Geçen günlerin birinde Cansu Çamlıbel’in Dücane Cündioğlu ile yaptığı oldukça uzun mülakat burada yayımlandı. Bunun bir yerinde Cündioğlu “Her İslamcı siyasal İslamcı’dır; bunun başka türlüsü olmaz” diyordu.
Evet, bu böyledir. Cündioğlu doğru söylüyor. Böyle olduğu için “Ben İslamcıyım” diyen bir Müslüman’la “Ben hem Müslüman hem de laikim” diyen birinin anlaşması kısa ya da uzun vadede mümkün değildir. Çünkü o Müslüman’ın gözünde bunu söyleyen bir insan, aslında, “Ben Müslüman değilim” diyordur.
Bu, İslam’a özgü bir durum mu? İslamcılar mı, sadece İslamcılar mı, “Siyasetsiz olmaz!” diye tutturuyorlar?
Hayır. Hemen hemen bütün dinler aynı şeyleri söyleyecektir. Dinden söz ediyoruz, “Tanrı”dan söz ediyoruz. Bir topluluğu yönetmenin tanrısal buyruklardan başka temeli olabilir mi? “Laik bir tanrı” olabilir mi?
Ama bakıyoruz çevremize, özellikle de Batı’ya. Aşağı yukarı bütün ülkeler laikliği benimsemiş. Neden? Nasıl?
Örneğin, “Papa laik midir?” diye sorayım. Öyle görünüyor ama Papa yüzyıllarca prenslerle mücadele ettikten sonra, onlara diş geçiremediği için bu noktaya geldi. Çünkü “modern Avrupa”, “aşağıdan yukarıya” işleyen bir feodalizm sürecinin çabalarıyla kuruldu ve aristokratlar Papa’ya saygılarını politik iktidarı onun eline verecek dereceye uzatmadılar. Papa’ya da herhangi bir prens hüküm süreceği bıraktılar ama gerisini ele geçirmesine meydan bırakmadılar. Bu çetin iktidar mücadelesinde neler neler oldu. Sonunda Papa da nerede duracağını bilmek zorunda kaldı.
Öncelikle Katolik Dünya’dan söz ediyorum tabii. Doğu’nun, Ortodoks Doğu’nun tarihi ve talihi başka türlü şekillendi. Bu bölgelerde “laiklik” bir sorun olmadı çünkü zaten “seküler” iktidar kendinden bağımsız bir bağımsız otoriteye yaşama imkânı tanımadı. İstanbul’daki Patrik İmparator’un memuruydu, Osmanlı’da Şeyhülislam’ın olacağı gibi. Dolayısıyla dünyanın bu tarafında iktidar denen şey ezelden beri “mutlak”tır. Din ve devlet arasında bir ayrım da söz konusu olmamıştır.
Derken Batı’da Protestanlık zuhur ediyor. Protestan ülkeler de laik, hatta en laik onlar görünüyor. Bu nasıl oluyor?
Jean Calvin İsviçre’den geçerken bu kentin Protestan olmuş halkı onu tanıdı ve kendilerini onun yönetmesini istediler. “Bize yönetim kurallarını göster” dediler. Calvin kabul etti; “Yaşlılar”, “pastorlar” falan diye yöneticilik kademeleri düzenledi. Yani tamamen teokratik bir düzen kurdu.
Birçok Avrupalı, özellikle kuzeyli, Protestan oldu. Her yerde varlıkları hoş karşılanmadı, yerine göre değişen baskılarla mücadele etmeleri gerekti. Dinlerinin emrettiği toplumsal ve politik düzen içinde yaşamak istiyorlardı. Bunlar Yeni Dünya’ya göç ettiler. Kuzey Amerika’da, Amerika Birleşik Devletleri olacak topraklarda nüfusun önemli bir yüzdesini bu gruplar oluşturdu. Amerika’da “devletlere” tanınan ve bugün de büyük ölçüde devam edegelen geniş çaplı yerel özerkliğin nedeni budur. (Onun için bu ülkenin yönetsel yapısından söz ederken “devlet” değil de bizim genellikle yaptığımız gibi, “eyalet” demek yanlıştır.) ABD bir federal devletler bütünü olarak kurulmuştur. Quaker’lar, Unitarian’lar, Amish, Mennonite ve daha pek çok irili ufaklı Protestan cemaat da inançlarıyla yaşamaya devam etmektedir. Bu durumda “Protestanlar laikmiş” demek herhalde pek isabetli olmuyor. Ancak dünyanın bu bölgelerinde yaşayan insanlar, bu insanların büyük çoğunluğu, bu uzun sürecin ürettiği biçim alma”nın sonuçlarından hoşnutlar. Dolayısıyla dini saygıyla, bireysel manevi hayat alanına itmişler. Yani Batı’nın laik düzeni, Batı’da geçerli dinlerin kendi ürettikleri bir şey değil, razı oldukları bir şey. Oralarda tarih böyle yürümüş; burada ise durum bambaşka. Onun için laiklikten yana bir kişinin, diyelim Türkiye’de, bir Müslüman’ı dininin laiklik ilkesinden feyz almış bir din olduğuna ikna etme çabası çok anlamlı bir çaba değil. İslam içinde hiç de fazla sayıda insanın benimsemediği bir entelektüel duruş var. Diyorlar ki Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. Ancak belli bir tarihte belli bir insan topluluğuna söylenmiştir. Şimdi başka bir çağda yaşıyoruz, bu tebliğin yapıldığı topluluk da değiliz. Dolayısıyla her şeyi elbette İslam’ın temel değerleri içinde kalarak, ama yeni koşullar çerçevesinde konuşabilir, tartışabiliriz. Bana epey mantıklı gelen bir yaklaşım bu ama “Bunu benimseyin” diye kimseye dayatacak halim tabii ki yok. Şimdiki durumda yaygın bir taraftar kitlesi de yok. Bu Müslüman kitleye uygun gelse laiklik de elbette tartışılabilirdi; ama kitle buralarda değil.
Bu konu çok önemli. Dolayısıyla daha çok konuşacağız.