Gezi-Kavala davasında yeniden yargılama talebi mahkeme tarafından birkaç gün önce oy birliğiyle reddedildi. Önceki gün Kobani davasında sanıkların çoğu ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Böylece rejimde, siyasette yumuşama, normalleşme tartışmaları da önemli ölçüde rafa kalkmış oldu.
Bu, işin bir boyutu. Buna göre, hukuk ışığının yanması, yargı-siyaset ilişkilerinde normalleşme, Kürt politikasında yumuşama konularında umutlu olmak pek mümkün değil.
İkinci boyut, bu gelişmelerin, özellikle bu davaların Kürt meselesini, hukuk tartışmalarını aşan yönlerine işaret eder. Nitekim Türkiye’de iktidarın son dönem serancamı bu davalar üzerinden okunabilir.
Bu iki dava, hakim iktidar bloğunun (AK Parti, MHP ve bunların devlet içindeki askeri-sivil müttefikleri) bir araya gelme nedenlerini anlattığı gibi, ülkeye dair siyasi anlatılarının temelini oluşturur. Kavala ve Kobani davaları, yargılananları aşan, rejim için kurulmuş, rejime gerekli ideolojik davalardır. Esas olarak Türkiye’nin tehdit ve beka vurgulu yeni resmi siyasi bakışının topluma yerleştirilmesini, yargı kararlarında kodifiye edilmesini sağlamak için dizayn edilmiş ve yürütülmüşlerdir.
- Kavala davası, Gezi olaylarının dış güçlerle kimi iç güçlerinin el birliğiyle bir darbe girişimi olduğu fikri üzerine kurgulanmıştır.
İktidar bloğunun iki ayaklı tehdit anlatısının, ilk ayağını bu fikir oluşturur. Kavala ve arkadaşları, iktidarın “tehdit ve tehlike”, “darbe ve ayaklanma” anlatısının yerine oturması için ihtiyaç duyulan, ayaklanan iç güçleri temsil etmesi için elverişli bulunup seçilen kişilerdir. Nitekim bu davada, tüm dünyanın gözü önünde, kurgusal tehdit, ona dair sahte suçlar ve suçlamalar, somut ve ağır cezalarla gelen siyasi söylem doğrulaması yaşanmıştır.
Kavala davası, esas olarak yerine getirdiği bu işlevden ibarettir. Velhasıl ne Gezi olaylarıyla ne Kavala’yla ilgilidir. Dava doğrudan doğruya bir iktidar davasıdır. Bu davanın yeniden görülmesiyle ilgili karar, iktidarın tutumunda ısrarlı olduğunu gösterir.
- Kobani davası ise iktidar bloğunun tehdit anlatısının ikinci ayağı kadar ideolojik yapıştırıcısını oluşturmaktadır.
Bu dava, Türk devletinin veya siyasi iktidar bloğunun son dönem ana korkularından dışa yansımasıdır. Mesele sadece Demirtaş’ı ve diğer Kürt siyasetçileri siyaset dışı bırakmak, bir intikam duygusuyla cezalandırmaktan ibaret değildir. Kobani davası, “Kürtlerin güçlendiği, isyana yöneldiği, Türkiye’de özerklik ilan edebilecekleri, Suriye’de devlet olma istikametinde yürüyecekleri korkusu”nun en üst seviyeye çıktığı, birbiriyle kavgalı muhafazakar iktidar sahiplerinin ve modern devlet aktörlerinin ittifak kurmalarına yol açan kritik “devlet-siyaset” anlarından bir tanesinin simgesidir.
Korku ve tepkiyi oluşturan, ittifakı sağlayan hadiseler arasında Rojava’nın infilakı, 2014 Kobani, 2015 Hendek hadiseleri önemli yer tutarlar. Bunları 17-25 Aralık olayları, 2016 askeri darbe girişimi ve Gülen isyanı izlemiş, devlet tehlikede duygusuyla söz konusu ittifak daha derinleştirmiştir.
Kobani davası, kayyum atamaları, dokunulmazlıkların kaldırılması, parti kapatma davaları, Suriye’de sınır hattında oluşturulan askeri güvenlik koridoru, bunu sağlayan askeri bakış ve operasyonlarla birlikte ve bu çerçevede iktidar bloğunu mümkün kılan büyük pakettir. Gezi davası da bu tablonun ikincil parçasını oluşturur.
Gezi olayları sırasında bir gazetecinin Erdoğan’a “ipleri gevşetmek gerekmez mi” sorusuna karşılık, verdiği (mealen) “ipleri gevşetirsek düşeriz, ipleri germek zamanı” cevabı, bize dün gibi bugünü de anlatmaya devam ediyor.