Yazıya çok iddialı bir başlık attığımın farkındayım ama bir süredir kafamda hep bu var. Kim sonlandıracak bilmiyorum ancak Cumhur İttifakı’nın, bir diğer deyişle Erdoğan-Bahçeli birlikteliğinin son demlerini yaşadığı kanısındayım, daha doğru böyle bir hissiyata sahibim. Bu yazıda neden böyle düşündüğümü ve ittifakın dağılması halinde neler olabileceğini ele almaya çalışacağım.
Son dönemde öncelikle Bahçeli’nin, ardından Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nın sapasağlam yola devam ettiği, kimsenin “surlarda gedik açamayacağı” sözlerine dikkat çekmek istiyorum. Bu ısrarlı vurgular her şeyden önce bir şeylerin tehlikede olduğuna işaret ediyor. Diğer bir deyişle ateş var ki duman çıkıyor.
Gülen ile de “sorun yok” deniyordu
İkinci olarak, benzer sözleri en son olarak Erdoğan-Fethullah Gülen ittifakının dağılmasının hemen öncesinde de taraflardan sıklıkla işitmiştik. Kopuşun başlangıcı için 7 Şubat 2012’deki MİT krizini ele alacak olursak, Erdoğan’ın aynı yılın haziran ayında İstanbul’da, bir sonraki yıl İzmir’de Fethullahçıların düzenlediği Türkçe Olimpiyatları’nın onur konuğu olduğunu, “bu hasret bitsin” diye adını vermeden Gülen’i Türkiye’ye davet ettiğini hatırlatabiliriz. İzmir’deki olimpiyatlardan bir süre sonra, 2013’ün son aylarında dershane krizi patlak verince bunu “Cemaat-hükümet arasında meydan muharebesi” olarak tanımlamış ve her iki kesimin de hücumuna maruz kalmıştım. Sonrasını biliyoruz.
Şu ana kadar MİT krizi veya dershane krizi gibi çok bariz çatışmalara tanık olmadığımız muhakkak ama AKP içinde MHP ile ittifaktan duyulan rahatsızlığın giderek arttığı, MHP’nin de dolaylı yollarla dile getirilen bu rahatsızlıklardan epey rahatsız olduğu ortada. Bir diğer husus da Sinan Ateş suikastı soruşturmasının, eğer Erdoğan isterse, hızlı bir şekilde taraflar arasında bir krize neden olabileceği açık.
Devlette ülkücü kadrolaşma
Erdoğan zamanında “askeri vesayet” ile mücadele edebilme adına bir nevi Fethullahçıların vesayetini kabullenmek zorunda kalmış, devletin kadrolarını onlara alabildiğine açmıştı. Fakat 17/25 Aralık olayı bu Fethullahçı kadrolaşmanın pekala, hatta öncelikle kendisini hedef alabileceğini göstermiş ve bu krizi güç bela atlatabilmişti. 17/25 Aralık Erdoğan’ın sadece Fethullahçıları değil, aynı zamanda yanında yeterince güçlü bir şekilde durmadıklarını düşündüğü kişi ve çevreleri de tasfiyeye başlamasının miladı olmuştur.
Devlette Fethullahçılardan boşalan yerlere bazı AKP’liler, bol miktarda farklı cemaatlerden isimler ve tabii ki ülkücüler dolduruldu. Ülkücüler zaten öteden beri devlet içinde güçlü bir şekilde temsil ediliyordu. Hatta Fethullahçılar, devlet içinde hegemonyalarını inşa ederken çok sayıda ülkücü kadroyu da devşirmişlerdi. 15 Temmuz sonrasında ülkücü kadrolaşmanın yeni bir altın dönemine tanık olduk. Ve daha önceki acı deneyimlerden hareketle bunun Erdoğan için artık bir sıkıntı nedeni olduğunu düşünmemiz için çok neden var.
“Dün dündür bugün bugün”
Erdoğan iktidara geldiğinden beri gerek partisinin içinde gerekse başka parti ve çevrelerle ittifaklar kurdu ve bozdu. Dün dostu olanların neredeyse tamamı düşmanı ya da en hafif deyimiyle hasmı; dün düşmanı olanların önemli bir kısmı da müttefiki. Bir zamanlar, sırf Erdoğan/AKP karşıtlığıyla epey prim yapmış olan Mehmet Ali Çelebi, Metin Feyzioğlu, Hulki Cevizoğlu gibi isimlerin bugünkü halleri malum. Ve galiba şimdi sırada Meral Akşener var.
Erdoğan bu keskin dönüşleri yaparken Süleyman Demirel’in “dün dündür, bugün bugün” deyişini pusula bellemişe benziyor. Onun için öncelikle konu iktidarını koruyabilmek. Ve bugün itibarıyla MHP ile ittifakın iktidarını korumaya yetmeyeceği anlaşılıyor.
Normal şartlarda Erdoğan’ın bu sorunu aşmak için, MHP’yi de yanında tutarak başka partileri ittifaka dahil etmesi beklenebilir. Fakat son yerel seçimler bize fazla seçeceği kalmadığını gösteriyor. 31 Mart itibarıyla beş partili bir sistemle karşı karşıyayız: CHP, AKP, MHP, DEM Parti ve YRP. AKP ve MHP’nin, CHP ve DEM Parti’yi yanlarına çekebilmeleri imkansız, YRP gelse bile dertlerine derman olabileceği meçhul.
CHP ile yakınlaşma ihtiyacı
Ekonomideki gidişatın iktidarı daha da zorlayacağı düşünülürse Erdoğan’ın fatura daha da ağırlaşmadan yeni arayışlara gitmek zorunda kalacağını ve önündeki tek olmasa bile ilk seçeceğin CHP olduğunu düşünüyorum. Ama bunun yeni bir ittifak olarak şekillenmesi hayli zor olacaktır, en azından epey zaman alacaktır. İlk bakışta Erdoğan’ın CHP’yi kullanması şeklinde algılanabilecek olan böylesi bir işbirliği, eğer kurmayları akıllıca hareket edebilirse ana muhalefet partisi için çok mükemmel bir fırsat dahi olabilir.