G7’de ne oldu?

“Devlet-Sermâye-Ulus” üçlüsü arasındaki denklemi, bileşenleri birbirine karşı sorumlu kılmak adına bir dizi kanalın mevcut olduğunu biliyoruz. Bunlardan ikisi son derecede baskındır. Demokrasi ve hukûkun üstünlüğü ilkelerinin işlevi, üç bileşeni dengeye getirmektir. Bu ilkeler, bileşenler arasında en zayıf ve kırılgan olan ulusu merkeze koyar ve onu diğer ikisinin ezici gücü karşısında destekler. (Burada ulusu da kendi alt bileşenleri itibârıyla bireysel ve sınıfsal düzlemde değerlendirmek mümkündür. Farklı ideolojiler kendi odaklarını bulur. Çok kaba hatlarıyla bakılacak olursa; meselâ muhafazakârlar ulusu organik, liberaller birey, sosyalistler ise sınıf merkezli değerlendirmişlerdir).

Demokrasi ve hukûkun âletleri mâhir bir mühendislikle işletilebilir ise, özgürlük bahçeleri ile güvenlik duvarları arasında mâkul ve makbûl dengeler sağlanabilir. Bu da bireylerden başlayarak, alt sınıfları ve nihâyetinde ulusu hayli rahatlatabilecektir. Doğrusu, dönemsel de olsa bunun târihsel misalleri mevcuttur. Batılılığın iftihar listesinde bu başarılar sıklıkla vurgulanır.

Gelin görün ki bu model kendi içinde kapalı olarak işleyen bir modeldir. Devletler, uluslar ve sermâye arası ilişkilere gelindiğinde manzara alt üst olur. Bu üç bileşeni kendi içinde bir dengeye getirmek kolay olmasa da asla başarılamaz değildir. Lâkin küresel ölçekte her şey tersine dönmektedir.

Kast sistemi en sâhici hâliyle Hindistan’ı ve Brahmanizmi çağrıştırır. Târih eşitsiz ve hiyerarşik bir işleyişe sâhiptir. Roma’nın köleleri veyâ feodalitenin marabaları ile Hintli paryalar arasında statü olarak pek fazla fark olduğu söylenemez. Mesele aslında bir geçirgenlik meselesidir. Köleler, meselâ âzad edilmek sûretiyle özgür (köle olmayan) bir birey hâline gelebilir. Çok nâdir de görülse de bu kapı açıktır. Başka bir misâl ise devşirme usullerinden getirilebilir. Kadim dünyâda mutâd olduğu üzere eşitlikçi olmayan ilişkiler üzerine inşâ olan Osmanlı bunun en gelişmiş modellerinden birisine sâhiptir. Tâbi statüde olan bir cemaatten birileri, istidat sâhibi ise hiyerarşide çok üst seviyede bir pozisyon elde edebilir. Buna mukâbil bir parya için bu düşünülemez. Yâni Brahmanizm eşitsiz insan ilişkilerinin en sert yüzüdür. Hoş, Avrupa’daki aristokratik ayrıcalıkların Brahmanizme hayli yakın olduğu söylenebilir. Aristokrat doğulur; sonradan aristokrat olunamaz. Bu ikisi arasındaki fark Brahmanizmin teolojik bahanelerine karşı, aristokratik kastların kan bağı gibi daha dünyevî bir kıstasa oturmasıdır.

Modern dünyâda uluslaşma üzerinden yaşanan burjuva dinamikler, eşitlik ilkesine çok titizlenen bir performans göstermiştir. Geleneksel kodlarla şekillenen ayrıcalıklara karşı burjuva eşitlik düşüncesi, en başta bireyler ve daha sonrasında sınıflar için geçirgenliğe açıktır. Dahası, modern dünyâda bu geçirgenlik, en azından söylemde; daha ileri düzlemde olmak üzere hukukta hatırı sayılır bir çapta teşvik edilir. Bunun, sermâye birikimi açısından hayâtî bir rolü olduğu ortadadır. Bu teşviklerin ana sâiki, önü açılmış bireyler etkinlik ve girişim rûhu kazanacak ve sermâye birikiminin büyümesine katkıda bulunacakları varsayımıdır. Hoş sermâye birikiminde bu kadar cömert olan bakış, onun bölüşümü için son derecede eli sıkı davranmıştır. Ama bu hasisliğini uzun zaman devâm ettirememiş, sınıfsal düzlemde verilen mücâdeleler alt sınıfların orta sınıflaşmasına evrilmiştir. Hâsılı burada bir geçirgenlik pratiği doğmuştur.

Ulus içinde, şu veyâ bu derecede mümkün olabileceği ıspatlanmış olan bu geçirgenlik meselesi dünyâ ölçeğinde bakıldığında karşılık bulmaz. Sermâyenin genişlemesi süreçleri, onun birikim süreçlerinden en az bir kaç kat daha zâlimdir. Birikim süreçleri ,şöyle veyâ böyle; şu veyâ bu derece bölüşüm dinamikleri üzerinden ıslâh edildi. Ama genişleme süreçleri bunun dışında kaldı. Burada bâzı kültürel hegemonik kodlar son derecede işlevsel bir rol oynar. Başarının sâhipleri olan başat-merkezî güçler, yarı merkez ve çeper dünyâlara başarılarını kasım kasım gösterirler. “Bakın, biz başardık. Ha gayret, siz de başarın” kabilinden son derecede teşvik edici manzaralardır bunlar. Birikimden yoksun topluluklar arasında, Japonya ve Rusya gibi târihsel gecikmişliğin hırsıyla, her nev’i felâketli bedeli ödeyerek başarılı olanlar vardır. Buna daha sonra Güney Kore ve Çin de katılmıştır. Brezilya, Meksika ve Türkiye gibi son zamanlarda iyi kötü yol alanlar da yok değildir. Lâkin burada çok tuhaf gidişatlar dikkât çekiyor.

Futbol liglerinin yapısı durumu anlamamızı sağlayabilir. La Liga, Premiere Leage, Serie A, Bundesliga, bizde ise Süper Lig en parlak takımları ihtivâ eder. Bu liglerin de süperleri vardır. Şampiyonluklar onların arasında el değiştirir. Kalanlar ise onların kendi aralarındaki rekabetlerin figüranlarıdır. Meselâ Real Madrit ve Barcelona, Manchester City, Manchester United, Liverpool, Juventus, Bayern München, Paris ST Germain vb takımlar bu liglerin en dişlileridir. Arada, çok nâdir olarak sürprizler olsa da şampiyonluklar bunlardan birisi tarafından elde edilir. Diğerlerinin umutları Kaf Dağı’nın ardındadır. Her sezon başında olmayacak dualara âmin derler. Ligte tutunmak bile onlar için başarıdır. Bizde de Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’tır en dişli takımlar. Arada Trabzonspor, hattâ Başakşehir, Bursaspor şampiyon olsa da bu genel tablo pek değişmez. Hatta bu durumlarda ligin tadının kaçtığını düşünenler çoktur. Bu üstün ligler, aslında G20’nin izdüşümüdür. G7 ise bu ligin üstün kastını oluşturuyor. ABD, Birleşik Krallık, Kanada, Fransa,Almanya, İtalya, Japonya ekonomik ligin Real Madrit’i, Barcelona’sıdır. Onlar için de son zamanlarda ekonomik ligin tadı kaçmış durumda. Çünkü nevzuhûr bir takım nâdirattan değil bayağı bayağı zirveyi zorluyor. Çin sahnede ve ABD’yi hariçte tutacak olursak diğerlerinin tamamında daha fazla, hattâ toplamına yakın üretim yapıyor. Ama ne gam? G7’ye dâhil olmak için bu yetmiyor. Güney Kore’yi bile almamakta ısrarlılar. Çin düşünülemez bile. Onu Dünyâ Ticâret Örgütü’ne aldıklarına bile çok pişman oldukları belli. Hâsılı G7 giderek Brahmanlaşıp kastlaşıyor. Buna büzüşme de diyebilirsiniz. Son toplantıya Hindistan, Venezüela ve Türkiye gibi devletleri çağırmaları, gûya bu büzüşmeyi, Brahmanlaşmayı maskelemek içindir. Hâsılı jeopolitik jeoekonomi ve jeokültür arasındaki ilişkiler alt üst vaziyette.