması ve CHP’nin çeşitlenen etkili siyasal aktörler üzerinden iktidarın belirlediği siyasal koordinatların dışına çıkma iradesi göstermesi, siyasetin gündem ve önceliklerini, sorun başlıklarını ve çözüm formüllerini doğrudan etkileyecektir. 

Bu çerçevede, kayyım politikası, Sinan Ateş dosyası, emeklilere maaş artışı, Esat yönetimiyle diyalog ve normalleşme/yumuşama süreci üzerinden son aylarda yaşanan tartışmaları ve bu tartışmaların bağlam ve içeriğini, siyasal hegemonya ve meşruiyet tekeli bağlamında seçimlerden sonra yaşanan yapısal dönüşümle ilişkilendirmek gerekir.  

Siyasal Oryantasyonda Değişim

Yeni dönemin -yukarıdaki her iki özellikle ilişkili- üçüncü dinamiği, Erdoğan ve CHP’nin siyasal oryantasyonunda yaşanan dönüşümle ilgili. Erdoğan’ı ve AK Parti’yi çok partili dönemin en güçlü ve uzun süreli iktidarına kavuşturan esas dinamik, vesayete ve kurulu düzene karşı siyasi, ekonomik veya kültürel alanda adalet, eşitlik, özgürlük talep eden kesimlerin siyasal sözcüsü ve taşıyıcısı olmaktı. 

2013’ten itibaren siyasal önceliklerde yaşanan değişim, sahici tehditleri savuşturma önceliği üzerinden toplum nazarında da gerekli görüldüğü ölçüde sorun olarak değerlendirilmedi, içselleştirilmese de kabullenildi. Ancak iç ve dış güvenlik tehditlerini bertaraf etmek üzere yönelinen beka siyaseti, Cumhur İttifakı ve Başkanlık Sistemi’nin kendi siyasal öncelik ve alışkanlıklarını oluşturarak, tehditlerin savuşturulması sonrasında da varlığını sürdürmesi, toplumun Erdoğan’a ve AK Parti’ye yüklediği siyasal misyonun sorgulanmasına yol açtı. 

Devlete karşı toplumun, bürokrasiye karşı siyasetin hakkını ve hukukunu korumak, statükoya karşı değişimin öncüsü olmak üzere toplum tarafından desteklenen lider ve partinin devlet-toplum, bürokrasi-siyaset ve statüko-değişim denkleminde makas değiştirdiği algısı toplumsal desteğin azalmasıyla sonuçlandı. Buna elbette, makas değişiminin doğal sonucu olarak, başta ekonomik kriz olmak üzere iktidar ve yönetim performansında yaşanan birçok adaletsizlik ve zafiyeti de eklemek mümkün. 

Bu durum, Erdoğan ve AK Parti’nin siyasi iradesini ve oryantasyonunu doğrudan etkilemiş durumda. Erdoğan 22 yıllık iktidarı boyunca yaşadığı birçok krizi topluma yaslanarak, siyasete yönelerek, statükoyu değiştirerek atlatmıştı. Bugün bunlara yönel(e)mediği ölçüde, içinde bulunduğu krizi aşmakta zorlanıyor. Hatta kendi yarattığı statükoyu kimi zaman topluma ve geniş kitlelere rağmen/karşı devlete yaslanarak korumaya çalışıyor. Bu, toplumun Erdoğan ve AK Parti’ye yönelik algı ve beklentisini de etkiliyor. 

CHP ise, toplumun geniş kesimleri nezdinde özdeşleştiği devlet, bürokrasi ve statükodan uzaklaşmaya çalışıyor. AK Parti kurduğu statükoyu muhafaza etmeye odaklanırken, CHP mevzi siyasetinden uzaklaşma arzusunu dışa vuruyor. AK Parti içe kapanırken, savunmaya çekilirken, CHP dışa açılmaya, daha önce yönelmediği toplumsal kesimlerle diyalog kurmaya çalışıyor. AK Parti devletle özdeşleşirken, sorun ve taleplere çoğunlukla devlet perspektifiyle karşılık verirken, CHP toplumsal sorunlara sözcülük etmeye yöneliyor. Nitekim tarafların 31 Mart seçimlerinde kullandığı kavram setleri tam da bu konum değişikliğinin yansıması olarak kayda geçti.

Söylem, siyaset ve oryantasyonda AK Parti ve CHP arasında yaşanmaya başlayan bu makas değişimi, henüz her iki aktör açısından da nihayetlenmiş bir süreç değil elbette. Bugün itibarıyla daha çok yönelim ve algı düzeyiyle sınırlı ve önümüzdeki dönemde birçok kritik sorun ve başlık üzerinden test edilmeye muhtaç. Ancak, şimdilik algı ve yönelim ile sınırlı olsa bile, bu durumu Erdoğan ve AK Parti ile CHP’nin siyasal akıbetini doğrudan etkileyecek bir durum olarak görmek mümkün.

İttifak Siyaseti ve Yansımaları

Dördüncü dinamik, ittifak siyaseti ve partilerin ittifak siyasetinden etkilenme düzeyiyle ilgili. Başkanlık sisteminin iktidarı yüzde 50+1 oy oranına endekslemesi dolayısıyla 2017’den beri siyaset, ittifaklar üzerinden şekilleniyor. İttifak siyaseti, siyasi partilere “oyunda kalma” imkânı sunarken, partilerin siyaset üretme kapasitesine, “kendi oyunlarını kurma” iradelerine ve seçmen-siyaset arasındaki temsil ilişkisine zarar verdi. 

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Millet İttifakı (ve muhalif bloktaki diğer ittifaklar) dağılırken, muhalefet seçmeni 31 Mart seçimlerinde iktidar blokunu dengelemek üzere CHP etrafında konsolide oldu. Böylece CHP ittifakın dezavantajlarını yüklenmeden avantajlarından faydalanma imkânına kavuştu. 

Bu durum, CHP’ye, Cumhur İttifakı’nı sürdürmek durumunda olan AK Parti’ye karşı büyük bir avantaj sağlıyor. CHP kurumsal ittifakın yükünden kurtularak taban ittifakı anlayışıyla toplumsal muhalefetin tamamına seslenme imkanına kavuşurken, AK Parti ittifak tabanının beklentileri yerine her adımda MHP’nin kurumsal önceliklerini gözetmek durumunda kalıyor. CHP ittifak yükünü sırtından attığı ölçüde geniş bir hareket alanına ve siyaset üretme inisiyatifine kavuşurken, AK Parti her adımında MHP’yi gözetmek durumunda olduğu ölçüde dar bir hareket alanına sıkışarak, siyasal inisiyatif alamıyor. CHP ittifaktan kurtulduğu için büyüme trendine girerken, Erdoğan ve AK Parti ittifaka bağ(ım)lı olduğu ölçüde küçülme riskiyle boğuşmaya devam ediyor. 

Nitekim Haziran ayına damga vuran Ateş dosyası ve normalleşme/yumuşama süreci etrafında yaşanan hareketlilik, ittifakın Erdoğan ve AK Parti’ye ürettiği maliyeti gözler önüne serdi. AK Parti ve CHP’nin ittifak siyasetiyle kurduğu ilişki, önümüzdeki dönemin birçok siyasi gelişmesini de doğrudan etkileyecektir. 

Partilerin Sıralamasında Değişim

Yeni döneme yönelik son dinamik, siyasi partilerin oy oranları ve skaladaki yerleriyle ilgili. 31 Mart seçimlerinden sonra gerçekleştirdiğimiz üç araştırma da CHP ve AK Parti’nin ilk basamakta birbirine yakın bantlarda yer almasına karşın, DEM, MHP ve YRP’nin ilk basamağın epey aşağısında, seçim barajı marjında, birbirlerine yakın bir bantta yer aldığını gösteriyor. Doğrudan tercihlerde, yüzde 25 bandında iki parti ve yüzde 5-7 bandında üç partinin yer aldığı bu yeni sıralamada, diğer partiler baraj çıpasının epey altında, 2-3 bandında yer alıyor. 

Bu yeni konumlanmanın birkaç siyasi yansıması olacak. Öncelikle, yeni dönemde, siyaseti sürükleme, siyasete öncülük etme misyonunu AK Parti ve CHP üstlenecek. İktidar-muhalefet ekseninin öncülüğünü, taşıyıcılığını AK Parti ve CHP üstlenecek. 

Ancak her ikisinin de oy oranı tek başına liderlik etmeye yetmiyor. İkisinin de başka bir partinin veya partilerin desteğine ihtiyacı var. Bu da baraj marjında yer almalarına karşın DEM Parti, MHP ve YRP’yi anahtar partiler konumuna taşıyor. 

MHP ve DEM Parti’nin siyasal/tarihsel gerekçeler dolayısıyla karşı kutuplarda yer alacakları öngörülebilir. AK Parti ittifak üzerinden MHP’nin desteğini alırken, CHP siyaset ve söylemlerinde DEM Parti’yi gözetmek, hesaba katmak durumunda kalacak. YRP’nin durumu ise biraz daha karmaşık. YRP taban kompozisyonu itibarıyla iktidar havzasında yer alırken, siyasal tutum ve söylem itibarıyla muhalefet karakteristiği arz ediyor. Akıbeti, bu çelişkiyi nasıl gidereceğine bağlı olacak. 

Arafta Kalan Siyaset ve Toplum

31 Mart sonrası siyaset üzerinde bu beş dinamiğin yanı sıra milliyetçi temsilde yaşanan bunalım, DEM Parti’nin konumlanma sancısı ve sağ-muhafazakâr havzada AK Parti’ye alternatif üretme arayışı gibi başka dinamiklerin de etkili olma ihtimali mevcut. Ancak, kısa ve orta vadede bu arayışların siyasal tartışmaları belirleme ihtimali yukarıda yer verilen beş dinamiğe nazaran daha zayıf olacaktır. Bu çerçevede, -şimdilik- 31 Mart sonrası siyasetin, büyük oranda bu beş dinamiğin belirlediği siyasal koşullar çerçevesinde şekilleneceğini öngörmek mümkün. 

Bu beş dinamik, 31 Mart sonrasında, siyasal zeminin ve siyasi aktörlerin imkân ve konumlarının yapısal olarak değiştiğini, yeni bir döneme geçiş aşamasında olduğumuzu gösteriyor. 

Yeni dönemin en önemli yansıması, siyasetin son 22 yılda olduğu gibi artık sadece Erdoğan ve öncülük ettiği parti ve/ya ittifak tarafından değil, Erdoğan (ve ittifakı) ile CHP tarafından, bu iki aktörün karşılıklı etkileşimiyle şekilleneceği gerçeğidir. Bu durum, hem Erdoğan/AK Parti ve CHP’nin siyaset rotasını ve performansını hem de toplumun Erdoğan/AK Parti ve CHP’ye bakışını doğrudan etkileyecektir. 

Seçmen, 31 Mart’ta Erdoğan’a ciddi bir ders, CHP’ye de güçlü bir kredi vererek siyaseti yeni bir dengeye oturttu. Geride bıraktığımız üç ayda, CHP açılan krediyi doğru değerlendirme yönünde bir çaba içinde iken, Cumhurbaşkanı Erdoğan toplumun yerel seçimler aracılığıyla verdiği dersin gereğini yapma konusunda henüz ciddi bir çaba içerisinde görünmüyor. 

Toplum CHP’nin ciddi bir çaba içinde olduğunu görüyor ama nihai kararını vermek için CHP’nin gerçek anlamda değişip değişemeyeceğini, ardından da Türkiye’yi değiştirebilecek bir siyasi tasavvur geliştirip geliştiremeyeceğini görmek istiyor. 

Benzer şekilde, Erdoğan’ın açmazlarını izleyerek, siyasi ve idari koordinatlarda sahici bir değişime yönelip yönelemeyeceğini görmek istiyor. 

Kısacası, toplum Erdoğan’dan umudunu henüz kesmiş, CHP’ye de tamamen yaslanmış/ikna olmuş değil. Erdoğan’ın da CHP’nin de eskisinden farklılaştığını, dönüştüğünü görüyor ama bu dönüşümün henüz nihai rotasına varmadığını düşünüyor. Bu nedenle de önümüzdeki dönemde her iki aktörü de dikkatle izlemeye devam edecek. 

Önümüzdeki dönem, her iki aktörün de 31 Mart sonrası dönemi doğru okuma ve gereğini doğru söylem ve politikalarla yapma kapasiteleriyle şekillenecek.