Rövanş duygusu, kara kaplı defterler, hesap sorma eğilimleri, tartışmaları hiç gündemden düşmez.
2010 referandumundan yıllar sonra (pişman olanların, “hayır” diyenlerin ve “boykotçular”ın ithamlarıyla) ateşi hiç sönmeyen “yetmez ama evet” meselesi buna tipik bir örnek.
Karşılıklı siyasi pozisyonlar kadar, her bir tarafın, örneğin özellikle solun içindeki tartışmaların merkezini (hala) bu kampanya oluşturuyor.
Bu hazin ve anlamsız bir durumdur.
“Yetmez ama evet” meselesine geri dönüş, esasen, “kim haklı çıktı”, “kim daha çok ve daha gerçek solcu” soruları etrafında dönen sığ bu hesap sorma halidir. Bu hal, her şeyden önce, “düne dair” siyaset dışı bir tutuma işaret eder. Bugünü, “görece doğrularıyla” düne dair bir tutum üzerinden ele alır, dahası tüm iddiasına rağmen, dünü, düne dair dinamikleri, çelişkileri, girdileri yok sayar. Nitekim bu tartışmalarda “dün”, tashih edilerek”, “çelişkilerinden arındırılarak”, kimi seçilen yönleriyle ele alınıp “yeniden kurularak” sunulur.
“Yetmez ama evet” tartışması etrafında yaşanan budur.
Ne var ki ne hayat ne siyaset böyle bir şey...
Tartışma, bugün bakımından da siyaset dışında kalan bir tartışmadır. Dünü belirleyen, bugüne uzanan kimisi olumlu ve kurucu belirleyici ayrıntılarını unutmaktadır. Bunun yerine kişiye ve niteliğine göre değişen dozlarda ezberlenmiş siyasi tutumların, güvensizlik ve ideolojik hükümlerin kör tekrarını devreye sokmakta, bu tür akıl yürütmenin hükümranlığına kapı açmaktadır. Bu hükümranlık bugünü, düne, dünden bugüne uzanan ilişkilerinin kritik unsurlarına, çelişkilerine ilişkin tartışmalarının da önüne set çeker.
Ne yakın Türkiye tarihi veya yaşanan sorunların başlangıç noktası 2010 referandumudur, ne AK Parti’nin öyküsü tek katmanlıdır.
Yakın tarih ya da bu öykü farklı konjonktürlerin, iktidarın farklı siyasi paradigmalarının varlığından oluşur. Açılma dönemleri kadar kapanma evrelerini, özgürlük alanın genişlediği dönemler kadar, daraldığı dönemleri içerir. Kimlikler ayrışması kadar kimlikler etkileşimini, kimlik kutuplaşması kadar kimlik-birey ilişkilerinin esnemesi gibi çelişkili halleri aynı anda kapsar. Askeri vesayetle mücadele gerçeği kadar, bunun iktidar mücadelelerine, güç kontrolüne vesile edilmesine işaret eder. Ergenekon, Balyoz gibi adli süreçler, bu iki hal ve çelişkili hal üzerine otururlar. Ne doğru yanlışı kurtarır, ne yanlış doğruyu götürür.
Kimse, iktidar-cemaat kavgasının, cemaatin derin hedeflerinin ürettiği büyük siyasi yanılsamanın dışında değildir.
Şu ya da bu oranda...
Olgusal çıplak gerçek şu: 15 Temmuz, ülkede bir siyasi algı sarsıntısına yol açarak, siyasi dengeler ve pozisyonları altüst etmiştir. Gülencilerin devlet içinde edindikleri güçle 2004’ten (özel yetkili mahkemelerin kurulması ve buraya kademeli olarak sızmaya başlamalarından) itibaren izledikleri emniyet ve yargı stratejisinin önündeki perde kademeli olarak kalkmış ve bu, kimi istisnalar dışında, tüm kesimler için geriye dönük bir okuma, düzeltme, açıklama, kurgu mekanizmasını tetiklemiştir. Zamanla 2010-2015 arası siyasi gelişmelerdeki, kumpas ve yönlendirilme boyutu ülkenin üzerine tüm ağırlığıyla çökmüş, bu çerçevede bir süre önce çatışan aktörler arasında yeni siyasi yakınlaşmalar ve ittifaklar doğmuştur.
Yetmez ama evet tartışması örneklerden sadece bir örnek..
İşaret ettiği kimi zaman akademik iddiaların da arkasına gizlenen politik, entelektüel, ideolojik bir rövanş duygusudur
Rövanş duygusu ise dar siyaset anlayışının, en hastalıklı, temas ettiği her şeyi bozan zihniyet unsurudur.