Süreç, düzensiz bir yürüyüş korteji şeklinde ilerliyor. Siz neye benzetirseniz benzetin, önemli olan ilerliyor olması. Bu ilerlemeyle uyumlu, siyasetten yapısal dönüşüm sinyalleri geliyor. Özgür Özel’in “Mansur Yavaş cumhurbaşkanı, Ekrem İmamoğlu başbakan olacak” formülünün arkasında ince ayarları yapılmış kapsamlı bir stratejinin işlemesi gibi.
Senkronizasyon muhteşem.
Yeter ki demokrasinin kutsal ahit sandığının, yani seçim sandığının ucu bir yerlerden görünsün; çareler tükenmiyor.
İşler yavaş yavaş yoluna giriyor.
Durumun merkezi: Pazarlık payı
19 Mart operasyonun bakiyesi olarak sadece Silivri Cezaevi 9. Kısım’daki siyasîler kaldı. CHP, kanatlandı uçuyor, bakiyenin yükü iktidarın omuzlarında. İktidar açısından koskoca dağ fare doğurdu; muhalefetin önünde yepyeni kapılar açıldı. Saray’dan birilerinin ellerindekileri pazarlıkla bırakmak konusunda ısrarlı oldukları anlaşılıyor. Ama pazarlık payı neredeyse hiç yok. “Başbakan İmamoğlu” formülü, zengin alternatiflerden sadece biri.
Bugüne kadar sistem şu şekilde işliyordu:
İktidar, anayasa ve kanunları çiğneyerek bir şey yapıyor. Ya tartışmalı bir ihale ya da sesi çok çıkan bir muhalifin bir bahane ile tutuklanması. Birkaç gün gündem oluyor, sonra unutuluyordu. Böylece otokrasinin, demir parmaklıklardan ağlarını örerek inşa ettiği baskı ortamı halk için bir alışkanlığa dönüşüyordu.
Bu alıştırma pratiğine kutuplaştırma siyaseti eşlik ediyordu.
Yıllardır, tenceredeki kurbağa misali yavaş yavaş ısınan suya alıştık.
Şimdi tencere devrildi. 19 Mart operasyonu sistemi de çökertti.
Esnaf mantığına göre bile ortada pazarlık edecek bir siyasî emtia kalmadı.
Artık önümüzde nurtopu gibi parlamenter sistem gündemi var.
Somutlaştıralım:
“29. Kürt İsyanı” sona erdi
Türkiye’nin geleceğimizi oluşturan asıl gündemi şu malûm “Süreç”.
“Çözüm”ün ötesine geçtiği için “süreç” kelimesi tek başına derin anlamlar yüklenmiş durumda.
Devlet katında veya resmî düzeyde “Kürt İsyanı” olarak nitelenen ve fiilen tam 41 yıl devam eden evre sona erdi. Genel kamuoyu Sürecin dışında kaldığı için sık sık yanlış kanaatlere varıyor. 19 Mart operasyonu, Süreci gölgede bıraktığı için bu yanlış kanaatler çoğaldı.
Tarafların içinde bulunduğu şartları ve niyetlerini dikkate alırsanız “İsyan” sona ermiş durumda. Geride kamu barışı adına atılması gereken adımlar kaldı. PKK, “onurlu silah bırakma” peşinde. Yetkili bir ağız, “Yenilmedik, pat olduk” diye kendi kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor. Çözüm için her konuda çok dikkatli ve yapıcı davranmaya çalışıyorlar; kelimeleri özenle seçiyorlar. Öcalan onlara bir can simidi attı; PKK bu can simidine sarılarak artık hiçbir anlamı kalmayan “savaş”ı sona erdirmek istiyor. Öcalan’ın gücü bu pozisyonundan geliyor.
Sürecin zembereğinde Suriye olduğu için, birçok ayrıntı Türk kamuoyunun dikkatinden kaçabiliyor.
Önce Kürtler
Kamışlı’da, geçtiğimiz hafta Türkiye’den DEM’in, Kuzey Irak’tan KDP’nin temsilcilerinin de katıldığı “Birlik ve Ortak Tutum” konferansı düzenlendi. Uzlaşma arayışını ifade eden bu konferans, daha önce Haseke’de Amerikan üssüne yakın bir yerde gerçekleşen ABD ve Fransa’nın müdahil olduğu, Kürtleri uzlaştırma çabalarının devamıydı. PYD’nin başını çektiği 34 Parti ve oluşum, diğer tarafta Barzani’nin KDP’sinin merkezde olduğu ve bir çok partiyi bünyesinde barındıran ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) toplantıda tam kadro yer aldı. Bir bildiriden söz ediliyor ama daha aşılması gereken çok mesafe var. İki taraf arasında kanın bulaştığı siyasî ihtilafların çözümü gerekiyor. PKK, Türkiye’de olduğu gibi o bölgede de epeyce can yakmış.
Şam ve Ankara “federasyon” denince yerinden zıplıyor. Konferansta “adem-i merkeziyet” tabiri kullanılıyor. “Suriye’de tek milli ordu olmalı, ama Kürt bölgesinde polis gücü yerli halktan oluşmalı” formülü bu tabiri somutlaştırıyor. Anayasal statü, elbette taleplerin özünü oluşturuyor.
Suriye’deki Kürtler aslında büyük ölçüde Türkiye’deki Kürtlerin bir parçası. Suriye, içerdeki sürecin zembereği olduğuna göre oradaki gelişmelerde Türkiye’nin yapıcı bir rol üstlenmesi gerekir. Kürtleri ABD ve Fransa değil Türkiye uzlaştırmalı. Yeryüzünde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına her açıdan benzeyen ve en yakın duran insanlar Suriye Kürtleri; Kürtçe ve Türkçe farklı diller, ama siyasî dilimiz aynı.
Ayrılığın-gayrılığın ortadan kalkacağı bir dönemeci aşmak üzere olduğumuz bilincinin hızla yerleşmesi lâzım.
Durumun merkezi: Diyarbakır
Hafta sonu DİSA Enstitü’nün davetlisi olarak Diyarbakır’daydım; iyimserliğimi destekleyen güzel anılarla döndüm.
Kürtlerin vicdanına ve ferasetine güvenmeliyiz. Çok acı çektiler ve bu acıların tekrar yaşanmasını istemiyorlar.
Alpaslan Türkeş’in sözünü hatırlattım: “Bir Kürt ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm; bir Türk ne kadar Türkse bir Kürt de o kadar Türktür.”
Irkçılığı ve ötekileştirmeyi reddeden bu sözden farklı referanslar çıkabilir. Mesela şöyle bir söz, “Anadili Türkçe olan Kürde Türk, Anadili Kürtçe olan Türke de Kürt denir” gibi. Ziya Gökalp’in, “Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir, Kürdü sevmeyen Türk, Türk değildir” sözü ile Türklük ve Kürtlük ölçüsü koyması gibi. Hepsi farklılığı vurguluyor ama ayrılığı aradan kaldırıyor.
Pazarlıklara, maddelere dökülmüş bildirilere değil sağlam bir psikolojik iklime ihtiyacımız var.
Devlet Bahçeli’nin kararlı devlet adamlılığı ile Abdullah Öcalan’ın her şeyi bir anda tersine çevirebilecek çaptaki devrimciliği yeteri kadar ilham veriyor.
Mümtaz'er Türköne yazdı: Durumun merkezi
Mümtaz’er Türköne yazdı: Durumun merkezi
Mustafa Destici’nin sözlerini hepimizin kınaması lâzım. Zehir kusan bir dil bu. Sözün ağırlığından öte, DEM’e söylenen sözün, o partiye oy veren insanlara uzanacağını bilmesi gerekirdi. Bu dilin silinip kaybolması şart.
Diyarbakırlıları son 40 yılda yaşananlardan fazlasıyla bıkmış, gelecek için ise endişeli umutlar dünyasında buldum. Eskilerin “havf ve recâ arasında” dedikleri durum.
Devlet bir adım atarsa Kürtler koşmaya hazırlar.
Durumun merkezi: Siyaset ne için var?
Siyaset yıllardır canımızı yakan bu sorunu çözmek zorunda. Siyasal sistemin de partilerin de politikacıların da varlık sebebi bu. Üstlerine düşeni ifa ederlerse var olmaya devam ederler, yoksa tarihe gömülürler.
Kürt sorununun çözümü, ulus devletin ulusunun kader birliği şeklinde yeniden inşasıyla mümkün. Ne Kürtler ne de Türkler buna itiraz edecekler. Arıza çıkaranlar elbette çıkacak ama günün sonunu niyeti halis olanlar görecek.
Sistem değişecek. Sadece Türkiye’ye değil bölgeye demokrasinin gelmesi sürecin akibetine bağlı. PYD ile ENKS’nin güven içinde uzlaşmasından, Türkiye’de otokratik baskıların son bulmasına kadar hemen her şey tek bir temel üzerinde yükseliyor: Demokrasi ve hukuk.
Özgür Özel’in “Başbakan İmamoğlu” formülü, süreci de etkileyecek çapta önemli. Kürt siyaseti hangi sistemde yapıcı bir rol üstlenir. Ulus devletin ulusu, hangi sistemde yeniden daha sağlam inşa edilir.
Siyaset yapıcılar entrika siyasetinden vazgeçmek zorundalar.
Türkiye’nin iki temel yapısal sorunu var: Süreç ve ekonomi.
Çözüm için izleyeceğiniz alternatif yollar ise o kadar çok ki.