Kutuplaştırıcı siyasetin raf ömrü doldu, şimdi müzakere zamanı…

Türkiye son on yıldır siyasette ve doğal olarak toplumda kutuplaşmanın derinleştiği, neredeyse toplumun tam ortasından ikiye ayrıldığı tatsız bir süreci yaşıyor. Bir bakıma Soğuk Savaş dönemi görüntüsü arz eden bu gayrı insani ortamın oluşmasında, kuşkusuz sağda ve solda yer alan siyasi aktörlerin küçük rant hesaplarının olduğunu da bir yere not etmek gerekiyor.

İşte tam bu noktada 31 Mart seçimlerinin Türkiye’nin ve siyasetin geleceği açısından çok önemli sonuçlar ürettiği kanaatindeyim.

Çünkü şu anda MHP’nin desteği ile ayakta duran “devletçi-Türkçü”otoriter yönetim anlayışı, merkezi aşındırmış, siyasetin normali olan bütün ılımlı yaklaşımları yok etmiş bulunuyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte otoriterleşme derinleştikçe kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı siyaset dili toplumdaki barış iklimini zehirledi ve ne yazık ki siyaset de düşmanlıklar üzerinden şekillenmeye başladı.

Şu an itibariyle AK Parti öylesine bir iktidarsızlık hali yaşıyor ki ima yollu bile olsa MHP’nin onayını almadan adım atamaz hale gelmiş durumda. Kuşkusuz bu marjinal güç ortaklığının tehlikeli sonuçları oluyor. Zira hiçbir denetleme mekanizmasına tabi olmayan bu kontrolsüz güç, büyük gerilimleri, hazımsızlıkları ve hınçları da beraberinde getiriyor.

Son yıllarda Cumhur İttifakı ortaklarının bütün muhalefet partilerini, her tür muhalif duruşu ve farklı düşünenleri ‘hain’‘dış güç uzantısı’,‘terör destekçisi’ gibi çirkin bir dille yaftalaması bu kontrolsüz gücün en bariz göstergesidir.

Ancak 31 Mart seçim sonuçları bir gerçeği ortaya koydu ki kutuplaştırıcı siyasetin, toplumun neredeyse yarısını ‘hain’ ilan etme söylemlerinin raf ömrü dolmuştur. Bu kavgacı ve zehirli siyaset dilinden yorulan insanlar sandıkta çok nezaketli bir dille “Bu ülkede kavgacı siyaset istemiyoruz, çünkü biz her gün yan yana yaşadığımız komşularımızı, arkadaşlarımızı, dostlarımızı hain olarak görmüyoruz” diyerek AK Parti’ye güçlü bir şekilde “Siz artık durun…” mesajı verdi.

Ve sonunda kendisi dışında herkesi tehdit olarak gören, toplumu kutuplaştıran fanatizmin de kaybettiği günlere ulaştık. Şimdi iktidar ve muhalefet arasındaki duvarları daha da tahkim etme değil, diyalog ve müzakere diline şans verme zamanı…

Bu açıdan bakıldığında yarın gerçekleşecek olan CumhurbaşkanıTayyip Erdoğan-CHP lideri Özgür Özel görüşmesinin Türk siyaseti için önemli bir fırsat olabileceği kanaatindeyim.

Unutmayalım şu anda Türkiye’nin şiddetle bir normalleşmeye ihtiyacı var. Ülkede yeniden merkez siyasetin inşa edilebilmesi ve kutuplaşma duvarlarının yıkılabilmesi için özellikle AK Parti ve CHP’nin demokratik değişime odaklanmak gibi bir yükümlülükleri var.

31 Mart seçimlerinden CHP’nin zaferle çıkmasının ardından Özgür Özel’in diyaloğa ve müzakereye açık tavrı, siyasette pozitif bir rüzgar estirdi. Biliyorum CHP’nin hinterlandında yer alan bazı yapılar ve özellikle de Ortodoks sol, Özel’in bu diyalog siyasetinden hiç mutlu değil. Hatta öyle ki bu yapı, müzakereci tavrın “Erdoğan’a meşruiyet kazandıracağını; yeni anayasayı konuşmanın otoriter rejimi kurumsallaştıracak bir tuzak” olduğunu dillendirmeye bile başladı.

Bir kere yeni anayasa meselesini Özel değil, Cumhurbaşkanı Erdoğangündeme getirecektir. Ayrıca yeni anayasayı konuşmak neden“tuzağa düşmek” olsun ki… Herhalde CHP’nin de önüne gelen metni anlayabilecek bir kabiliyeti ve itiraz edebilecek bir iradesi vardır. Aksi düşünülebilir mi?

Eğer CHP Bütün Türkiye’yi kucaklayan bir merkez partisi olmak istiyorsa, belli ideolojik mahalleri aşarak bütün kesimlerin hak ve özgürlüklerinin sözcülüğünü üslenmelidir. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki bu müzakereci tavır, Erdoğan’a meşruiyet kazandırmaz, tam aksine CHP’yi geniş kitlelerle buluşturur. Hemen hatırlatalım, CHP bu selefi yapıların aklıyla hareket etseydi 2019 ve 31 Mart seçimlerinde böyle bir başarıya imza atamazdı. Eğer CHP bu başarıyı sürdürülebilir kılacaksa, bugüne kadar belli aralıklarla AK Parti’ye oy vermiş yüzde 70 seçmene bir şekilde ulaşmak zorunda.

Bu çerçevede Özgür Özel’in yaptığı değerlendirmeler, Türkiye siyaseti açısından umut verici: “Biz seçmenin bize verdiği gücü müzakere masasında da kullanmak durumundayız. Yoksa ‘Ben kimseyle görüşmüyorum’ dersen seçimden seçime seçmenin verdiği oya sevinir ya da üzülürsün. Ama biz bu kadar çok hizmet etmemiz gereken belediye lehimizdeyken müzakereyi sürdüreceğiz. Ama sonuç alamadığımız yerde siyasetin diğer mücadele enstrümanlarını kullanmaktan da hiç geri kalmayacağız.”

Bu ifadelere bakarak söylemek gerekirse, Özgür Özel kesinlikle doğru yolda. Zira seçim zaferiyle elde edilen güce dayanarak diyalog kapılarını kapatmak kimseye bir şey kazandırmaz. Unutmayalım AK Parti de Ortodoks solun yıllarca iman ettiği bu jakoben zihniyet yüzünden kaybetti, her seçimde millet onu başarıya taşıdı ve zafer kazandırdı ama AK Parti kazandıkça kibre kapıldı, kibre kapıldıkça milletle olan gönül köprülerini yıktı ve sonunda hezimetle tanıştı.