Pazar günü gerçekleşen yerel seçimde muhalefetin elde ettiği başarının veya iktidarın başarısızlığının tek başına yerel dinamiklerle açıklanamayacağı ortada. Ancak çok kısa bir süre önce gerçekleşen genel seçimin sonucu da yok sayılamayacak kadar aşikar bir tablo olarak gözümüzün önünde. Öyleyse 31 Mart 2024’te oluşan tabloyu bizzat 14 Mayıs 2023 tablosuyla açıklamaya çalışmak en doğrusu.
Geçen yıl yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde iktidara beklenmedik oranda bir destek veren seçmenin 31 Martta tam aksi yönde tutum göstermesinin sebebi ne? Bir yıl içinde ne değişti ki AK Parti bir büyük zaferden on ay sonra tarihindeki en büyük hezimetini yaşadı?
Öyle görünüyor ki iktidar blokunun bir önceki seçimde aldığı desteğin önemli bölümü geçici nitelikteydi. Tabiri caizse kerhen verilmiş oylardan söz ediyoruz. Çünkü 14 Mayıs’ta sağ seçmen kitlesinin önünde iki seçenek vardı. Türk tipi başkanlık sistemi denilen yönetim modeliyle beraber ortaya çıkan dev sorunların ve kötü yönetimin sonucu olan iki seçenek. Ya 22 yıllık AK Parti iktidarlarına artık son vermek veya ne olursa olsun “CHP’ye iktidar yolunu açmamak” uğruna Erdoğan’a bir kere daha yetki vermek.
1946’dan bu yana devam eden siyasi ve sosyal kamplaşma kültürünün etkisiyle geniş sağ seçmen kesiminde ikinci seçeneği tercih etme eğilimi ağırlık kazandı. Bunda muhalefet blokunun kendi içindeki çatışmaları da ve kendi adaylarını yıpratan çekişmeleri de etkili oldu kuşkusuz.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 48 oranındaki oyun da yarısının sağ tandanslı seçmenden geldiği unutulmamalı. 31 Mart’ta CHP adaylarının aldığı ekstra oy da muhalif seçmenin bu kesiminden geldi.
Diğer yandan, geçen yılki seçimde AK Parti’ye destek vermiş bir kısım seçmenin de bu sefer CHP adaylarına oy vermiş olduğu belli. Bunda ise CHP’nin siyasi dilindeki değişim ve elbette adayların kişisel profillerinin sağ seçmene de hitap edebilmesi etkili oldu.
Özellikle mütedeyyin kitleye seslenen sağ partilerin kendi logoları altında değil de altı ok amblemi taşıyan liste içinde seçime girmiş olmaları bu partiler açısından ciddi bir handikap doğurmuştu.
Son yıllarda mevcut iktidar ile arasında duygusal bir mesafe oluşmuş olsa da söylediğimiz sebeple söz konusu partilere destek vermekten imtina eden kitle bu noktada Yeniden Refah Partisini çıkış yolu olarak gördü. Ne de olsa bu parti “bizimkiler” denilen camianın tam olarak ne içinde ne dışındaydı. Oyunuzu Erbakan’ın oğluna verdiğinizde hem kızdığınız AK Parti’yi cezalandırmış oluyorsunuz hem de bunu yaparak “ötekilerin”kazanmasına yardımcı olmuyorsunuz…
Bu partiye yönelen milli görüş kökenli mütedeyyin seçmenin tercihinde iktidarın Gazze meselesinde takındığı tutumun uyandırdığı tepki de etkili oldu. Bunun da gözden kaçırılmaması lazım.
Tabii ki küskün AK Parti seçmeninin tamamı CHP’ye veya Yeniden Refah’a gitmedi. Sandığa hiç gitmeyen geniş bir kitle de var. Oy rakamları ile oy oranları arasındaki değişim farkına bakıldığında seçime katılımda AK Parti seçmeninin daha fazla fire verdiği anlaşılıyor.
Söz gelimi İstanbul’da İmamoğlu ile Kurum arasındaki oy farkı 1 milyon civarında. Ama CHP, seçmen sayısındaki artışa rağmen, beş yıl önceki yerel seçime göre 1 milyon daha fazla seçmenden oy almış değil. AK Parti oyları 1 milyon eksildi, fark buradan doğdu. Katılımdaki düşüş miktarı da bu sayıya yakın görünüyor zaten.
Şurası muhakkak ki 14 Mayıs ve 31 Mart seçimleri arasında bütün Türkiye genelinde oluşan büyük farkın en önemli sebebi ekonomik şartların bir yıl içinde çok daha kötü, çok daha bunaltıcı hale gelmiş olması.
14 Mayıs seçim sürecinde vatandaş ekonomik sıkıntıları henüz bugünkü seviyede hissetmemişti. Bunun da sebebi uygulanan seçim ekonomisi sayesinde oluşan geçici para bolluğuydu. Rusya’dan ve Körfez emirliklerinden gelen büyük miktardaki para, enflasyonu unutturan yüksek maaş artışları, bankaların tüketicilere kredi musluklarını açılmaları gibi sebepler sonucunda tüketici güven endeksi 90 puanın üstüne çıkmıştı.
Burada bir parantez açalım: Seçmen tercihlerini belirleyen etkenleri ortaya çıkarmak için baş vurulan ekonometrik analizlerde bu endekse özel bir rol atfedilir. Buna göre bir seçim sırasında tüketici güven endeksi 90 puanın üzerinde ise iktidar partilerinin sandık başarısı elde edebildiği, 90 puanın altında ise muhalefetin kazandığı görülüyor.
Geçen yılki seçim öncesinde 90 puanın üstüne çıkmış olan tüketici güven endeksi bu yılki seçime girilirken ise 80 puanın bile altında çıkmıştı. Demek ki vatandaş ekonomideki sorunları bugün geçen yıla göre daha fazla hissediyor ve iktidarın buna çözüm üretebileceğini de düşünmüyor. Aradaki en önemli fark bu.
Gelgelelim ortadaki ağır seçim hezimetine rağmen iktidara küskün seçmenin AK Partiyi büsbütün gözden çıkarmış olduğunu söylemek kolay değil. Bir önceki seçimde “iktidarın gitmesi veya kalması” seçenekleri vardı. Bu sefer bu yok. İktidar seçmeni bu seçimin hükümete güçlü bir uyarıda bulunma fırsatı olduğunun bilinciyle hareket etti. Belki buna son uyarı demek mümkün ama her şeyin bittiğini söylemek için vakit erken.
Değişimin yönünü belirleyecek etmen daha çok muhalefetin önümüzdeki dönemde göstereceği performans olacak.
Pazar günü ana muhalefet partisine çok geniş bir kredi açıldığına kuşku yok ama CHP’nin aldığı oy tapusuyla beraber gelmiş de değil. Bugün almış olduğu cömert desteği elde tutabilmesi ve elbette arttırabilmesi için bir dizi sınavdan geçmesi gerekiyor. Bu süreçte geniş seçmen kitlelerine hem iktidar alternatifi olduğunu hem de artık eski CHP olmadığını tekrar tekrar kanıtlaması gerekecek. İktidar alternatifi olduğuna ikna edebilmesi için vizyon, program, kadro önem kazanacak. Eski CHP olmadığını kanıtlamak için de Kılıçdaroğlu döneminde başlayan “milletin değerleriyle barışma”politikasının hiç değişmeden sürdürülmesi gerekecek.
CHP camiasının zaaflarına bilenler takdir ederler ki en zoru da bu sınav olacaktır. Parti içinden veya parti çevresinden yerel seçim başarısının sarhoşluğuna kendilerini kaptıranlar bunca çabayla elde edilmiş kazanımları riske atabilirler. Parti yönetiminin bu dönemde her zamankinden daha hassas, daha dikkatli, daha özenli olması gerekiyor.