Değişim beklenir mi?

Seçim oldu, bitti. Bakıyoruz sonuçlara. Şaşırarak baktıklarımız, şaşırmadıklarımızdan fazla. Nerede yaklaşık bir yıl önceki sonuçlar, nerede bunlar? Ne oldu da böyle oldu? Bunu daha epey soracağız, kurcalayacağız, cevaplayacağız da! Ama kesin olgu, "böyle oldu". Oldu ve gene o sonuçların gösterdiği şekilde, olmasıyla bir kesimi, bunun olmasını isteyen kesimi sevindirdi. "Orayı kim kazanmış?" "Yok yahu! Orayı da almışlar mı?" Filan falan diye sonuçları sindiriyorken birden, alışmamız, hatta kanıksamamız gereken ama yiyip yutamadığımız türden bir olay karşımıza çıktı: Van seçimi ve Abdullah Zeydan'ın uğradığı kaza... Buna "kaza" da denir mi, pek sanmıyorum. Bayağı emek harcanmış. Bayağı karmaşık bir komplo. AKP'nin 2000'lerin başından beri hazırladığı, eğittiği, donattığı komplo uzmanları ve ustalarının bu seçim için bulup seçtiği, örgütlediği son numara. Bunlar belirli bir beceri gösteriyor ama şaşmaz ortağı da gene yanında geliyor: burada bunun ilk tezahürü, mazbatası komplo ile elinden alınan kişiyle eline mazbata tutuşturulmuş adamın aldıkları oy oranı arasındaki farklılık. Ve tabii komplonun "Ben bir komployum!" diye bağıran özellikleri.

Tepki büyük oldu: yaygın ve aynı zamanda yoğun. Ve sonra... "Şurada şu kadar gözaltı", "burada tartaklanma" v.b. Ama bu arada beklenmedik bir olay daha oldu: Yüksek Seçim Kurumu DEM'den gelen itirazı haklı bularak mazbatanın Zeydan'a verilmesine karar verdi! Şaşılacak şey! Şimdiye kadar Yüksek Seçim Kurulu'nun böyle karar verdiğini görmüş müydük? Mühürsüz pusulaları onaylarken filan?

Yalnız YSK değil; AKP'den de alışılmadık sesler işittik: biri "cinnet" dedi. Bir başkası mazbatayı "ikinci" adaya vermenin bir "komplo" olabileceği imasında bulundu. Gerçi bu "pozisyonlarda" çok uzun süre geçirmediler ama söylediler, kayda geçti. Önceleri, bunun benzeri bir olay olsa, AKP'den ne beklerdik? Olan o şeyin bağırtkan ama içi boş bir savunmasını değil mi? 

Düşünüyorum, düşünüyoruz, 31 Mart seçiminin sonuçları karşımızda duruyor olmasa, böyle bir karar verilebilir, böyle "cinnet" v.b. sözleri söylenebilir miydi? Böyle düşünenler olabilirdi, ama bunları yüksek sesle dile getirecek kimse bulunacağına ihtimal vermiyorum. Eminin ki bu dediğim yaşandı zaten. AKP'nin ve Reisi'nin belirli davranışları karşısında "Bu kadarı da fazla. Nereye gidiyoruz?" diyenler oldu, ama bunları en güvendikleri arkadaşlarına ya da akrabalarına söylemekle yetindiler.

Yani bir değişiklik olduysa bunu mümkün kılan seçim oldu.

Van'da cereyan eden bu olayı bir "örnek-olay" olarak ele alıp analiz edecek olduğumuzda şimdiye kadarki benzeri olaylarda olayın kahramanlarının yaptıkları işin nasıl kabul edilemez bir şey olduğunu çok iyi bildikleri sonucuna varıyoruz. Biliyor ama yapıyorlar, çünkü bildikleri "siyasi mücadele" böyle bir şey. Yani bir grup adam oturuyor, konuşup anlaşıyor, Abdullah Zeydan için bir komplo hazırlıyorlar. Onay vermesi gereken kurullara v.b. talimat veriliyor, "start" düğmesine basılıyor, eylem yerine getiriliyor. Hepsi iyi hoş, ama bu arada seçmen kitlesinin başka bir dünyaya yöneldiği, bu gibi hilelere de iyi gözle bakmayacağı anlaşılıyor. Şimdiye kadar yapıyorlardı, oluyordu; şimdi ne olduysa onaylamıyorlar. O halde kendi kurduğumuz yöntemi en azından şimdilik rafa kaldıracağız, olması gerekeni yapacağız.

Bu arada Reis de onun ağzından çıkmasına pek alışık olmadığımız "özeleştiri" gibi kelimeler telaffuz etti. Böyle değişir gibi görünen politik havada şimdiye kadar olup bitenleri sessiz bir endişeyle seyreden AKP muhaliflerinin de seslerini daha çok duyurmaya cesaret edecekleri beklenir.

"Değişik bir politik ortam kurulabilir mi?" diye soranlar var. Bence bu bir istek, anlaşılır bir istek; ama gerçekleşmesi beklenecek bir şey değil. Tayyip Erdoğan önderliğinde böyle bir şey beklenemez. Tayyip Erdoğan siyaseti değiştirdiği zaman kendi otantik yolunu bulmuş, rotasını çizmiş oldu. Hani aktörler için "duyarak oynuyor" derler. Erdoğan da seçtiği rolü duyarak oynadı. Hatta bir "rol" olmaktan çıkardı. Son derece pragmatik olduğu söyleniyor. Doğru. "Söylediği hangi sözün tersini söylemedi?" diye soruyorlar. Bu da doğru. 31 Mart'ı izleyen dönemde bir "değişim" sinyalleri verebilir; ama biz yıllardır "sahici Erdoğan"ı gördük, tanıdık. Tayyip Erdoğan dünyasında "demokrasi" ne demektir, biliyoruz.

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak? Epey değişiklik olmasını bekliyorum, ama ne gibi değişimler olacağını tahmin edemiyorum, çünkü tahmin yürütecek verilere sahip değilim. Sahip olan kimse var mı, onu da bilmiyorum. Tayyip Erdoğan yönetimi böyle şeyleri bilme imkanını aldı götürdü. Şu anda onun da politika alanında olabilecekleri ölçecek durumda olmadığını sanıyorum.

Ama gidişat demokrasinin aleyhinde işlemiyor. Bunu "hissediyorum".