31 Mart’ın üzerinden iki ay geçti. Bir muhasebe yapmak için yeterli bir zaman bu. Zira bu arada birçok araştırma yapıldı ve siyasi partilerin seçimden çıkan tabloyu nasıl karşıladıkları görüldü. Hafta sonunda yerel seçimlerin sonuçlarının enine boyuna masaya yatırıldığı bir toplantıya katıldım. Oradaki tartışmalardan da istifade ederek, bu seçimlerden alınabilecek beş genel derse değinmek isterim.
1. 31 Mart’a bu bağlamda damga vuran en önemli husus, toplumsal muhalefetin siyasi muhalefete rehberlik etmesiydi. Toplumsal muhalefet, bu seçimde aldığı tavırla, siyasi muhalefeti yönlendirdi ve biçimlendirdi.
Mayıs 2023 yenilgisinden sonra siyasi muhalefet dağıldı. Birlikte hareket etmenin fayda etmediğini düşünen siyasi partiler kendi kabuklarına çekildiler ve halkın kantarında ne kadar çekeceklerini görmek istediler. Ancak partilerin bu tavrına itibar etmeyen muhalefet seçmenleri, iktidar karşısında bir güçlü bir merkeze sahip olunması gerektiğini düşündüler.
Seçmenlerin tabanda birliği korumaları ve Cumhur İttifakı’na karşı CHP şemsiyesi altında toplanmaları, partilerinden bağımsız davranan seçmen sayısının arttığına işaret ediyor. Seçmenin parti bağımlılığının azalması, muhtemelen gelecek seçimlerde de en belirleyici faktörlerden biri olacak. Çünkü parti bağımlılığında zayıflama, seçimleri bir nevi “kimlik sayımı” olmaktan çıkarıyor ve sürprizlere açık hale getiriyor.
Deniz Bitti!
2. 31 Mart’ta bir yerel seçim yapıldı, bir genel seçim değil. Tahlillerde bunu sürekli hatırlamak gerekir. Mamafih seçim yerel olmasına rağmen genele dair bazı sonuçlar da üretti. Bilhassa muhalefet cephesinde! Muhalefette bir sadeleşme meydana geldi. İYİ Parti dibi boyladı; geçen seçimde CHP ile birlikte yol yürüyen muhafazakâr-dindar partilerin (SP, GP ve DEVA Partisi) ise adları dahi geçmez oldu.
Gelecekte ne olacağı bilinmez, fakat bu partilerin içine düştükleri karanlıktan aydınlığa çıkmaları çok ama çok zor. SP, bir gelenek partisi, kör topal da olsa varlığını sürdürebilir ama o kadar, daha fazlası yok. İYİ Parti, GP ve DEVA Partisi için ise deniz bitti gibi. Artık bu partiler ne bir siyasi bir cazibe oluşturabilir ne de bir ağırlık merkezine dönüşebilirler. Meclis’te olabilirler ama bir siyasi geleceğe sahip değiller.
Muhalif kanatta, seçimin başarılıları arasında sayılan YRP ve DEM Parti açısından ise ihtiyatı elden bırakmamak lazım gelir. Çünkü 31 Mart’ta YRP başarılı oldu ama bu başarının kalıcı olduğunu söylemek için henüz çok erken. DEM Parti’ye gelince, kazandığı belediye sayısı tatminkâr ama bu parti de seçmen sayısı artmasına karşın oylarının azalmasından ve güçlü olduğu yerlerde katılımın dramatik boyutlarda düşmesinden endişe etmeli.
3. Sonuçları itibarıyla seçim çok büyük değişikliklere yol açtı. Misal, AK Parti ilk defa girdiği bir seçimde ikinci sıraya düştü, CHP ise yarım asırdan sonra birincilik basamağını gördü. Lakin bloklar arasında geçiş halen çok yüksek oranlarda seyretmiyor. Evet, muhalefet seçmenleri CHP’nin etrafında kümelendiler ve CHP’yi en büyük parti haline getirdiler ama iktidar mahallesinden muhalefet mahallesine büyük bir kayma olmadı. Daha çok AK Parti seçmenlerinin partilerinden duydukları rahatsızlık, sonucu tayin etti. AK Partili seçmenler bu rahatsızlığı ya sandık başına gitmeyerek ya da AK Parti yerine kendilerine en yakın gördükleri YRP’ye oy vererek dışa vurdular.
Bloklar arası geçişin sınırlı olması iki olasılığı akla getiriyor: İlki, AK Parti’nin toparlanması ve kendisine mesafe koyan seçmenini tekrar yanına çekmesidir. İkincisi de, CHP’nin havuzunu daha da genişletmesi ve evinden çıkan iktidar seçmenini kendi mahallesine çekebilmesidir. Her iki olasılık da masada görünüyor, hangisinin gerçekleşeceğini partilerin bundan sonra izleyecekleri rota belirleyecek.
Siyaset Ezber Kaldırmaz
4. Her seçim, yapıldığı dönemin yapısal ve konjonktürel şartları altında değerlendirilmeli. Mesela AK Parti açısından düşünüldüğünde; iktidarın şahsileşmesi, 2017’den beri büyükşehirlerde zemin kaybetmesi ve sivil kimliğinden uzaklaşarak devletleşmesi partinin birçok yapısal sorunla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Keza ekonomik kriz, kira fiyatları, emeklilerin feryatları da AK Parti’yi konjonktürel olarak baskı altında tutuyor.
Seçmen kararını verirken bu yapısal ve konjonktürel durumu göz önünde bulundurduğundan seçimleri ve sonuçlarını bu koşulları merkeze alarak analiz etmek gerekir. Seçmen davranışları, birtakım ezberler üzerinden okunamaz. Nitekim büyük bir özgüvenle dile getirilen “Türkiye’de seçmenin yüzde 70’i sağ, yüzde 30’u soldur”, “Milliyetçilik yükseliyor” ve “İç Anadolu asla CHP’ye oy vermez” gibi ezberlerin, aslında mevzuu anlamaya pek de yardımcı olmadığı 31 Mart’ta bir kez daha ortaya çıktı.
5. Türkiye uzunca bir süredir normalini kaybeden bir ülke görünümünde; oysa seçmenin büyük bir kısmının başat isteği normalleşme. Seçim sonuçlarında da bu isteğin payı büyük; seçmenin AK Parti’ye sert bir uyarı vermesinin nedeni de normalleşme, CHP’ye geniş bir kredi tanımasının da. Bir başka ifadeyle; AK Parti normalden uzaklaştığı için cezalandırıldı, CHP ise geçmişe kıyasla siyasetine daha normal bir tını verdiği için ödüllendirildi.
Dolayısıyla seçimlerin ardından Erdoğan’da neşet eden normalleşme arzusu, boşa değil. Erdoğan, mevcut yolda yürüdüğü takdirde gün gittikçe kendisinin ve partisinin kan kaybedeceğini, kutuplaşmayı sürdürmenin kendi aleyhine işleyebileceğini gördü. CHP ile normalleşme ya da yumuşama yönünde atılan adımın sebebi bu.
Fakat normalleşme ihtiyacını görmek başka, bunun gereğini yerine getirmek başka. İktidarın mevcut ittifak mimarisi bir normalleşmeyi kolaylaştırmıyor, aksine zorlaştırıyor. Zaten seçimden bu yana geçen sürede verilen sinyaller de, iktidarın normalleşme limanından çok uzak olduğunu gösteriyor.