31 Mart seçimlerinde AK Parti’nin ikinci parti konumuna düşmesinin ardından seçimin galibi CHP lideri Özgür Özel’in CumhurbaşkanıTayyip Erdoğan’dan görüşme talebiyle başlayan “yumuşama-normalleşme” süreci, tuhaf bir normalleşme hikayesine doğru ilerliyor.
Malum CHP liderine iade-i ziyarette bulunan Cumhurbaşkanının “Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. Türkiye’de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız” sözleriyle normalleşmenin gerekliliğinin altını çizerek toplumun beklentilerini zenginleştiren bir tavır ortaya koymuştu.
Ama sonra anlaşıldı ki temiz hava bazılarına hiç iyi gelmiyormuş… Nitekim ‘normalleşme’ adımlarından mutlu olmayan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önce “AK Parti ve CHP arasında geniş tabanlı bir ittifak kurun” açıklamasında bulundu, ardından da ‘yumuşama’işinin ‘sinsi emellerin’ bir ürünü olduğunu söyleyerek AK Parti’ye rest çekti.
Ve Bahçeli’nin mesajını alan Cumhurbaşkanı Erdoğan 52 günün ardından sert mesajlarla CHP’ye yüklendi ve dedi ki: “Bizim siyasette yumuşama çabamız aslında muhalefeti normalleştirme çabasıdır. Dilini söylemini düzeltecek olan muhalefettir. Normalleşmesi gereken muhalefettir.”
Demek ki “Türkiş normalleşme” böyle oluyormuş… Eğer iktidarın emeklinin, asgari ücretlinin ve fukaranın kemerlerini daha da sıkmasını sağlayacak icraatlarına temenna çıkmaz, Cumhur İttifakı’nın faziletlerini(!) keşfedemezseniz, ya bozguncusunuzdur ya da‘dış güçler’in aparatı.
Açıkçası ekonomide, hukukta, dış politikada, eğitimde Türkiye’yi üçüncü dünya ülkeleri ligine düşüren AK Parti-MHP koalisyonunun siyasette normalleşme sağlayabileceğine ilişkin büyük beklentiler içinde değildik. Ama küçük de olsa bir umudu hep canlı tutmaya çalıştık.
Çünkü bu normalleşmeye Türkiye’nin ve özellikle de AK Parti’nin çok ihtiyacı vardı. Bir kez daha gördük ki AK Parti, 31 Mart’ın mesajını henüz anlayamamış.
Oysa seçimin hemen ertesinde bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, hatalarını düzelterek toplumla gönül bağlarını tamir edecekleri yönünde önemli mesajlar vermişti. Ama şimdi Bahçeli’nin ağzından başka bir hikaye yazıyor. AK Parti bu durumu kabul etmekte zorlansa da büyük bir bölümünü Bahçeli’nin yazdığı bu yeni hikaye kutuplaşmayı daha da derinleştirecek ve AK Parti’yi “milletin tarafı”ndan uzaklaştıracaktır.
Bugün itibariyle “milletin tarafı”nda olan, uzlaşma için el uzatan ve normalleşmeyi isteyen CHP’dir. Eğer AK Parti küçük ortağının hatırı için milletle inatlaşmaya devam ederse, bu normalleşme hikayesinin kazananı da CHP olur. Nitekim kamuoyu araştırmaları da CHP’nin birinci parti olarak giderek arayı açtığını gösteriyor.
Aslında Erdoğan gibi usta bir siyasetçinin, bu gidişatın AK Parti hikayesini iyi bir noktaya götürmediğini görmemesi mümkün değildir. Anlaşılan o ki MHP’ye mecbur ve mahkum olması onun da elini kolunu bağlıyor. Hala devam eden ilişkilerim dolayısıyla AK Parti tabanından duyduğum en dramatik cümle şu: “MHP’nin gölgesinde yavaş yavaş eriyoruz.” Açıkçası teşkilatlardan yükselen bu seslerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da ulaştığı kanaatindeyim.
Bilmem AK Parti farkında mı ama şu an itibariyle CHP emeklinin, asgari ücretlinin, fakir-fukaranın, adaletin bir türlü uğramadığı kesimlerin sesini dillendiren bir parti, AK parti ise devletten beslenen imtiyazlı şirketlerin tek temsilcisi gibi gözüküyor.
Kuşkusuz AK Parti sadece orta ve alt gelir gruplarının talepleri konusunda değil, aynı zamanda ülkedeki hukuksuzluklar karşısında da son derece duyarsız bir konuma düşmüş bulunuyor.
Düşünün ki Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan ateş Ankara’nın göbeğinde katlediliyor ama bir buçuk yıldır hukuk sağlıklı bir şekilde işlemiyor. Bu konuda toplum vicdanından yükselen sesi, iktidarın duyduğunu söylemek ne yazık ki pek mümkün değil. Tam aksineSinan Ateş meselesinde MHP’ye yönelik eleştirilerden rahatsız olanErdoğan, “Gerek Devlet Bahçeli gerek şahsım, saldırıların arkasındaki karanlık odakları net biçimde görüyor. Bunların meseleleri MHP’den ziyade Cumhur İttifakı’dır” diyerek bir bakıma MHP’ye olan sadakatini kanıtlıyor. İktidar aynı şekilde AİHM’nin Osman Kavala kararına direnerek, Türkiye’nin hukuksal görünümüne zarar veriyor. Ama aynı zamanda Mehmet Şimşek’in uluslararası finans dünyası ile ilişkilerinin önünü de kapatıyor. Ne desek boş, demek ki AK Parti geçmişteki başarılarını bile yok sayarak kendi ayağına kurşun sıkmaya devam edecek…