“Eppur si muove” (Her şeye rağmen dönüyor). Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylediği için Engizisyon mahkemelerinde yargılanan Galileo Galilei, kitaplarının yasaklanmasına ve ev hapsine çarptırılmasına bu cümleyle tepki göstermişti. 1633 yılında sarf edilen bu cümle, özgür düşüncenin en önemli sloganlarından biri haline gelmiş, 400 yıl sonra Hitler’in dört bir gözle verilecek hükmü beklediği bir mahkeme salonunda yankılanmıştı.
Alman meclis binası Reicstag’ın kundaklanması
24 yaşındaki Hollandalı işçi Marinus van der Lubbe, Alman Komünist Partisi lideri Ernst Torgler ve aralarında Georgi Dimitrov’un da bulunduğu 3 Bulgar komünist 1930’lar Almanyasının kaderini değiştiren 1933 Reichstag yangınını çıkarmakla yargılanıyordu. Georgi Dimitrov, dünyadaki farklı komünist partiler arasındaki koordinasyonu sağlayan ve Sovyetler tarafından yönetilen Komünist Enternasyonal’in (Komintern) Orta Avrupa sorumlusuydu. Naziler, 27 Şubat 1933’te Almanya’nın meclis binası Reichstag’ın kundaklanmasının ardından olay yerinde buldukları komünist işçi Marinus van der Lubbe’nin “itiraflarını” temel alarak başta komünistler ve sosyal demokratlar olmak üzere büyük bir cadı avı başlatmış, yangının komünistlerce düzenlenen bir darbe girişimi olduğunu ileri sürmüştü.
Leipzig Davası: Marinus van der Lubbe (ayakta ve kelepçeli) ve diğer sanıklar yargılanıyor
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg Anayasa m.48/2’deki OHAL yetkilerini kullanarak temel hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını askıya alarak Nazilerin önünü açmış, komünist partili vekiller dahil birçok muhalif siyasetçi ve kanaat önderi mahkeme kararı olmadan gözaltına alınmış, işkencelere maruz kalmıştı.
Reichstag yangını, Nazilerin olağan hukuku askıya alması ve süresiz bir olağanüstü hukuk düzenine geçmesi için eşi benzeri bulunmayan bir fırsattı. Nitekim yangından sadece 6 gün sonra gerçekleşen seçimlerde de Naziler oylarını 10 puan arttırmış, Nazi hükümeti 81 sandalye kazanan Komünistlerin çoğunu gözaltına alarak meclise girmelerini engellemişti. Kısa bir süre sonra “Halkın ve İmparatorluğun Sıkıntılarını Ortadan Kaldırma Yasası” (Yetki Yasası) adında bir düzenleme kabul edildi. Bu yeni düzenleme, Nazi hükümetine anayasaya aykırı olsa da “kanun” yapma yetkisi veriyordu. Nazi hükümeti artık tek başına “kanun” yapabilecek, %43 oy aldığı için farklı partilerin muhtaç olduğu meclisi ikna etmesine gerek kalmayacak, Cumhurbaşkanı etkisizleştirilecekti. Reichstag yangının kısa süreli yarattığı OHAL’in etkisiyle komünistlerin etkisiz hale getirildiği bir siyasi atmosferde kabul edilen bu düzenlemeyle, OHAL kalıcılaştırılmış, Nazi Almanyası resmen bir diktatörlüğe dönüşmüş, nihayetinde Hitler en başından beri arzuladığı mutlak gücü ele geçirmişti.
Nazilerin iletişim beyni Joseph Gobbels, Reichstag davasında hükümet adına tanıklık yapıyor.
Reichstag yangının faillerinin cezalandırılması için düzenlenen Leipzig davası, Nazi Almanyası için “sembolik” bir davaydı. Komünistlerin darbe teşebbüsü teorisinin bir mahkeme kararıyla tespit edilmesi, kurulan kalıcı olağanüstü hukuk düzenini halkın gözünde meşrulaştıracaktı. İşte bu nedenle 24 yaşındaki Marinus van der Lubbe, yangını tek başına çıkardığını söylese de davaya müdahil olan Gobbels gibi Naziler, yangının bireysel bir kundaklama eylemi değil, uluslararası ve ulusal komünist örgütlerin planladığı bir darbe girişimi olduğunu ispatlamaya çalışıyordu.
Georgi Dimitrov
Komintern yöneticisi Georgi Dimitrov’un sanık olmasının yegane sebebi de buydu. Tutuklu yargılanan Dimitrov bu komplo teorisini parçalamak için oldukça motiveydi. Talep ettiği avukatlar reddedilince hapishane hücresinde Alman ceza hukuku çalışmış, kendi savunmasını hazırlamıştı. İçişleri Bakanlığı’nın, Nazilerin iddialarını teker teker çürütüyor, Komünist kimliğini öne çıkarıyor, Nazilerin gözü önünde cesurca komünizm propagandası yapıyordu.
Dimitrov kendi imkanlarıyla hazırladığı savunmasını da komünizm coşkusuyla bitirmişti: “Biz Komünistler bugün Galilei kadar kararlı ve inançlı olarak diyoruz ki: “Eppur si muove!” “Her şeye rağmen dönüyor!” Tarihin çarkı, Sovyet Avrupa’ya doğru, bir Dünya Sovyet Cumhuriyetleri Birliğine doğru dönüyor. Ne bizi yok etme girişimleri, ne hapishaneler, ne idam cezaları Komünist Enternasyonalin liderliğindeki proletarya tarafından döndürülen bu çarkı durduramayacak. Bu çark, Komünizmin nihai zaferine doğru dönüyor.”
Büyük ihtimalle bir ilacın etkisi altında duruşmalara çıkan Hollandalı genç işçi dışındaki sanıklar şanslıydı ki mahkemenin yargıcı Wilhelm Bürger, henüz Nazilerin olağanüstü hukuk rejimiyle henüz yeterince bütünleşmemiş bir hukukçuydu. Bürger her ne kadar Marinus van der Lubbe’yi suçlu bulsa ve kundaklamanın hükümeti devirmeye yönelik komünist bir darbe girişimi olduğuna kanaat getiren bir karara imza atsa da Dimitrov dahil diğer üst düzey komünist yöneticileri suçsuz bulmuş ve beraatlerine hükmetmişti. Nazi hükümeti için bu karar yetersizdi. Alman ve Sovyet etkisi altındaki Bulgar komünistlerin suçlu bulunması OHAL rejiminin meşruiyet kaynağı olan “uluslararası komünist darbe girişimi” komplosunun da altını dolduracak bir hüküm niteliğindeydi. Nitekim bu hüsranın etkisiyle Nazi hükümeti vatana ihanet, darbe girişimi gibi siyasi davaların görüleceği özel bir Halk Mahkemesi kurdu ve hakimlerin iplerini tamamen eline aldığı bir “hukuk” rejimi oluşturdu. Birçok kişinin kanaatince Nazilerin güçlerini pekiştirmek için organize ettiği bir komplo, oto-darbe olan Reichstag yangının gerçek failleri ise tarihin itilaflı konuları arasında kaldı, genç Hollandalı işçi modern Almanya tarafından affedilse de olayın üstündeki gizemli perde tam olarak kaldırılmadı.
Stalin ve Giorgi Dimitrov
Nazilere karşı kendini savunması, beraat ederek bir zafer kazanmasıyla komünistler arasında üne kavuşan Dimitrov nihayetinde serbest bırakıldı, Stalin’in davetiyle Sovyetlere gitti ve vatandaşlık aldı. 1934 yılında ise Komintern başkanlığına getirildi. Dimitrov bu görevi “layıkıyla” yerine getirdi.
Moskova’da düzenlenen 7. Komintern Dünya Kongresi’nde Dimitrov, Reicstag davasındaki savunmasını sonlandırdığı Komünist Enternasyonal hayali için yeni bir yol önermiş, Nazilerle birlikte Avrupa’da yükselen faşizm karşısında komünistlerin sosyalistler, sosyal demokratlar ve diğer demokratik güçlerle birleşmesi ve geniş bir Halk Cephesi kurması çağrısında bulunmuştu. Dimitrov’a ve kendisini yönlendiren Stalin’e göre, komünistler maksimalist bir şekilde “ya hep ya hiç” dememeli, komünist hedefleri olmayan ama faşizme karşı direnen demokratik unsurlarla birlikte mücadele ederek Fransa, İspanya ve İtalya gibi ülkelerde faşizmin yükselmesine karşı set çekmeliydi.
Dimitrov’un ölüm haberi: 3 Temmuz 1949 Pazar günkü New York Times sayısının ön sayfasından bir haber.
Halk Cephesi taktiği 4 sene sonra Hitler’in 1939 yılında imzaladığı iş birliği ve saldırmazlık anlaşması uyarınca terk edildi, Komintern ise 2. Dünya Savaşı sırasında feshedildi. Dimitrov, memleketi Bulgaristan’a döndü ve komünist rejimin ilk lideri oldu. Kısa bir süre sonra 1949 yılında hayatını kaybetti.
Dimitrov’un Nazilere karşı önce mahkeme salonunda, sonrasında Avrupa siyasetinde ileri sürdüğü “Komünist Enternasyonal” hayali gerçekleşmedi ne Sovyet Avrupa ne Dünya Sovyetler Birliği kuruldu. Stalin önderliğindeki Sovyetler kısa bir sürede mücadele edilmesi gerektiği söylenen “faşist”lere benzeyen totaliter bir rejime evrildi. Fakat Dimitrov’un kongrede önerdiği taktik Avrupa siyasetinin rotasını değiştirmişti.
Ocak 1936’da sol partiler İspanya’da geniş bir Halk Cephesi kurarak seçimleri kazanmış, muhafazakar generaller isyan bayrağı çekmiş ve faşist diktatör Franco’nun zaferiyle sonuçlanacak korkunç bir iç savaş başlamıştı.
İspanya’da kısa soluklu olsa da bir değişim ihtimalinin kapılarını aralayan “Halk Cephesi” taktiğinin etkilediği bir diğer ülke ise Fransa’ydı. Dimitrov belki başarısız olmuştu, fakat 2024 yılında dahi Fransız solunu etkileyecek bir seçim stratejisinin fitilini ateşlemiş, Fransız siyasetinin dengelerini değiştirmişti.
Faşizme karşı “omuz omuza”
1934 sadece Alman için değil, Fransız faşistleri için de hareketli bir seneydi. Liberal-sol hükümetin içli dışlı olduğu ve himayesinde koruduğu iddia edilen tefeci-dolandırıcı Alexandre Stavisky’nin şüpheli bir şekilde ölü bulunması aşırı sağcı örgütleri sokağa indirmiş, Nazilerin etkisiyle sayıları artan faşist gençlik geniş çaplı gösteriler düzenlemeye başlamıştı. 6 Şubat 1934’teki gösteriler neticesinde polis ile aşırı sağcılar karşı karşıya gelmiş, polis göstericilerin üzerine ateş açmış, 17 kişi öldürülmüştü. Solculara göre, Fransız aşırı sağı Almanya’daki gibi iktidara gelmek amacıyla bir darbe hazırlığındaydı.
Bu tehlikeye karşı sosyalistler, komünistler ve liberal solcular ayrı ayrı gösteriler yapıyor, fakat tepkilerini birlikte dile getiremiyordu. Sovyetler’de yaşanan tartışmalar nedeniyle sendikalar dahi reformist ve devrimci olarak bölünmüş, solcular birbirlerini tekfir etmekten aşırı sağ ile mücadele edemez hale gelmişti. Bugünkü merkez sol Sosyalist Partisi’nin öncülü Dünya Emekçileri Fransız Bölümü (Section française de l’Internationale ouvrière- SFIO), yani sosyalistlerin lideri Léon Blum ısrarla komünistleri birlikte hareket etmeye ve aşırı sağa karşı “Cumhuriyeti korumaya” davet ediyordu. Komünistlerin cevabı ise her zamanki gibi sekter ve maksimalistti: “Tamam birleşelim de hangi cumhuriyet değerlerini korumak için?” Komünistlerin gazetesi l’Humanité, sosyalistlerin karşı devrimci olduğunu, burjuva cumhuriyet değerlerini koruduğunu manşetlerine taşıyor, solda birlikte çağrısını naif buluyordu.
“Mücadele için birlik? Evet. İlkesiz bir birlik? Hayır!” Komünist köşe yazarı Paul Vaillant-Couturier, Halk Cephesi çağrılarını sorguluyor
Komünistlerin ve gazetenin duruşunu 1935 senesinde Dimitrov ve Komintern’in “Halk Cephesi” çağrısı değiştirdi. Komünist Parti, sosyalist SFIO ve liberal sol Radikal Sosyalist Parti ve birçok sendika ve küçük sol örgüt Fransız Devrimi’nin kritik anlarından biri olan Bastille Hapishanesi baskınının anıldığı 14 Temmuz’da ortak bir yürüyüş düzenleme kararı aldı. Dimitrov’un önerdiği, Blum’un komünistleri ikna etmeye çalıştığı “Halk Cephesi” geç de olsa kurulmuş, 1934 aşırı sağ gösterilerine karşı anti-faşist göstericiler sokağa omuz omuza inmişti.
L’Humanité gazetesinin 14 Temmuz 1935 tarihli manşeti: “Fransa halkı ayağa kalk, Faşizme geçit yok!”
Sonuç başarılıydı. Sandıkta kurulmak istenen birlik, sokakta kurulmuş, sosyal demokratlar, liberaller, merkez solcular, sosyalistler, sendikalar ve insan hakları örgütleri yan yana yürümüş, ülke çapında 500 bin insan sokağa çıkmıştı.
“Bütün halk özgürlük için ayakta!”
Sokaklara taşınan bu birliktelik 3 Mayıs 1936 seçimlerinde bir seçim ittifakına dönüştü. 3 partiden ve birçok sol örgütten oluşan Halk Cephesi, oyların %57’sini almış, 610 vekilden 386’sını kazanmıştı.
Halk Cephesi, 11 Mayıs’ta ülke çapında başlayan işçi grevlerini de arkasına alarak hızlı bir reform süreci başlattı, seçim kampanyasında söz verdiği sosyal devlet vaatlerini teker teker hayata geçirdi. Halk Cephesi’nin başbakanı seçimleri birinci tamamlayan sosyalist SFIO’nun lideri Léon Blum’du. Blum, Fransa’nın ilk sosyalist ve ilk Yahudi başbakanıydı. Blum liderliğindeki Halk Cephesi hükümeti meclisin desteğiyle 73 günde 133 yasa geçirdi. Haftalık çalışma saati 40’a indirildi, işçilere 2 haftalık ücretli yıllık izin hakkı verildi, sendika ve grev hakları geliştirildi, işçi maaşları arttırıldı. Fransız işçileri bu yeni koalisyon sayesinde ilk kez Fransa’nın plaj ve sayfiye yerlerine hafta içi akın etti, Fransız tatil kültürü kısa süreli bir şok yaşadı.
Fakat faşizmin yükselmesi konusunda endişeli ve sosyal devlet konusunda duyarlı olan bu geniş sol ittifakın temelleri pek sağlam değildi. Yükselen aşırı sağı engellemek için alelacele atılmıştı. Nitekim yaşanan ulusal ve uluslararası sorunların ittifakın temelini sarsması pek de zor olmadı.
Krizlere karşı “serçe parmak serçe parmağa”
Léon Blum hükümeti sadece bir sene görevde kalabildi. Komünistler ve liberal solcular birçok konuda anlaşamıyor, Fransız zenginleri sol ittifaktan endişe duydukları için sermayesini Fransa’dan çekiyor, enflasyon artıyor, Fransız parasının değeri ciddi bir şekilde düşüyordu. Blum, İngiliz ve Amerikan desteğini kaybetmemek için İspanya’da Franco ve faşistlere karşı savaşan solcu Halk Cephesi hükümetine askeri yardım vermekten vazgeçmiş, ittifak ortağı komünistlerin tepkisi almıştı. Liberal solcular ise Blum’a ekonomik krizi çözmesi için geniş kararname yetkisi vermek istememiş, sosyalistlere güvenmediğini belli etmiş ve yetki yasasında karşı oy kullanmıştı.
Halk Cephesi’nin sosyalist başbakanı Léon Blum
İspanya İç Savaşı’nın ve ekonomik krizin yarattığı tartışma, önce Blum ve sosyalist hükümetin istifasına yol açtı, sonrasında kurulan liberal sol hükümetin ardından ise Halk Cephesi’nin dağılmasına neden oldu.
1936 seçimleri Nazi işgaliyle sonlanacak 3. Cumhuriyet’in son seçimleriydi. Halk Cephesi’nin birçok sosyal devlet reformu ise sonrasında sağcı hükümetlerce iptal edilmişti. Léon Blum’un siyasi hayatı bitmemiş, Nazi işgali sonrasında ulusal birlik hükümetlerinin aranan solcu akil insanı olmuştu. Blum siyaset mezarlığına gömülmemiş, fakat meclis çoğunluğu elinde olan bir sosyalist başbakan olma fırsatını da bir daha yakalayamamıştı.
Léon Blum’un yarım kalan işini, Nazilere meydan okuyan Bulgar komünistin vasiyetini tamamlamak ise aşırı sağcı Le Pen’e karşı “barikat” kurmaya çalışan Fransız soluna kaldı.
Halk Cephesi eski, bileşenler yeni
1930’larda faşizmin yükselişi Avrupa’yı paniğe sürüklediyse 90 sene sonra düzenlenen Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın Almanya ve Fransa’da yükselmesi, aşırı sağcı Le Pen’in partisinin Fransa’da %31 ile birinci olması kazanları kaynatmaya yetti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, büyük bir risk alarak aşırı sağın yükselişini ulusal bir seçim ölçeğinde test etmek ve 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi kozlarını henüz hamken paylaştırmak adına meclisi feshetti, ülkeyi erken bir parlamento seçimine götürme kararı aldı.
Avrupa seçimleri aslında Fransız solu için pek “birlik” içinde geçmemişti. 2022 genel seçimlerinde ortak liste çıkaran Fransız solu, dünyada artan krizlerin etkisiyle paramparça olmuştu. Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki aşırı sol Boyun Eğmeyen Fransa (La France insoumise-LFI) partisi, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesinde Rusya’yı kınamasına rağmen, NATO politikalarını desteklememiş, 7 Ekim’den sonra Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlamayı reddetmiş, Filistin’i Fransız siyasetinde en çok gündeme getiren partiye dönüşmüştü.
LFI lideri Jean-Luc Mélenchon
LFI özellikle 6 milyon Müslüman Fransız’ın %60 oranla desteklediği bir parti. Bunun en büyük sebebi, LFI’nin Müslüman azınlığa yönelik abaya ve tesettür gibi Fransız tipi laiklik yasaklarına karşı çıkması, Filistin’de yaşanan soykırımı en çok gündeme taşıyan parti olması. LFI vekilleri uzaklaştırma cezası almak pahasına parlamentoda Filistin bayrağı açıyor, İsrail karşıtı yasaları destekliyor, sokak eylemlerine katılıyor.
LFI vekili Sebastien Delogu, parlamentoda Filistin bayrağı açıyor
LFI sadece Müslümanların dertlerini dile getirmiyor, Müslüman vekilleri aracılığıyla Fransız siyasetinde yoğun desteğini aldığı bu dini azınlığı özneleştiriyor da. Avrupa Parlamentosu’nda LFI’nın vekillerinin yarısı Müslüman Fransız.
Halep’te dünyaya gelen Rima Hassan, LFI listesinden Avrupa Parlamentosu’na girdi. Rima Hassan, Avrupa Parlamentosu’nu ilk Filistin kökenli vekili.
Mélenchon ve LFI’nin Avrupa seçimlerinde en büyük rakibi ise merkez sol Sosyalist Parti’ydi. 2012’de Cumhurbaşkanı seçilen François Hollande fiyaskosu ve Hollande kabinesinin Ekonomi Bakanı Macron’un partiden ayrılarak liberal merkez bir siyasi hareket başlatıp Cumhurbaşkanlığı makamı Élysée Sarayı’na çıkmasıyla art arda seçim hezimetlerine uğrayan Sosyalist Parti, 2024 Avrupa seçimlerinde çok iyi bir sonuç elde etti. Sosyalist Parti’nin listesinin bir numaralı ismi 44 yaşındaki Raphaël Glucksmann’dı. Fransız Yahudisi Glucksmann, Mélenchon’un tam zıttı bir solcu. AB entegrasyonunu ve küreselleşmeyi destekliyor, Putin’i çok sert bir şekilde eleştiriyor, Ukrayna’nın mücadelesini hayatının merkezine alıyor, Filistin’in bir devlet olarak tanınmasını savunmakla birlikte İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu ve Hamas’ın bir terör örgütü olarak kabul edilmesi gerektiğini söylüyor.
Raphaël Glucksmann
Mélenchon, İsrail propagandası nedeniyle aşırı sağcı Le Pen’lerin dahi saf tuttuğu antisemitizm karşıtı yürüyüşe katılmazken Glucksmann kendi Yahudi kimliğini de merkeze alarak antisemitizmin yükseldiğini vurguluyor. Glucksmann geçmişte Gürcistan Cumhurbaşkanı Sakaşvili’nin danışmanlığını yapmış, Ukrayna kökenli bir siyasetçiyle evlenmiş bir isim. Mélenchon’u Hamas’ı kınamaması, Ukrayna’ya yeterli desteği vermemesi nedeniyle sık sık eleştiriyor, kendisinin “daha makul” bir sosyalist olduğunu savunuyor. İsrail’i kınamakla birlikte Filistin’de yaşanan katliamı “soykırım” olarak nitelendirmiyor, Macron’un Putin ile diyalog çabalarını “Rusyacı” diyerek kınıyor.
Avrupa seçimlerinde sık sık kavga eden Mélenchon ve Glucksmann gibi aynı odaya konsalar birbirlerini boğazlayacak kadar farklı iki “sosyalist” çok sert geçen bir seçimin ardından yükselen aşırı sağ karşısında ortak liste yapmak zorunda kaldı. Zira Glucksmann’ın merkez sol listesi %14, Mélenchon’un aşırı sol listesi %10, Yeşil partiler %6, Komünistler %2 almış; aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) ise %31 ile birinci olmuştu. İki turlu dar bölgeli bir çoğunluk seçiminde aşırı sağcıları engellemek için solun birleşmesi ve yaklaşık %32’lik bir blok oy ile barikat kurması şart.
Nitekim Macron’un erken seçim kararından bir gün sonra sol partiler Yeşiller’in genel merkezinde toplandı ve olası bir seçim ittifakını müzakere etmeye başladı. Parti genel merkezine kutu kutu pizza taşınırken solcu gençler parti binasının önünde “Birleşin” sloganları atıyordu. Gençler ittifakın adını da bulmuştu. Atılan sloganlardan biri tam 90 sene önce kurulan “Halk Cephesi”ydi. Aradan geçen 90 sene de aşırı sağ yine yükselmeye başlamış, solcular çareyi birleşmekte bulmuştu.
https://x.com/yunuserdolen/status/1800270556123611433
Genel merkezdeki toplantıdan Yeşiller, Sosyalistler, Boyun Eğmeyen Fransa ve Komünistleri ve diğer küçük sol partileri bünyesinde barındıran bir seçim ittifakı kararı çıktı. İsim de belliydi: Yeni Halk Cephesi (Nouveau Front populaire). Bu ittifakı sadece partiler değil, siyasi tarafsızlığını ilk defa bozarak oy çağrısında bulunan CGT gibi büyük sendikalar, insan hakkı örgütleri de destekleme kararı aldı. Böylece Yeni Halk Cephesi, gerçekten 1936’da olduğu gibi arkasına geniş bir halk kitlesini alarak yola çıktı.
Politikalar belli, başbakan meçhul
Fransa’da yasama seçimleri iki turlu. Ulusal Meclis, 577 dar bölgeden seçilen 577 vekilden oluşuyor. Yani her bir dar bölge seçim bölgesinin 1 vekili var. İlk turda kayıtlı seçmenin %25’inden fazlasının ve geçerli oyun %50’den fazlasını alan aday seçimleri kazanıyor. Eğer bu şartlar sağlanmazsa en çok oyun alan iki aday ve kayıtlı seçmenin %12.5’inden fazlasının oyunu alan bir başka aday varsa bu üçüncü kişi ikinci tura kalıyor. İkinci turda ise en çok oyu alan aday seçimi kazanıyor. Bu seneki seçimlerin birinci turu 30 Haziran’da, ikinci turu ise bir hafta sonra yani 7 Temmuz’da. Yeni Halk Cephesi’nin amacı Macron’un liberal ittifakının önüne geçerek ikinci tura kalmak. Zira Fransa’nın çoğu bölgesinde aşırı sağın anketlere göre ikinci tura kalacağı kesin. Sol ittifak ilk turda ortak adaylar çıkararak aşırı sağa alternatif adayın Macroncu değil, solcu olmasını istiyor. Böylece merkez sağ, liberal merkez seçmenler aşırı sağı engellemek adına kerhen de olsa solcu adaylara oy verecek ve aşırı sağa karşı barikat sol kanat tarafından çekilecek.
Politico’nun derlediği 2024 Avrupa seçim sonuçlarına göre, aynı sonuçlar erken genel seçimlerde ortaya çıkarsa 577 seçim bölgesinden 532’sinde sol ittifak ve aşırı sağ ikinci tura kalıyor. Böylece mecliste hem aşırı sağ hem de sol ittifak güç kazanıyor, Macron’un partisi ise eriyor. Fakat merkez sağcı Cumhuriyetçi Parti de en az 60 seçim bölgesinde aşırı sağ ile ittifak yapma hazırlığında. Bir başka aşırı sağcı Zemmour’un partisindeki önemli isimler Le Pen’in partisine destek açıkladı. Zemmour ittifak kararı almasa da bazı bölgelerde aday göstermeyeceğini belirtiyor. Solcuların ittifak stratejisi, aşırı sağı da birleştirdi. Bu nedenle sağ seçmen de solcuları engellemek için sandıkta birleşebilir, solcuların ittifakı ters tepebilir. Nitekim Marine Le Pen ve yakışıklı maskotu Jordan Bardella şimdiden bu sol ittifakı “Hamasçı, İslamcı” olarak yaftalamış durumda. Böylece seçmenlerini motive etmeye, geniş sağ tabana seslenmeye çalışıyorlar.
Aşırı sol, merkez sol, yeşiller, sosyalistler ve komünistler ise Yeni Halk Cephesi’nin ortak adaylarını belirledikten sonra ortak bir seçim bildirgesi hazırladı. Bildirgeye göre; Ukrayna’ya silah yardımı devam edecek, fakat Fransız askerleri Ukrayna’ya adım atmayacak, Hamas’ın 7 Ekim saldırısı terör eylemi olarak nitelendirilecek, İsrailli rehinelerin ve Filistinli siyasi esirlerin serbest bırakılması talep edilecek, Filistin devleti resmen tanınacak, Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine destek sona erecek, ateşkes talep edilecek, Uluslararası Adalet Divanı kararları uygulanacak. Aşırı sol ve merkez sol arasındaki bu uluslararası ihtilaf konuları dışındaki vaatlerde uzlaşmak ise göreceli daha kolay: Macron’un emeklilik yaşını 64’e çıkaran reformu iptal edilecek, emeklilik yaşının 60’a indirilmesi amaçlanacak, asgari ücret arttırılacak, kadınlara regl izni verilecek, iklim değişikliğiyle mücadeleye öncelik verilecek, kreşlerde 500 bin yeni kontenjan açılacak, İslamofobi ve antisemitizm ile mücadele edilecek, miras vergisi arttırılacak, zenginlerden daha fazla vergi alınacak.
Fransız solunun geleneksel sosyal devlet vaatlerini içeren, diğer bir yandan ise solun farklı fraksiyonlarını uzun bir süredir karşı karşıya getiren uluslararası krizlere yönelik orta yol önerileri getiren bu parti programının bir başbakan adayı henüz yok. Merkez solcular, 2022 seçimlerinde olduğu gibi özellikle sağcılar ve merkez seçmen tarafından pek sevilmeyen Mélenchon’un başbakan adayı olarak öne çıkmasını istemiyor. Bu nedenle, henüz bir başbakan adayı açıklanmadı, hatta Glucksmann ve sosyalistler şimdiden meclis çoğunluğunun sağlanması durumunda başbakanın Mélenchon olmayacağını söyleyerek merkez seçmeni teskin etmeye başladı bile.
Tarih tekerrür edecek de nasıl?
1934’te yükselen aşırı sağa karşı Halk Cephesi kuran Fransız solu, 90 sene sonra tekrardan Avrupa kıtasında yükselen aşırı sağa karşı güçlü bir barikat kurma telaşında. Ama bu barikat, seçimlerin tek belirleyici etkeni değil. Fransa, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin önemli olduğu bir yarı başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Macron, erken seçimlerin sonucu ne olursa olsun Élysée’deki görevinde kalmaya devam edecek. Anketlere göre solcuların tek başlarına çoğunluğu sağlamaları pek mümkün değil. Macron’un seçimlerin ardından meclis tarafından güvensizlik önergesiyle düşürülmeyecek bir başbakan ataması gerekecek. Macron böyle bir durumda kendi partisinin liberal ve merkez siyasetçileriyle, merkez sağ ve soldaki vekillere ulaşabilir ve merkez sağ-sol ortak bir hükümetin kurulmasına ön ayak olabilir. Böylece hem sol hem de sağ ittifakı bölebilir, Fransız siyasetindeki etkisini bu merkez hükümet aracılığıyla sürdürebilir. Fakat Macron’un partisinin seçimlerde ağır bir hezimete uğraması, neredeyse meclisten silinmesi de yüksek bir olasılık. Böyle bir durumda meclis aritmetiği sol ağırlıklı bir hükümeti zorunlu kılabilir. Tabii aşırı sağ ve merkez sağ, sandıkta ittifakı kurmayı başarırsa ve merkez sağ seçmen aşırı solu aşırı sağdan daha büyük bir tehlike görürse Fransa seçim ertesine 28 yaşındaki aşırı sağcı Jordan Bardella başbakanlığındaki bir hükümetle de uyanabilir.
Seçim sonuçlarını tahmin etmek çok zor. Fakat öyle ya da böyle, Fransa’da tarih tekerrür edecek gibi duruyor. Ya 1930’lar Avrupası’nda olduğu gibi aşırı sağın postal sesleri yankılanacak, ya da Fransız solu birleşerek sağa karşı barikat kuracak. Bu barikatın temelleri, 90 sene önceki Halk Cephesi’nin temelleri gibi kırılgan. “Yeni Halk Cephesi”nin temelleri pek sağlam değil. Fransa’ya yüzlerce kilometre uzaklıktaki Ukrayna ve Filistin’de yaşananlar dahi bu sol birliği bir gecede bozabilir; sol ittifak ülkenin ciddi sorunlarına yönelik uzun vadeli çözüm üretebilecek bir ekip kurmakta zorlanabilir. Nitekim LFI’nin üst düzey yöneticileri Halk Cephesi’nin 1930’lardaki kurucusu ilk sosyalist başbakan Blum’un uzun yıllar vekillik yaptığından dahi bihaber, temsil ettikleri “Fransız solunun” tarihine ilişkin canlı yayında pot kırmaya hızla başladılar bile.
Fakat şimdilik Mélenchon ve Glucksmann’ın çok daha önemli bir öncelikleri var: Cumhuriyet’i korumak. Sonrasında bol bol kavga edebilirler. Zira yedi düvel birleşip yine de aşırı sağcı Le Pen’i durdurmayı başaramazlarsa uğruna birbirlerini tekfir edebilecekleri bir “Fransız solu” kalmayacak. Hem Bulgar komünist Dimitrov, hem Fransa’nın ilk sosyalist başbakanı Léon Blum mezarında ters dönecek.
İlgilisine öneriler
· Geçen hafta da solcuların aleyhlerine birleştikleri aşırı sağcı Le Pen ve Bardella’yı yazmıştım. Madalyonun eksik kalan kısmı için okumanızı öneririm: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/fransanin-toksik-aski-asiri-sagci-marine-le-penin-yakisikli-maskotu-jordan-bardella-170667/
· Fransız sendika hareketine ve Macron’un emeklilik reformuna dair yazım. Geçen sene kaleme almıştım: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/cia-boldu-macron-birlestirdi-fransanin-en-buyuk-muhalefet-partisi-8li-sendika-oldu-122171/