NATO kuruluşunun 75’inci yılını hafta içinde Washington’da düzenlediği 32 üyesinin devlet ya da hükümet başkanları düzeyinde katıldığı zirveyle kutladı. Zirve sonunda bazıları bizi doğrudan ilgilendiren 38 maddelik bir deklarasyon yayınladı. Zirvenin resmi gündeminin en önemli maddesi Ukrayna ve ona verilecek destek, gayri resmi kısmının en önemli maddesiyse Biden’ın performansı oldu.
Biden farklı platformlardaki konuşmalarında yardımcısı Harris’i rakibi Trump’la, müttefiki Zelenski’yi hasımı Putin’le karıştırsa da dış politika konularında -içeriği tartışmalı olmakla birlikte- dendiğine göre iyi bir performans sergiledi. NATO platformunu bir önceki haftadaki performansının açıklarını kapatmak için kullandı. Belki seçmenini akli melekeleri konusunda tatmin edemedi ama danışmanları onu argosu bol sosyal medya mesajlarıyla kutladı.
Ukrayna konusunda da üye ülkeler üstünde mutabakata vardıkları açıklamanın 16’ıncı maddesinde üyeliğini geriye dönülmez bir şekilde desteklediklerini vurguladılar. Ancak üyeliğin ne zaman ve ne şartlarlar altında gerçekleşeceğini söylemediler. Vilnius Zirvesi’nden bu yana Ukrayna’nın güvenlik, ekonomi ve demokrasi alanında attığı adımlardan duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Şartlar oluşunca üyeliğe davet edeceklerini belirtmekle yetindiler.
Zirve nihai bildirgesinin 15’inci maddesinde de Ukrayna halkının Rus saldırısı karşısındaki kahramanca direncini övüp NATO ile Ukrayna arasındaki işbirliğini güçlendirici biri Polonya’da kurulacak merkez olmak üzere yeni mekanizmaları ve gelecek yıl sonuna kadar verilecek 40 milyar dolarlık yardımı vurguladılar. NATO Genel Sekreteri’ni de Kiev’e üst düzey temsilci ataması nedeniyle tebrik ettiler.
Deklarasyona ek altı maddelik bir vaat paketiyle de 40 milyar doları Ukrayna’ya nasıl vereceklerini, ne gibi masrafları karşılayacaklarını, yardımların GSMH’ları oranında ve yük paylaşımı esaslarına uygun olacağını, yılda iki defa da Genel Sekreter’e rapor sunacaklarını taahhüt ettiler. Belli ki Türkiye de bu sorumluluğu üstlendi ve vaat paketine onay verdi. 38’inci maddede de 2026 zirvesinin Türkiye’de yapılacağı karara bağlandı.
Deklarasyon ayrıca iklim krizinden Ürdün’le yapılacak işbirliğine, Rusya ve Çin hakkındaki ortak hassasiyetlere kadar pek küresel konuda üye ülkelerin üstünde uzlaşmaya varabildikleri görüşlerini yansıttı. 22’inci maddesinde Türkiye’nin özel hassasiyeti olan terörizm hakkında yeni bir anlayışın doğmasına yol açacak çabalara değinildi, 31’inci madde de 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin öneminin altı çizildi.
40 milyarlık yardımla maksimalist beklentilerini karşılaması mümkün olmasa da zirveden en karlı Ukrayna çıktı. Onu bence Amerika takip etti. Üye ülkeler yaptıkları bir başka açıklamayla en az 1000 Patriot füzesi alacaklarının, 700 milyon dolarlarını da Stinger’lar için ayıracaklarının sözünü verdiler. Ortak deklarasyonlarının 23’üncü maddesinde olduğu gibi Amerika’nın beklentilerini karşılayacak başka taahhütlerde de bulundular.
Türkiye de zirveden eli boş dönmedi, üye ülkelerin teröre karşı yıllardır verdiği mücadeleye daha saygılı davranmasını sağlayacak taahhütler elde etti, Montrö Sözleşmesinin Karadeniz güvenliğinin hukuken ayrılmaz parçası olduğunu diplomatik dil cambazlığıyla 38 maddelik Zirve Sonuç Bildirgesinin içine sokabildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da yaptığı konuşmalar ve ikili görüşmelerde Türkiye’nin çeşitli alanlardaki pozisyonunu muhataplarına aktarabildi.
Üstelik dönüşü sırasında mahiyetindeki gazetecilere yaptığı açıklamalar ve Washington’da düzenlediği basın toplantısıyla özel bir mülakatta söyledikleri de Türkiye’nin müttefiklerinden beklentilerinin anlatılması ve anlaşılması açısından alışkın olduğumuz üslubun dışında ve son derece tutarlıydı. Umarım Cumhurbaşkanı bu üslubunu sürdürür, hem de üye ülkeler ve yeni Genel Sekreter kendisine verdiği sözleri yerine getirir.
Çünkü Türkiye’nin var olan sorunlarını çözebilmek için sağduyulu politikalara, uzlaşma diline, dünya siyasetinin gidişatını önyargılardan arındırılmış bir şekilde takip etmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Büyük devletler arasındaki çekişmeden yara almadan, çıkarlarımızdan fedakarlık etmek zorunda kalmadan, hatta onları maksimize ederek çıkmak için tüm dengeler kollamak durumundayız.
Geleceği de geçmişte yapılan hatalara bağlayamayız. Türkiye Suriye ile de barışmalı, BRICS’le de yakınlaşmalı, NATO üyeliğinden doğan sorumlulukları da yerine getirmeli. Bir yandan Şangay’la diğer yandan AB ile konuşmalı. Hepsinden önemlisi kendi iç barışını, huzurunu sağlayacak, gücünü ve etkisini pekiştirecek hukukun üstünlüğünü bir an önce tesis etmeli. Tuğrul Türkeş’in geçtiğimiz günlerde partisine sorduğu soruları sadece partisi değil tüm Türkiye düşünmeli…