Hukuk nasıl avdet edecek?

Edebiyata, mugalataya gerek yok.

Ölçü son derece basit: Türkiye’nin mer’i hukuk sitemine aykırı bir şekilde cezaevinde tutulan sembol isimler serbest kalınca, hukuk devleti adına başlangıç noktasına varmış olacağız. Eksiden artıya geçişte sıfır noktası olarak düşünün bu başlangıcı.

En ilkel, en acemi haliyle hukuk dünyasına bir giriş yapmış olacağız.

Evrensel hukuku, insan hakları ölçülerini bir kenara bırakın. Yargıçların tamamının ve tabii siyasî iktidarın harfiyen uyması gereken yürürlükteki hukuk düzenimizden, anayasa hükümlerinden ve kanunlardan söz ediyorum.

Türkiye kanun devleti bile değil

Hukuk ile kanun düzeni farklıdır. Her kanun hukuka uymayabilir. Ancak kanun devleti, temel insan haklarına aykırı hükümler içerse de vatandaşlara belirli kanun güvenceleri verir. Belirsizliği ve keyfiliği ortadan kaldırır. Hiç olmazsa neyle karşılaşacağınızı bilirsiniz. Mesela, kilosu fazla olanlardan daha fazla oksijen tükettikleri gerekçesi ile kanunla ilave çevre vergisi alabilirsiniz. Bu durum hukuka aykırı ama kanuna uygun olur. Kısaca, evrensel olarak insanlığın ortak değeri olan ve insan onurunu ve varlığını koruyan hukuk prensiplerine uymayan ama kuralları olan bir düzendir kanun devleti.

Türkiye, maalesef kanun devleti bile değil.

Tek tek dosyalara bakarak karar verin:

Tahliye kararı veren hâkim, hemen görevden alınmış, başka bir hâkim savcının açtığı yeni bir soruşturma ile adama gün yüzü göstermeden yeniden tutuklamış. AYM hak ihlali kararı vermiş, inat o kadar büyük ki, AYM üyeleri terör suçuyla itham edilmiş ve açık anayasa hükmüne rağmen karara uyulmamış. Anayasanın 90. Maddesine göre mahkemelerimizin gereğini yerine getirmek zorunda olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Kanarya Sevenler Derneği’nin dilek ve temennileri gibi askıda kalmış.

Yoruma, tevile, bir kulp bulmaya imkân yok. Bir hukuk devletinde rüyasını görmenin bile yasak olduğu hak ihlallerini fiilen ve göstere göstere bize yaşatıyorlar. Anayasa ve kanunlar süs gibi raflarda duruyor.

Ne hukuku?

Osman Kavala, Selahaddin Demirtaş, Can Atalay, Ekrem İmamoğlu, Ayşe Barım, Selçuk Kozağaçlı gibi isimler bu hukuksuzluğun kamuoyuna mâl olmuş ön saftaki kurbanları. Arkada dağ gibi mağdurlar ve mazlumlar kitlesi duruyor.

Sadece tutuklular değil. Ahmet Türk’ün yerine kayyım atandı. Laf kabilinden bile olsa kanuni bir gerekçe duydunuz mu?

Bu isimler özgürlüğüne kavuşmadan, hiç olmazsa sembolik anlamda Türkiye’de yeni yetme bir kabile devleti kadar bile hukukun geçerli olduğunu, hatta bir kaza müessesesinin varlığını kimse iddia edemez.

Adalet Bakanı veya herhangi bir hükümet temsilcisi çıkıp da, gündemdeki bir sorunun hukuk veçhesine dair bir beyanda bulunduğu, cümlesini “Türkiye bir hukuk devletidir” diye bağladığı zaman peşinen “mugalata” diye geçmekte haklısınız.

Ne hukuku kardeşim. Memlekette hukuk mu var?

Demokrasi hukuku

Saray’ın “Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu başkanvekili” ünvanına sahip Mehmet Uçum, umulur ki bu can acıtıcı tablodan rahatsızlığını dile getiren, “Demokrasi hukuku” başlıklı ciddi bir metin kaleme aldı ve sosyal medya aracılığıyla duyurdu.

Demokrasiden ve hukuktan bahsettiğiniz an, ister istemez kendi mantıksal bütünlüğü içinde her şey yerli yerine oturmaya başlıyor. Uçum: “Demokrasi tamamen bir hukuk sistemidir.” diyor. Doğru ve ne güzel! Hukukun esamesinin okunmadığı ülkemizde yetkili bir ağız hukuk olmadan demokrasi olamayacağını söylüyor, hukukun üstünlüğünden ve anayasal demokrasiden bahsediyor. Yüzyıllar önce tartışılmış ve nihayete erdirilmiş teorileri hatırlamak bile bizim için bir kazanç. Hukuk olmazsa, bilhassa yargı bağımsız olmazsa, demokrasi diye bize yutturulan düzen kendiliğinden çoğunluk diktasına dönüşür. Sandıktan çıkan çoğunluk diktalarının ise diğer dikta rejimlerinden hiç farkı kalmaz. Çünkü kimsenin hukuk güvencesi olmaz.

Yine de önemli ve faydalı. Demek ki Saray’da “hukuka dönüş imkânı” başlığıyla bir müzakere yürütülüyor. İhtiyacın, hatta zaruretin anlaşılmış olması bile bir kazanç.

Saray hukuka dönüşü konuşuyorsa, doğru yoldayız demektir.

Bağımsız yargı

Hukuka dönüşün azı veya çoğu değil, vazgeçilmezi yani olmazsa olmazı tek prensibe dayanıyor:

“Yargı bağımsız olacak.”

Engel kim? Tabii ki iktidar gücünü, yani yasama ve bilhassa yürütme gücünü elinde bulunduranlar.

Bırakın siyasi operasyon yürütmeyi, siyasî etkilere bütünüyle kapalı bir yargı erkine ihtiyacınız var. Bunu sağlamak için evrensel hukuk ve demokrasi tecrübesi iki esaslı kural ve kurum geliştirmiş.

Önce yargıçlık teminatı, bir kuruma bağlanacak. Yani verdikleri kararlar yüzünden hiçbir yargıcın kılına zarar gelmeyecek. Bırakın verdiği karar yüzünden görevden alınmayı, başka bir yere tayini, bir duygu dalgalanmasına bile fırsat verilmeyecek. Hakimler Savcılar Kurulu, dünyadaki mümasilleri gibi bunun için var.

Bizde durum ne?

Yargıçlık teminatının koruyucusu olması gereken HSK, tam tersine iktidarın yargıçlar üzerinde sopasına dönmüş durumda. İktidarın hoşuna gitmeyen bir karar veren hâkim hemen görevden alınıyor. Sayısız örnek arasında en son Ayşe Barım’ı tahliye eden hâkimin başına geleni hatırlamanız yeterli.

HSK ve Adalet Komisyonları

Eğer hukuka dönülecekse, HSK’nın dar bir çekirdek kadronun elinden alınıp etik ilkelere göre iş gören geniş ve tarafsız bir kurula devredilmesi gerekir. En doğrusu HSK üyelerinin kısa sürelerle Hukuk Fakültesi profesörleri ve yüksek yargıçlar arasından kura yöntemine göre oluşturulması.

Tarafsız ve hukuk dışında bir güce boyun eğmeyen HSK olmadan, Türkiye hukuka avdet edemez.

İkincisi, doğal yargıç veya eski tabirle tabiî hâkim kuralı.

Herhangi bir soruşturma için belirli bir savcıyı, dava için de mahkemeyi ve hâkimi atayamazsınız. Doğal süreci ve işleyişi içinde belirlenen kriterlere göre dosya kimin önüne gidecekse görevli o olmalı.

Mevcut haliyle adliyelerde bu işleri düzenlemekle görevli Adalet Komisyonları kapalı ve denetimsiz bir sistem olarak çalışıyor. Böylece yargının tarafsızlığı daha işin başında muhtel hale geliyor. Çare bu komisyonların şeffaf iş görmesi; bunun için Baroların, STK’ların gözlem ve denetleme yetkisi olmalı.

Hukuka avdet edilmezse ne olur?

Durum vahim.

İlk adım olarak yargıçlık teminatı ve doğal yargıç prensibinin işlerlik kazanması ile yargının bağımsızlığına doğru adımlar atılmazsa, Türkiye teker teker her şeyini kaybeder.

Sorun adalet sorunundan ibaret değil.

Her şeyimizi kaybedebiliriz.

İktidar, içinde hava kalmayan tenekelerin içeriye doğru çökmesi gibi dağılır ve gücünü sürdüremez.

Çözüm süreci ilerlemez. Devletin bekâ sorunu derinleşir. Kürtlerin özgür rızaları ile gönüllü olarak benimseyecekleri ulus devletin sağlam temellere oturması adına ülkemiz büyük bir fırsatı elinden kaçırmış olur.

Ekonomik krizden çıkış yolu bulunamaz.

Uluslararası çıkarlarımızı savunamayız ve koruyamayız.

Hukuka dönüş, Türkiye’nin en hayati sorunu ve bir yığın sorununun çözümü için olmazsa olmaz zorunlu adımı.

Görüyorsunuz hukukun olmadığı yerde, iktidarlar dahil kimse nefes bile alamıyor, ot bitmiyor ve gündüz vakti her yer kararıyor.