Türkiye’nin, “Araplar arasındaki meselelere burnunu sokmaması” diye özetlenebilecek eski Ortadoğu politikası, Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” vizyonuyla tarihe karıştığında uyarıyorduk: Ortadoğu bataklıktır, Türkiye’yi de içine çekmesine yol açacak adımlar atmayın diye!
Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu günlerde bu eleştirilere verdiği yanıt, tam olarak şöyleydi:
“Birileri Orta Doğu bataklığına bulaşmayalım diyecek ama biz o bataklık dedikleri Şam’ı, Şam – ı Şerif bilmişiz, o bataklık dedikleri Ortadoğu’daki Mekke’yi, Medine’yi Kâbe bilmişiz, o bataklık dedikleri Ortadoğu’daki Bağdat’ı kardeş bilmişiz, o bataklık dedikleri Kerkük’ü aziz bilmişiz, Ortadoğu bataklık değil, insanlığı ayağa kaldıran o aziz vahyin merkezidir; Hira’nın merkezidir, Beytül Dağı’dır, Kudüs’tür, Kahire’dir.”
Davutoğlu’nun “birileri” dediği kişiler, Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı CHP’li politikacılar ile o günlerde bu minvalde yazan ben ve Ertuğrul Özkök gibi gazetecilerdi.
Musul’da, Türkiye Başkonsolosluğu IŞİD tarafından basılıp, vatandaşlarımız rehin alındığında durumu eleştiren Kemal Kılıçdaroğlu’na, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da şöyle yanıt vermişti:
“CHP’nin genel müdürü son zamanlarda çok sık olarak Ortadoğu’dan bataklık olarak bahsediyor. Bu apaçık cehalettir. Ortadoğu’ya milyonlarca insanın yaşadığı, vatanlarının olduğu bir bölgeye bataklık demek ırkçılıktır, ayrımcılıktır, faşizmin ortaya çıkmasıdır.”
Dün de sözünü etmiştim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, HaberTürk kanalında bir sohbet programına katılmıştı.
Fidan, Kıbrıs Rum yönetimini, İsrail’e verdiği destek nedeniyle eleştirir, Rumları ve Yunanistan’ı uyarırken şu cümleyi kurdu:
“Ortadoğu’da devam eden savaşlara taraf olduğunuzda o ateş gelir sizi de bulur. Biz de aynı coğrafyadayız, gelir bizi de bulur.”
Henüz “bataklık” demiyor ama “bulaşır” diye yola çıkmış ki bu da Siyasal İslamcı retorik için önemli bir aşama sayılmalı.
Bakalım Erdoğan ve Davutoğlu, Fidan’ın bu sözlerini nasıl karşılayacak?
Bu sözlerin sahibi Dışişleri Bakanı olduğuna göre, artık geleneksel Ortadoğu politikasına dönüş yolunda bir sinyal verildiğini düşünebiliriz sanıyorum.
Erdoğan, Gazze’deki direnişi Anadolu’nun savunulması olarak tanımlıyor, Dışişleri Bakanı “Ortadoğu’da savaşa taraf olursanız o ateş gelir sizi bulur” diyor.
Hangisi Türkiye’nin Ortadoğu politikası?
Ve bir soru daha: Kıbrıslı Rumları ve Yunanistan’ı İsrail’e destek olmamaları için uyarırken, İsrail’in bölgedeki en önemli destekçisi Azerbaycan’dan hiç söz etmemenin anlamı nedir?
Azerbaycan, İsrail’i destekliyor çünkü kendi ulusal çıkarlarının bunu gerektirdiğini düşünüyor.
Türkiye, bu konuda Azerbaycan’ı ikna edemiyorsa, Yunanistan’a, Kıbrıslı Rumlara nasıl söz geçirebileceğini düşünüyor?
“Ateş gelir sizi bulur” sözleri, üstü örtülü bir savaş tehdidi mi?
* * *
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Polis Akademisi mezuniyet töreninde bir konuşma yaptı.
Bu konuşmasından şu bölümü kaydettim:
“Geçmişte ülkemiz kendini hukukun üstünde gören bürokratik vesayetten çok çekmiştir. Devlet güvenliği öne sürülerek hukukun üstünlüğü çiğnenmiş, anayasa askıya alınmış, milletimizin özgürlük alanları daraltılmıştır. Biz bu dönemi Türkiye'nin kayıp yılları olarak değerlendiriyoruz.”
Erdoğan’ın bu durumdan söz ederken “geçmişte” demesi endişeye kapılmama neden oldu.
Acaba memleketimizin tek yöneticisi, dünya lideri Cumhurbaşkanımız, “zaman – mekân” duygusunu tamamen kaybetti ve başka bir evrende yaşadığını zannetmeye mi başladı?
Çünkü Erdoğan’ın “geçti” zannettiği şeyin uzun süredir tam göbeğinde yaşıyoruz.
“Bürokratik vesayet” deseniz bu kadarı ilk kez oluyor.
İdari kararlarla seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, seçilmiş belediye meclisleri yok sayılıyor, seçilmiş kişilerin yerine devletin idari bürokrasisinden tayinler yapılıyor.
Bu vatandaşlara “sen doğru seçim yapamıyorsun, ben senin yerine bu işi halledeceğim, korkma” demek değilse, nedir?
“Geçmişte devlet güvenliği öne sürülerek hukukun üstünlüğü çiğnenmiş, anayasa askıya alınmış, milletimizin özgürlük alanları daraltılmıştır” diyor.
Tam da bugünkü durumu anlatıyor.
“Devlet güvenliği” öne sürülerek Anayasa’nın askıya alındığı bu dönemle ancak askeri darbe dönemleri kıyaslanabilir.
Anayasa Mahkemesi, AİHM kararları, alt derece mahkemeler tarafından tam da bu nedenle uygulanmıyor.
Anayasa’nın açık hükümleri tam da bu nedenle bizzat kendisinin de dahil olduğu bir yönetici elit tarafından yok sayılıyor.
Daha geçen gün vatandaşların temel haklarından birinin kullanılmasını Valilik kararıyla engellediler. Taksim’i, Şişhane’yi kapattılar.
Ankara’da güpegündüz işlenen bir siyasi cinayetin doğru düzgün soruşturulması bile engelleniyor.
Haksız mıyım, Cumhurbaşkanı “zaman – mekân” duygusunu kaybetti mi acaba diye endişelenmekte?
Yoksa ağam bizimle eğleniy mi?
* * *
Fenerbahçe futbol takımının bu sezon giyeceği formalar geçen gün tanıtıldı.
Forma satışı dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kulüpler için önemli bir gelir kaynağı.
Onun için her yıl yeni formaların tasarlanması, bunun iddialı gösterilerle taraftara sunulması artık alışılmış bir uygulama.
Ancak Fenerbahçe’nin “bu yılın çubuklu forması” diye tanıttığı forma, çubuklu filan değil; hadi “utangaç çubuklu” diyeyim. Geniş bir yorumla “parçalı” bile diyebiliriz bu formaya.
Formaları üretmesi için anlaşılan şirket, bu işi uzun yıllardır yapan, sektörün önde gelen şirketlerinden biri.
Ancak belli ki tasarımcıların, Fenerbahçe’nin “çubuklu tarihi” ile ilgili bilgileri zayıfmış.
Klasik formalar üzerinde çok fazla oynanmaz. Her yıl küçük ayrıntılarda tasarımcı kendi yaratıcılığını elbette ortaya koyabilir ama klasik, tarihi formanın genel çizgisini muhafaza etmek esastır.
Almanya’nın siyah şort – beyaz tişörtten oluşan klasik milli takım formasını değiştirmek kimsenin aklına gelmiyor.
“Kırmızı şeytanlar”, her yıl kırmızı dışında da forma giyebiliyorlar ama klasik formaya dokunulmuyor.
Arsenal’in mor forması bile var ama geleneksel parçalı forması her yıl aynı.
Fenerbahçe’nin çubuklu forması da böyle bir forma.
Çok geç olmadan, geleneksel olana yaklaşan bir tasarım yapılsa daha doğru olur.