Yargı bu haldeyken o söze kim güvenir?

Hukuktan ve yargıdan söz açılsa veya bir dava gündemi meşgul etse neredeyse kimse adalete güven duygusunu dile getiremiyor. Sansasyonel davaların tamamı, siyasi tarafları hariç hiçbir şekilde kamu vicdanını tatmin etmiyor. Mesela, suçsuz olduğu apaçık ortada olan Osman Kavala’nın tam 2 bin 442 gündür -yeni buçuk yıl- hapiste olması ve devamında Gezi Parkı olaylarının barışçı şekilde yönetilmesi için çaba gösteren başta Tayfun Kahraman olmak üzere bir grup aydının tam aksine ithamlarla ağır cezaya mahkum edilmeleri… Sadece fikir hürriyetini kullandıkları için sıradan insanların, akademisyenlerin siyasetçilerin ve gazetecilerin kolaylıkla hapse atılmaları gibi…

Bunlar bildiklerimiz… Kamuoyuna, medyayla yansımayan kimbilir kaç dava, kaç haksızlık yargı çarkları arasında öğütülüp gidiyor ve gücü yargının yozlaşmasına direnmeye yetmeyen kimbillir kaç kişi, sessizce kaderine boyun eğiyor? Onlar boyun eğiyor çünkü ülkenin gözü önünde işlenen hukuk cinayetlerinden cesaret alanların siyaset, para ve tahdit gücüyle yargı üzerinde egemenlik kurmalarına mani bir hal bulunmuyor.

Dava dosyasına bakmadan, kendi medyalarında yayınlanan ve çoğu sonradan boş çıkan iddialara bakıp “oh olsun” diyen küçük bir azınlık hariç, sadece iktidarın arzusuyla insanların hayatlarının karartıldığı bir düzende yargıya kim güvenir, adaleti kim bekler? Ve “madem yargı böyle çalışıyor” deyip gerektiğinde elindeki gücü kullanmaktan kim geri durur?

Şimdi önümüzde kaygıyla izlediğimiz Sinan Ateş Davası var. Bugüne kadar olanlar şöyle dursun, davanın ilk haftasından sonra Sinan Ateşdavasının akıbetinin adaletsizlik olacağından kimin şüphesi var? Açık delillere rağmen genişletilmeyen soruşturma topluma “bu davadan umudunuzu kesin” mesajından başka ne söylüyor? Sinan Ateş’in eşi, annesi, ailesi ve hala hukuktan umudu olan vicdan sahiplerinin alabileceği başka bir mesaj var mı? Oysa, arkasında bu kadar çok ve bariz parmak izleri bırakılan başka bir “siyasi cinayet” yoktur.

Hukukun bu kadar değersizleşmesi bırakın bir hukuk devletine, sıradan bir topluma dahi yakışmaz. Şu ülkenin kaderine bakın ki kaybettiği bir seçim iktidarı ekonomideki bütün iddialarından vazgeçirip tam tersi yola sokuyor da hukukta zerre kıpırdatmıyor. İktidarın yargı üzerindeki baskı, etki ve yönlendirme imtiyazı asla sarsılmıyor. Ülkeyi yönetenler yargıyı kendi kudretlerinin vazgeçilmez bir aracı olarak görmekten zinhar vazgeçmiyor.

Geçtiğimiz günlerde yabancı yatırımcı gelebilsin diye kendimizi kara parayla mücadele endeksi olan “Gri Liste”den güç bela çıkartmıştık. Ondan daha elim ve vahim bir liste olan Hukukun ÜstünlüğüEndeksi’nde 178 ülke arasında her sene beşer onar sıra aşağıya gittiğimizi ve şu anda 148. sırada olduğumuzu bilen var mı? Benzer bir başka listede de 142 ülke arasında 117. sırada olduğumuzu? Hukukun sacayakları olan “şeffaflık” ve “ifade hürriyeti” endekslerinde ise son sıralara demir attığımızı?

Bilen var mı, biliyorsa umursayan var mı?

Böyle bir tabloda elbette kimse yargıya güvenmez, güvenemez.“Dava yargıda, mahkemenin vereceği kararı bekleyelim. Yargı en doğru kararı verecektir” sözü elbette kimseyi inandırmaz, inandıramaz. Dava yargıda da, hangi yargıda? Kimin yargısında? Gücün üstünlüğünü hiç çekinmeden hukukun üzerine koyarsanız, akla bunlardan gayrı soru gelmez.