“Sıkıntı” kelimesi ile tam olarak karın ağrısını kastediyorum. Sindirilemediği için bir karın ağrısına yol açan Kürtlerin devlet, Türklerin demokrasi rahatsızlığı.
Sanki biri diğerinin panzehiri gibi. Türklerin demokrasi sorununu çözecek olan Kürtler, Kürtlerin devlet arayışına çare bulacak olanlar ise Türkler.
Sabırla sonuna kadar okuyabilirseniz, aslında Abdullah Öcalan’ın bulduğu çözümü yorumlayacağım.
Konuşmaktan, tartışmaktan zarar gelmez
Şu Türk-Kürt ittifakı denilen şey, iki artı ikinin dört etmesi değil; ortaya bol rakamlı muazzam bir netice çıkıyor. Kürtler, Türk-Kürt ittifakının ön şartı olarak demokrasiyi öne sürüyor; Türk demokrasisinin bitkisel hayattan çıkıp hüküm sürmeye başlaması gerekiyor. Çünkü Çözüm Süreci, Kürtler için hukuku ve özgürlükleri garanti altına alan demokrasi olmadan yürümez. Şu demokrasi denilen nazlı peri ise geldiği yerde sadece Kürtler için saltanat sürmeyecek; Türk devletini boydan boya hükmü altına alarak Türklere de sihirli bir dokunuşta bulunacak.
Kürtlerin devlet sorunu konusunda geniş bir yelpazeye yayılan farklı fikirleri Türklerin demokrasi potansiyeline de sınırlar çiziyor. “Kürtler bağımsız devlet kuracaklar” korkusu ile Süreç’e karşı çıkan Türk tarafındakiler, aynı zamanda OHAL ile yönetilen, hukuk ve demokrasinin yerlerde süründüğü bir dikta düzenini savunmuş oluyorlar.
Kısaca ulusalcı Kürt entelijensiyasının devlet arayışı Süreç’in güzergâhını da belirleyecek; tabii Öcalan’ın Kürt siyasetinde giderek artan önderlik gücünü aşabilirlerse. Çünkü mutasavver Kürt Devleti önünde en büyük engel bugün itibarıyla “Kurucu Önder”den başkası değil. Ama bu meseleyi tartışırken Öcalan’a kafa tutanların anlayamadıkları bir husus var: Öcalan Kürtlerin önüne bağımsız Kürt devletinden öte, çok daha ileri bir hedef koyuyor: “Demokratik konfederalizm.” Üstelik bu hedef için Türk devletini de ikna ediyor.
Nedense Öcalan’a muhalif olan Kürt aydınlar, bu hedeften hiç bahsetmiyorlar.
Anlayamıyorlar mı acaba? Yoksa anlamamak işlerine mi geliyor?
O zaman bize de bu mevzuyu, gün ışığında tartışmak düşüyor. Tartışmaktan ne zarar gelir?
Çiğ yemedik ki midemiz ağrısın.
Tarafların gazını almak için şu Kürt Devleti meselesini enine boyuna nazara vermemiz lâzım. Süreç’i Kürt devleti ideali veya korkusuna endeksleyenlerin maksadı başka; bu gerekçeyi kullanarak kaçak dövüşüp belden aşağı vuruyorlar. “Devletsiz olmaz” diyen Kürtler de “Türkiye’yi bölecekler” diyen Türkler de aslında aynı havanda aynı suyu dövüyorlar.
Tartışalım. Salim kafa için çekinecek ne var?
Pirus zaferi
Öcalan (21 Nisan’daki İmralı görüşmesinde) Kürt devleti için: “Bir Pirus zaferi olur” hükmünü vermiş.
“Pirus zaferi”, kazananın eline geçenin mağlup olmakla eş durumda olduğu sonucun sembolüdür. Kazanan o kadar büyük kayıplar vermiştir ki, ortada övünülecek bir başarı kırıntısı bile kalmaz. Bu tabir, dev kayıpları dikkate alarak böyle bir savaşı hiç başlatmamak için kullanılır.
Öcalan sadece bunu söylemiyor: “Bir puttur devlet” diyor ve devlet talep edenler için “bütün Kürtleri de bu puta taptıracaklar” suçlamasında bulunuyor.
PKK’nın kendini feshi, Kürt siyaseti içinde Öcalan’a muhalif olanların bol keseden atıp tutmasına ve uçuk yorumlar yapmalarına vesile oldu. Türk Devletinde bu işle meşgul olanların şu durumu kavraması ve anlam yüklemesi çok zor: Silahlı mücadeleden yana veya onlara destek olanlar Kürt siyasetinin ana akımını oluşturuyor; şiddeti reddeden ve barışçı yöntemlerde ısrar edenler ise nedense hep marjinal fikirlerin sahibi konumunda bulunuyor. 70’lerde viski kadehini yudumlayarak işçi sınıfını savunan salon sosyalistlerinden bir farkları yok: Şiddet yöntemlerini reddediyorlar, ama PKK’nın silah bırakmasına şiddetle karşı çıkıyorlar.
Bu kesim son zamanlarda Öcalan’ın sözlerini cımbızlayarak, hiç kastetmediği anlamlar çıkartıyorlar. Meselâ, şiddete karşı olduğunu ilan etmesine rağmen PKK’nın silah bırakmasına itiraz eden bir Kürt ulusalcısı: “Kürtler ulus ise devletleşmesi gerekir. Öcalan Kürtleri ulus olarak görmüyor” diyor. Bütün ayarlar kayboluyor, zira bu sözü, Kürtleri ulus olmaya en çok zorlayan “Kurucu Önder”e söylüyor. İnsaflı olmak lazım. Şayet bugün bir Kürt ulusal kimliğinden söz ediliyorsa, Öcalan’ın katkılarını çekip çıkardığınız zaman geride pek bir şey kalmaz.
Daha ileri gidip, Öcalan’ı “devletin söylemlerini içselleştirilmiş şekilde dile getirmekle” suçlayan, akademisyen-entelektüel Kürtler de mevcut.
Öcalan bu suçlamaların çok dışında, çizdiği istikameti tekrarlamakla yetiniyor.
Nedir o?
Şu “Demokratik Konfederalizm” meselesi.
Buna geçmeden önce “hemen bir Kürt devleti” ısrarıyla Süreç’e karşı çıkan Kürt entelijensiyasına birkaç söz söylememiz lâzım.
Bu adamların kafasındaki Kürt Devleti ideali hayallerinde ve rüyalarında nasıl somutlaşıyor acaba?
Devlet nedir ki?
Muhtemeldir ki bazı Kürt büyükleri için Kürt devleti, plakasında “Q , W ve X” harflerinin de yer aldığı makam arabaları, altın renginde bakanlık koltukları ve bol bol nutuk ve alkış anlamına geliyor. Bunlar, devlet sahibi olmayı boğaz manzaralı evlerde oturmak zannediyorlar. Veya rüyalarında kendilerini tavuk çiftliğine müdür atanmış tilki olarak görüyorlar. Gerçi biraz da haklılar; baksanıza memlekette bugünün iktidar sahipleri ülkeyi babalarının çiftliği gibi yönetmiyor mu?
Kürtlerin Türk devleti hakkında edindikleri tecrübe, son yüzyıla, hadi bilemediniz 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonraya dayanıyor. 1514’ten itibaren ayrıcalıklı statüde varlıklarını sürdüren Kürtler, Türklerin bin yıldır çektiği eziyetle son 150 yılda tanıştılar. Devlet, Türkler için vazgeçemediğiniz, başınızdan savamadığınız ve katlanmanız gereken bir kötülük olarak varoldu. Vergi ve asker alan, mahkemeleri ve polisi olan, zor kullanma tekelini elinde tutan ve bu ayrıcalıklarını sık sık istismar edenler tarafından yönetilen bir devlet.
Gerekli mi?
Evet.
Şu kötülüğü biraz da biz yaşayalım diyorsanız, İstanbul’u, İzmir’i kaybedecek olan Kürtleri ikna etmeniz çok zor, “ülkeyi böldürmem” diyen Türkleri ikna etmek ise imkânsız. Kürtler Kurtuluş Savaşı’nda verdikleri destekle bu devlette hisse sahibi oldular; sadece Kürt olamadılar. Şimdi Kürt hissedarlar olarak bu devletin çatısı altında onurlu ve eşit vatandaşlar olarak yaşama fırsatına sahipler. Önümüzdeki Süreç tam olarak böyle bir fırsat demek.
“Gelin yol yakınken bu sevdadan vazgeçin, elimizdekini birlikte adam edelim” diyen, Öcalan’ı hep birlikte dinleyelim.
Demokratik konfederalizm
Kürt kimliğini ve ulusal bilincini geliştirme konusunda Öcalan’dan daha önde gelecek bir isim var mı? Silkeliyor, sarsıyor, ekstrem benzetmelerle tekrar tekrar anlatıyor.
Bana sorarsanız, “neden anlayamıyorlar?” diye şaşırıyorum.
Öcalan’ın Kürt devletine neden itiraz ettiğini anlamak için biri tarihten, biri evrensel kategorilerden alınma iki kavramı birlikte ele almanız gerekir. Birincisi Misak-ı Millî, ikincisi ise konfederalizm.
Öcalan, 1920’nin başında Kürtlerle mutabık kalınarak İstanbul Meclis-i Mebusan’ında ilan edilen Misak-ı Millî’nin birinci maddesinin ikinci bölümünde tarif edilen, El Cezire (Rojawa) ve Musul vilayeti (Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Özerk Yönetimi) ile Türkiye’nin konfederal bir yapı içinde birleşmesini savunuyor. Bu birleşmeye, “Ortadoğu Konfederasyonu” adını veriyor.
Bu nedir?
Her şeyi yanlış anlamakla görevli olanlar hemen atlamasınlar.
Misak-ı Millî ve Konfederal yapı birbirinin mütemmim cüzü; yani birbirini tamamlayan parçalar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, El Cezire ve Kuzey Irak’la konfederal bir yapı içinde aynı çatının altına girince, Türkiye’nin Kürt sorunu da kökünden çözülmüş oluyor. Konfederal bağ, federal yapıdan daha zayıftır; üyelerin her zaman ayrılma hakkı vardır. Bu bağı kuvvetlendirecek ve kalıcı hale getirecek olan Türkiye Kürtleri olacaktır. Bu durum doğrudan Türkiye sınırları içindeki Kürtlerin eşit ve onurlu vatandaşlar olarak yer alacakları anayasal güvenceleri ve haklar düzenini zorunlu kılacaktır.
Gerçi Öcalan’ın konfederalizminin öznesi devlet değil, toplum. Ancak başındaki “demokratik” sıfatı onu mecburen siyasî bir birlikteliğe dönüştürüyor. Anarşist perspektifi saklı tutarak biz Kürtlerin-Türklerin hemen kavrayacağı yolda ilerleyelim.
Nitekim Öcalan “demokratik konfederalizm”i, ulus devletin çelişkilerini aşmanın bir yolu olarak gösteriyor. Burada “demokratik” sıfatı, sınırları da içeriği de belirliyor. Kurgunun mutlaka demokrasi ile işlemesi bir ön şart olarak en başa yerleşiyor.
Öcalan’ın 2015 İmralı Notları’nda detaylı bir şekilde geliştirdiği Misak-ı Millî tezi ve hiç vazgeçmediği Demokratik Konfederalizm önerisinden benim anladığım bu.
Bu formül Kürtlere, bağımsız devletin ötesinde çok daha zengin ve sağlam bir ufuk sunuyor.
Suriye’de Fırat’ın batısına geçmek için o kadar kan döken, Kuzey Irak’ta sıkışan Kürtlere, Karadeniz, Akdeniz, Ege ve en önemlisi dünyanın kalbi olan İstanbul’a ulaşma imkânı doğuyor. Bu konfederatif yapı, sadece tek ve bütünleşmiş pazarı gerçekleştirmiş olsa bile Kürtler için muazzam bir refah artışı ve güvenlik sağlıyor. Türkiye Kürtlerinin Kürt olarak varolma haklarının da garantisini ve dayanağını oluşturuyor. Ayrıca bu yapı, Öcalan’ın söylediği gibi Irak’ın, Suriye’nin bütününe ve Lübnan’a da uzanıyor.
Rahmetli Özal Kuzey Irak için bu formülü “federalizm” başlığı ile gündeme getirmişti. Ben de Öcalan’ın dünyada tek bir örneği kalmayan konfederalizm önerisinin pratikte federalizme evrileceği kanaatindeyim.
Bölünme planı mı?
“Ülke bölünür” diyen Türk tarafının itirazlarına da peşin cevaplar verelim.
Şöyle diyecekler: “Bu konfederal yapı, Türkiye eliyle Bağımsız ve Birleşik Kürdistan’ın inşa edilmesidir.”
Olabilir, ama öyle olup olmaması bu itirazı yapanların tutumuna bağlı.
Bu formül Kürt sorununu paranoyalarla içine kapanarak dondurmaya çalışmak yerine, büyüyerek sindirme imkânı sunuyor. Kürtler Kürt olarak bu coğrafyada varlıklarını sürdürecekler. Gönüllerini ve rızalarını almak, vatandaşlık hukukunun yanında kardeşlik töresine de uygun davranmak Türklerin görevi.
Öcalan’ın tabiriyle “devlet totemine tapınan” Kürt ulus-devletçileri toplasanız % 5’e ulaşmaz. Sesleri çok çıksa da bırakın onlar da çorbanın tuzu biberi olsun. Muhataplarını küçümseyenlere karşı sağlam bir gerekçeniz var: Kürtler aptal değiller.
Karşımızda Öcalan’ın formülünü dayandırdığı bambaşka bir paradigma var. Ön yargıların, basmakalıp hükümlerin, alışkanlıkların dışına çıkmak, çağı ve şartları gerçekçi bir şekilde okumaya başlamak lâzım.
Kürt ulusalcılarının devlet arayışını sönümlendirmek, Türklerin demokrasiyi kurup işletme becerisine bağlı. Gördüğünüz gibi Türkiye’yi toptan tedavi edecek olan ilaç aynı zamanda “Kürt devleti korkusu”nun panzehiri.