İsrail, 1948’den beri Filistinlilere eziyet ediyor.
Milyonlarca Filistinliyi evinden ocağından etti, mülteci durumuna düşürdü.
İşgal altında tuttuğu Filistin topraklarında bazen günde birkaç, bazen bugün Gazze’de yaptığı gibi birkaç yüz Filistinliyi kadın, çocuk, genç yaşlı demeden katlediyor.
Bugün bütün insanlığın vicdanını parçalayan katliamın başlangıç öyküsünü nasıl yazacağınız tarihe ne taraftan baktığınıza göre değişir.
İsterseniz Musa-Firavun kıssasından başlarsınız; isterseniz Tur-i Sina’dan, Yahudi sürgününden, Roma devrinden, Osmanlı’dan, 2. Dünya Savaşındaki Nazi soykırımından….
Bizdeki en meşhur vaka Theodor Herzl’in Sultan 2. Abdülhamit’ten Osmanlı’nın borçlarını ödeme karşılığında Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak için toprak istemesidir.
Rivayete göre Sultan 2. Abdülhamit kuvvetli bir söylemle Herzl’in talebini reddetmiştir.
Birtakım kaynaklarda Sultan’ın Irak bölgesinde bir yere yerleşmelerini tavsiye ettiği de yazılıdır.
Ömer Tellioğlu’nun Filistin’e Musevi Göçü ve Siyonizm adlı kitabını okurken (Kitabevi Yayınları) Herzl’e Filistin’de istediğini vermeyen Sultan Abdülhamit’in Filistin’de Yahudilere arazi satışını kısıtlamaya çalıştıysa da muvaffak olamadığını anlıyoruz.
Okumaktan bıkarsınız; Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurabilmek için tükenmeyen bir enerjiyle bıkmadan usanmadan dünyadaki herkesin bu arada Osmanlı’nın kapısını aşındırmalarını, örgütler, cemiyetler, şirketler kurmalarını. Kapılardan giremediklerini zaman bacalardan girmelerini.
Sıkı çalışmış, sayısız bilgi ve belge derlemiş Tellioğlu.
Bir kısmı başka yerlerde okuduğumuz ya da kulaktan dolma öğrendiğimiz şeyler. Önemli bir kısmı da köşede bucakta kalmış, kimsenin yazıp çizmediği ayrıntılar.
Bir ara Filistin’e Yahudi göçü yasaklanmış.
“Göçmenlerin Filistin’e hareket ettikleri limanlardaki şehbenderliklere talimatlar gönderilerek göçmen Musevilere vize verilmesi engellenmeye” çalışılmış.
İstanbul, Yafa ya da Beyrut gibi limanlara gelen göçmen Museviler geldikleri limanlara geri gönderilmiyormuş. Filistin dışında başka yerlerde iskân ediliyormuş.
Böylece, Osmanlı tabiiyeti kazanan Museviler, Osmanlı tebaası olunca bir kısıtlamaya tabi olmadıkları için Siyonist organizasyonlar tarafından Filistin’e sokuluyor ve kolonilere yerleştiriliyormuş.
Bu kadarı bir şey değil. Nihayet bürokrasiyi atlatmak için orta halli bir numara.
“Bazı idareciler açıktan açığa Musevilere arazi satışını ve göçmenlerin iskanını desteklemişlerdir. Bunlardan birisi de 1904-1906 yılları arasında Kudüs mutasarrıfı olarak görev yapan Ahmet Reşit Bey’dir.”
Ahmet Reşit Bey yoğun rüşvet şikayetleri üzerine azledilmiş.
“Kudüs başkomiseri Süleyman Efendi’nin rüşvet karşılığında Musevi kaçaklara yardım ettiğine dair bir ihbar mektubunda Kudüs’e gelen yabancı ülke tebaası Musevilerin onar lira rüşvet karşılığında şehirde eskiden beri sakin oldukları şeklinde kayıtlara geçirildiği ifade edilmektedir.”
Yine bir ihbar mektubuna göre “Kudüs mutasarrıfı İbrahim Hakkı Paşa aldığı rüşvetlerden dolayı Musevilerin iskanına ve her türlü bina inşa etmelerine müsamahakâr bir tutum sergilemekteydi.”
Ömer Tellioğlu bu türden birçok rüşvet vakasını naklediyor. Bazı bürokratların aldığı rüşvetlerin listesini de veriyor.
Fakat daha büyük rüşvetler var.
“1897 yılında Dünya Siyonist Örgütü’nün kuruluşuna kadar Filistin’de arazi alımı yapan Baron Edmond Rothschild ve Baron Maurice Hirch ikilisinin kurduğu Yahudi Kolonizasyonu Birliği’nin gerçekleştirdiği işlemlerin tamamına yakını mahalli idarecilerin suistimallerinin yanında merkezi hükümetin bazı mecburiyetlerine dayalı olarak gerçekleşmekteydi. Baron Maurice Hirch Osmanlı hükümetinin demiryolları inşa etme konusundaki en büyük müteahhitlerinden birisiydi. Rothschildler ise Kırım Savaşı’ndan sonra başta savaş masraflarının sebep olduğu mali açıkları kapatmak için başvurulan bankerlerin başında gelmekteydi. Bundan dolayıdır ki Rothschild’lerin bölgede temsilcileri aracılığıyla satın aldığı ve umumiyetle Rusya’dan getirttiği göçmenleri yerleştirerek işlettiği arazilere sahip olurken fazla zorlukla karşılaşmadığını görmekteyiz.”
Bunlar, bürokratların değil, devletin aldığı rüşvetler.
Acısı 50 yıl, 100 yıl, 150 yıl sonra çıkıyor.
Demek ki devletlerin, bu arada Türkiye’nin de ‘dost ülkeler’den dış borç alırken, bir mülkü, bir tesisi ecnebilere satarken, imtiyazını verirken (Yakın geçmişte çok yapıldı böyle işler) iyi düşünmesi lazım.
Sonraki nesillere acı bir miras bırakmamak için.
Bugün tatlı gelebilir rüşvet.
Acısı sonra çıkar aheste aheste.