Kim ne derse desin, ABD Başkanı Trump küresel statükoyu sarsan, bürokratik kalıpları kıran bir siyaset izliyor. Sarsılan sistemin yerine neyin konulacağı bilinmiyor olsa da eski sistemin dünya için hayırlı olmadığını bizzat yaşayıp gördük. Her on yılda bir darbe yaptırılan, aşağılanan, hatta kuşatılan bir ülke olarak "müttefik" miydik yoksa "düşman" mıydık belli değildi. Bir "düşman ülke" ilan edilmediğimiz kaldı. Besleyip büyüttüğü FETÖ bir yana, terör örgütü ilan ettiği PKK'yla bile ittifak yaptı.
CHP ve solun destek dilendiği "demokrat" Obama'dan Biden ve Kamala Harris'e uzanan "kaosçu" çizgi devam etseydi bu tablo aynen sürecekti. Tıpkı 1947'de İsmet Paşa'nın askeri ve siyasi anlaşmalarla "oltada balık" yaptırdığı gibi.
O tablo kolay değişmedi. Geçmişte direnen liderlerimiz oldu ama son noktayı Başkan Erdoğan koydu. Başkan Erdoğan son on yılda iç ve dış vesayet eksenli terör ve ekonomik bütün kuşatmaları püskürttü. Libya, Karabağ ve Afrika'daki oyun kurucu rolünü saymıyorum, sadece Ukrayna-Rusya savaşında izlediği barışçıl denge siyaseti ve Suriye'deki devrimci dönüşüme verdiği destekle bölgesel güç olduğunu gösterdi.
İç siyasette benzer bürokratik saldırılara maruz kalan ABD Başkanı Trump da bu gerçeği gördü ve hiç komplekse girmeden Başkan Erdoğan'a açık destek verdi. Ama tek değişen bu değildi, ABD'nin bölge siyaseti de kökten değişiyordu. Artık ABD, hem Türkiye'ye hem de bölgeye farklı bir yerden bakıyordu. Bir anlamda bugün MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın deyimiyle "göz hizasında" bakıyordu.
Bunu da en net biçimde Türkiye'ye gönderilen Büyükelçi Tom Barrack'ın söyleminde görüyoruz. Büyükelçi Barrack, daha gelmeden ezber bozan "ittifakı hak ettiği seviyeye taşımak" tespitiyle seslendirmişti. Önceki gün de yaptığı açıklamayla bu çıkışa tarihsel bir perspektif kazandırdı: "Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot, Suriye'yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız. Batı'nın müdahale dönemi sona erdi. Gelecek bölgesel çözümlerin yanı sıra ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye ait olacak."
Barrack, Trump'ın 13 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı konuşmada vurguladığı şu tespiti de hatırlattı: "Batılı müdahalecilerin Ortadoğu'ya uçup nasıl yaşanacağı ve kendi işlerinizi nasıl yöneteceğiniz konusunda dersler verdiği günler geride kaldı."
Şu söz bile tek başına ABD'nin siyasi aks değiştirdiğini göstermeye yetiyor. Arkası nasıl gelir bilinmez ama ABD'nin bu noktaya geleceği 10 yıl önce söylenseydi kimse inanmazdı. Evet, ABD'nin küresel düzeyde irtifa kaybettiği, Çin'le amansız yarışta zorlandığı doğru ama bunun tek başına ABD'nin Türkiye'ye bakışını değiştirdiği söylenemez. İki ülke arasında esas değişen Türkiye'nin Ortadoğu'dan Afrika'ya, Balkanlardan Kafkaslara uzanan hatta yeni bir güç olması ve etkili siyaset üretmesi, ABD'nin de aynı zamanda "havuç ve sopa" siyasetiyle Türkiye'yi dizayn etmek yerine eşit bir müttefik görüp "ticaret ve diplomasi" yolunu tercih etmesidir. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack işte bu yeni siyasetin bir diplomatı olarak konuşuyor. Bu da artık bir devrin kapandığını, "parmak sallayan büyükelçiler döneminin bittiğini" ve ABD-Türkiye arasında yükselen düşmanlıkları azaltacak yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.
***
MAHKEME, KILIÇDAROĞLU'NU 'MAĞDUR' EDENİ ARIYOR!
CHP'lilerin de kamuoyunun da gözleri dün yapılan "şaibeli kurultay" davasındaydı. Değişimci isimlerin ihtilafa düşerek açtığı mahkemenin duruşması 30 Haziran'a ertelendi ve tartışma bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor. Çünkü ortada çok ciddi iddialar var.
Bu dava, CHP'nin 38. Olağan Kurultayı'na ilişkin Siyasi Partiler Kanunu'nun 112. maddesi ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine göre açıldı. Bugüne kadar da aralarında yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklanan ve İBB Başkanlığı görevinden uzaklaştırılan Ekrem İmamoğlu'nun da bulunduğu 90 kişi şüpheli sıfatıyla ifade verirken, 36 kişi de tanık olarak dinlendi. Ancak bu davada ilginç ve dikkat çeken bir nokta var: Başsavcılığın eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu "mağdur" sıfatıyla ifadeye çağırması. Yani mahkeme CHP tüzel kişiliğini ve Kılıçdaroğlu'nu "mağdur" edeni arıyor. Peki kim mağdur etti?
Cevabı aranan soru bu da mağdurlar arasında sadece Kılıçdaroğlu yok, bugünün mağrurları da var. Diyelim mahkeme mağduriyeti giderdi ve görevi Kılıçdaroğlu'na verdi. Kılıçdaroğlu da tek başına gelmeyecek ki. O gün yönetimde kim varsa, TBMM Grup Başkanı sıfatıyla Özgür Özel, Selin Sayek Böke, Veli Ağbaba dâhil eski PM, CHP'yi yönetecek. Garip bir durum; siyaseti bu hâle düşürenler utanır mı bilemem ama atalarımız, "Parayla saadet olmaz" der; anlaşılan siyaset de olmuyor. Hele kirli parayla hiç olmuyor.