Mısır ziyareti, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın heveskâr ama kifayetsiz dış politikasının hezimetler galerisindeki en manidar parçayı oluşturuyor. “Katil” ve “darbeci” dediği Abdulfettah el Sisi ile kucaklaşmaya bugün, Sevgililer Günü’nde gidiyor. Diplomaside ‘U’ sınıfı ehliyetinin hakkını veriyor. Gıpta edilecek manevralar değil ibretlik çarklar yapıyor. Hüsran kendi siciline, zarar ülkenin hanesine.
Sisi yıllarca siyasal meşruiyetini tartışmaya açan Erdoğan’ı ayağına götüren normalleşme sürecinde taviz vermedi, geri adım atmadı, herhangi bir politika değişikliğine gitmedi. Halbuki bu normalleşmeye onun da ihtiyacı var(dı). 2013 darbesinin finansörü Suudi Arabistan ve BAE’nin mali desteği artık Mısır’ın büyük projelerine yetmiyor. Taze kan lazım. Bölgesel güç merkezi olma konusunda Suudi-Emirlikler arasında patlak veren rekabet Erdoğan’ın Körfez’le normalleşmesini kolaylaştırırken Mısır’ın eski defterlerde çakılıp kalması ne mantıklı ne de sürdürülebilirdi. Yine de Sisi’nin nazlanan taraf olması Erdoğan’ın bu ilişkiye ondan çok daha muhtaç olduğunu gösteriyor. Müslüman Kardeşler iktidarına darbe Gezi Parkı isyanının yol açtığı sersemliğin üzerine gelmiş, bu da Erdoğan’daki beka korkusunu tetiklemişti. Sisi’nin, Erdoğan’daki çağrışımı basitçe kardeşlerinin iktidardan indirilmiş olması değildi. “Rabia” Erdoğan’ın içinde büyüyen korkuydu, kendi korkusuydu!
***
Peki ‘U’ dönüşleriyle ancak mümkün olabilen Kahire ziyaretinden neyi hedefliyor? Elbette ‘Rabia’ sömürüsünün getirdiği dağınıklığı toparlamayı, 12 yıllık kayıpları telafi etmeyi.
Mısır temkini elden bırakmasa da iki taraf da dışa dönük mesajlarında “ileriye bakmayı” öğütlüyor. Hafıza yoksunu olmak Erdoğan’ın hatalarını örtmeye yarayabilir ama geçmişi tamamen unutmak Sisi’nin işine gelen bir durum değil. Sisi’nin en az 2 yıl boyunca nazlandığı hazırlık sürecindeki temkinlilik, ticari-ekonomik gündemi öne alıp Libya, Doğu Akdeniz’deki enerji denklemi, deniz yetki alanları ve Müslüman Kardeşler gibi çetrefilli konularda kontrollü gitmek istediklerine işaret ediyordu. “Aklımda” diye fısıldayan bu yaklaşımın değiştiği söylenemez.
2013’teki darbe sonrası Türkiye’de üslenen Müslüman Kardeşler’in propaganda faaliyetlerine karşı son iki yılda alınan önlemler normalleşmeyi mümkün kılan ilk adımlardı. Mısırlılar bunu kıs kıs gülerek “Olumlu” diye not etti. Mısır, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler ağıyla çıkar ve gönül ilişkileri nedeniyle Türkiye sahasındaki faaliyetleri yakından takip ediyor, taahhüt almakla yetinmiyor. Tam normalleşme de güvensizliğin giderilmesi için kâfi gelmiyor. Güncel sorunların dışında husumet ya da güvensizlik için yeterince tarihi referans da var, eski defterler bir açılmaya görsün...
***
Müslüman Kardeşler arada kara kedi olmaktan çıksa da yeni sayfa her konuda sorunsuz bir başlangıç anlamına gelmiyor. Türkiye Libya, Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz’de Mısır’ı geren hamlelerinde tıkandı ya da başarısızlığa uğradı. Fakat bu durum otomatik olarak Kahire’nin hanesine başarı olarak da girmedi. Konuşulması gereken çok konu, alınması gereken çok mesafe var.
Türkiye’nin Libya’da askeri üs edinme planları, Müslüman Kardeşler’in Libya kolunu güçlendirme çabası ve bölünmüş Libya’nın Trablus kanadıyla oyun bozucu stratejik anlaşmalar imzalaması Kahire’de ulusal çıkarlara tehdit olarak görüldü. Ama iş öyle bir noktaya vardı ki Mısır ve Türkiye kendi pozisyonlarını birbirine yaklaştırmadığı taktirde sonuç alamayacaklarını gördü. Türkiye Trablus’taki hükümetle deniz yetki alanları anlaşmasını imzalayarak Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yer aldığı enerji denklemini bozmaya yeltendi. Mısır da Yunanistan’da kısmi deniz yetki anlaşması yaparak ve Libya’da deniz sınırını deklare ederek Türkiye’yi açığa düşürdü. Karşılıklı olarak bu oyunların kaybedeni var ama kazananı yok. Taraflar normalleşme ile birlikte bu konuları müzakere etme zemini bulabilirler ama Mısır’ın Doğu Akdeniz enerji forumundaki ortaklarına sırtını dönebileceği beklentisi temelsiz. Libya’da da Erdoğan’ın bağımlı bir iktidar yapısı oluşturma ve askeri üsleri kalıcı hale getirme planlarına karşı Mısır’ın itirazları geçerliliğini koruyor.
Evet denilebilir ki Ankara’nın Libya’da Mısır-BAE ekseniyle çalışan doğudaki güçlerle ilişkiler geliştirmeye başlaması Kahire’nin çekincelerini törpülüyor. İlişkileri çeşitlendirmenin Libya’nın geleceğine ilişkin oyunu nereye taşıyacağı önemli. Bunu yakından izleyecek tarafların başında Mısır geliyor. Yine de Mısır’ın gelinen aşamada restleşme sayfasını çevirip yüz yüze angajmanla kendi çıkarlarını gözetmeye bakmayı tercih ettiği söylenebilir.
Türkiye’nin Sudan’la anlaşıp Sevakin adasında üslenme planı devrik lider Ömer Beşir ile birlikte geçersizliğini yitirdiğinden Kızıldeniz’deki Türk korkusuna mahal kalmadı. Fakat bölgedeki bir diğer korku, Mısır’ın Nil üzerindeki Rönesans Barajı (Nahda Barajı) yüzünden neredeyse savaş açmakla tehdit ettiği Etiyopya ile ilgili. Türkiye’nin iç savaş sırasında Etiyopya’ya SİHA tedariki Türkiye’yi merkezi hükümetle savaşan Tigrayların gözünde ‘düşman’ haline getirmekle kalmayıp Mısır’ın nevrini de döndürdü. Dışişleri şefi Hakan Fidan’a bakılırsa şimdi Sisi de Türk SİHA’larından edinmek istiyor. Silahların dış politikanın temel enstrümanlarından biri haline gelmesi ilişkilerde kızıştırıcı bir etki yaptığı gibi Türkiye’yi çatışmaların ortağına da dönüştürüyor.
Mısır ekonomik zorluklarına rağmen 2014-2020 arasında savunmaya 44 milyar dolar harcadı. 1979 Camp David Anlaşması’yla Amerikan kampına geçmiş olsa da Mısır, İsrail’in üstünlüğünü koruma önceliğine binaen ABD’den istediği ölçüde silah alamadığı için Rusya gibi alternatiflerden vazgeçemiyor. Bu kulvardan Türkiye de oyuna giriyor.
***
Tarafların ekonomik ortaklığı büyütme iradesinde bir kuşku yok. Mısır’ın Amerika, Afrika ve Arap pazarlarındaki gümrük muafiyetlerinin sunduğu cazibe halihazırda Türk tekstil sektörünü bu ülkeye çekti. Siyasi krizi takan olmadı. Buna başka sektörlerdeki projeler de eklenebilir. Tabii bir iktisadi tekel olan Mısır ordusunun açtığı alan kadar. Enerji için çok laf ediliyor. Türkiye’nin doğalgaz ithalatı ikiye katlanmış durumda ama Doğu Akdeniz denklemindeki ortaklık için bir yol bulunup bulunamayacağı asıl mesele.
Söz Mısır’la ilişkilerden açılınca maceracı dış politikanın Türkiye’ye ödettirdiği bedele dair bir iki hatırlatmayı buraya iliştirmeden geçmek olmaz.
Türkiye Mısır'dan başlayıp İsrail, Ürdün ve Suriye bağlantısıyla Avrupa’ya geçmesi öngörülen Arap Doğalgaz Boru Hattı’nın ortağıydı. 2008’deki Ankara-Şam mutabakatından sonra hattın Türkiye’ye ulaşmasına bir nefes kalmıştı. 2011’den itibaren Suriye’yi lime lime eden vekâlet savaşının bir kurbanı da bu hat oldu. Kibir abidelerinin “Orta Doğu’da bizden habersiz yaprak düşmez” diye afra tafra yaptığı günlerdi. Türkiye’den yükü alan TIR’lar Suriye’yi kat edip Ürdün ve Suudi Arabistan üzerinden Körfez’e dağılıyordu. Bu güzergâhı patlattıkları için bu kez Ro-Ro seferleriyle Dimyat yolu gözüktü. Mısır’ın Dimyat limanından Kızıldeniz’deki Edebiye limanına kara yoluyla geçen TIR’lar feribotlarla Suudi Arabistan’ın Duba limanına intikal ediyordu. Mısır’la da yollar ayrılınca bu sefer İsrail’in Hayfa limanı ile Ürdün bağlantısına yüklendiler. Gazze’deki soykırım savaşına çok laf ederken cesaretleri bu rotaya dokunmaya yetmiyor. “Firavun devriliyor” diye manşetler attırdılar. Şimdi huzurundalar!