Ekümeniklik meselesi

Ülkemizde çoğu kez tartışmalar konuları öz değerleri üzerine değil, iyi veya kötü, ülke sevmek veya sevmemek haline getiriliyor. Herhalde “iyi polis-kötü polis” gibi Amerikan filmlerinin fazlaca etkisindeyiz. AB Komisyonu’nun 2004 İlerleme raporunda Patrik’in ekümeniklik sıfatını kullanmasının engellendiği belirtiliyor.

Ekümeniklik tartışması da bizde karmaşa içinde oluyor. Ortodoks dini hakkında pek az bilgim var. Bu nedenle, bu konuda İngiltere’de yazılmış, güvenilebilir bir kitaba başvurdum. Mario Rinvolucri’nin “Anatomy of a church, Greek Orthodoxy Today” adlı kitabının 152 ve 153’ncü sayfalarının ilgili kısmını aynen alıyorum. Kitap 1966 yılında basılmış.

“ …Patrik’in, 3 ncü yetki alanı Ekümenik Patrik olarak dünya ortodosluğunun “honoris causa” lideri olmaktır. İki ve Dördüncü Ekümenik Şuralar Konstatinopl (İstanbul demek ister) ve Roma’nın “eşit hak ve yetkilere” sahip olmasına karar verdi. 1054 ayrışımından sonra Hıristiyanlığın doğu kısmında İstanbul, Bizans’ın siyasal gücünün desteği ile, birinci sırada yer aldı. Şehir Türklerin eline geçince Osmanlı toprakları dışındaki fiili gücü azaldı; ancak uzun vadede Moskova’dan duyulan isyan seslerine rağmen, birinci olarak tanınma durumu devam etti. Bugün Patrik’in önde gelmesi aşağıdaki dört hakkı içermektedir: (i) Diğer Patriklerle birlikte ayin icra ederken birinci sırada durmak; (ii) İki Ortodoks kilisesi arasındaki ihtilafta arabulucu rolünü oynamak (bu hak en son 19’ncu asırda kullanılmıştır); ancak Patrik’in bu rolü yorum yapmak şeklindedir. Patrik, davet edildiği takdirde, hakem rolünü oynayabilir; ancak sahası dışındaki durumlara müdahale edemez ve fetva veremez ;(iii) Pan-Ortodoks Konferansları düzenlemek İstanbul’un münhasır yetkisi altındadır. Athenogoras bu yetkiyi Ortodoksluğun dahili meselelerinin görüşülmesi için ilk Rodos Konferansında; Ortodoksluğun Ortodoks olmayan kiliselerle ilişkileri konusunda 2’nci ve 3’üncü Rodos Konferanslarını toplayarak kullanmıştır; (iv) İstanbul, Ortodoksluğu “heterodoks”larla temaslarda temsil eder.”

Yazar benim kullandığım İstanbul kelimesi yerine Konstatinopl kelimesini kullanmıştır.

Vatikan’ın başı Papa da Patrik’in bu rolünü kabul ediyor ki 1964’den beri kendisi Patrik’le görüşmektedir.

Alıntı yaptığım yazar Rinvolucri’nin hangi dinden olduğunu bilmiyorum. Ancak, genelde Patrikhane konusunda pek sitayişkar olmadığı izlenimi aldım. “The Waters of Marah” kitabının yazarı Peter Hammond önemli bir yazardır ve kitabın önsözünü yazarak kitabın değerli olduğunu belirmiştir. Yazar Rinvolucri kitabında ayrıca, Katoliklik ve Ortodoksluk arasındaki fark nedeniyle, Patrik’in Papa gibi olamayacağını da izah ediyor.

Erdal Şafak da Sabah gazetesinde 2 Aralık 2004 tarihinde yazmış:

“Zaman zaman alevlenen “ekümenlik” tartışması bu kez Türk-ABD ilişkilerindeki gerginlikle çakışınca, “kriz” boyutlarına taşınıverdi.

ABD Büyükelçiliği’nde bugün verilecek bir resepsiyona Fener Rum Patriği I. Bartholomeos’un “Ekümenik” sıfatıyla çağırılması Ankara’yı ayağa kaldırdı; Başbakanlık acil bir genelgeyle bürokrasiden kimsenin davete gitmemesini istedi. “Ekümenlik” genel kabul gören anlamıyla, “Evrensellik” demek. Türk kamuoyu bunu “Dünyadaki 320 milyon Ortodoks Hıristiyan’ın ruhani liderliği” diye yorumluyor.

Aslında konunun kökleri modern çağların alacakaranlığına kadar gidiyor. İmparator Theodose 395’te İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti yaptı. Yani çağın kavramlarına göre, “Evrensel” (Ekümenik) imparatorluğun merkezi. 451 yılında Kadıköy’de toplanan 4’üncü Konsil (Patrik ve metropolitlerden oluşan kurul) İstanbul’un bu konumunu onayladı. 5’inci yüzyılın sonunda Batı’daki “Ekümenik İmparatorluk” olan Batı Roma İmparatorluğu tarihe karışınca İstanbul Patrikliği kendini “Ekümenik Patrik” ilan etti. Bu, “Pentarşi” diye tanımlanan beş patrikliğin (Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya ve Kudüs) birliğini simgeliyor, Kilise’nin bütünlüğünün bekçiliği görevini veriyordu. 

1453’te İstanbul’u fetheden Osmanlı, Ekümenik Patrik’e yeni bir statü verdi: Etnark. Anlamı: “Ortodoks milletinin lideri”. Bu, patriğin gücü ve nüfuzunun daha da genişletilmesi oluyordu; çünkü ruhani liderliğinin yanı sıra bir de siyasal önderlik ekleniyordu. Doğal; zira özellikle o çağdaki İslami anlayışa göre, din ve dünya işleri birbirinden ayrılamazdı. 

Uzatmayalım; daha sonraki yüzyıllarda Rus İmparatorluğu’nun doğması, Osmanlı’dan kopan Balkanlar’da birçok Ortodoks devleti kurulması, patriğin, “Ortodoks milletinin lideri” sıfatını ortadan kaldırdı. Lozan Antlaşması’yla da Türk hükümetinin denetiminde bir statüye indirgendi. 

Peki Türkiye, Patriğin “ekümenik” sıfatını kullanmasına neden karşı çıkıyor? Çünkü, Fener Patrikliği’nin sadece “Türkiye’deki Rum azınlığın dini temsilciliği” olduğu savunuluyor. Dayanak olarak da Lozan Antlaşması gösteriliyor. Ve deniyor ki, “Lozan bir kez delinirse arkası gelmez…” Oysa antlaşmada patriklikle ilgili hiçbir madde yok. 

Daha önemli bir gerekçe, “Fener Patriği’nin ekümenliği kabul edilirse, İstanbul tüm Ortodoksluğun merkezi haline gelir, ikinci Vatikan olur…” Acaba öyle mi? Ortodoks dünyasındaki tablo şöyle: Ukrayna Kilisesi, İstanbul’un otoritesini kabul etmiyor. Bulgaristan ve Sırbistan kiliseleri de bağımsız. I’inci Bartholomeos’un doğal etki alanı olması gereken Yunan Kilisesi, onu kesinlikle içişlerine karıştırmıyor. Hatta 4 yıl önce Simitis Hükümeti’nin yeni kimlik kartlarından din hanesinin kaldırılması kararına Yunan Kilisesi’nin başı Patrik Christodulos bayrak açıp, buna karşılık Bartholomeos destek verince ipler koptu. Bunu Kuzey Yunanistan’a üç metropolitin seçiminde Bartholomeos’un dışlanması izledi ve gerilim krize dönüştü. İki patrik 6 ay önce -gönülsüz- barıştılar.

En önemlisini sona sakladık; Ortodokslar’ın en büyük grubunu oluşturan (140 milyon) Ruslar’ın dini lideri, Moskova Patriği 2’nci Alexis, Fener Patriği’ni muhatap bile almıyor. “Ne Ekümeniği” diyor onun için, “Bu sevdadan vazgeçip işine baksın…” Ortodokslar, 9’uncu yüzyıldakine benzer bir bölünmeden söz ediyorlar.”

Kısacası; I. Bartholomeos’un ekümenliği, El-Ezher rektörünün kendini halife ilan etmeye kalkması gibi bir şey. Bakalım bir gün bu korkuları aşabilecek miyiz?