Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor ne de gözlerini korkutabiliyor

“Rıza üretimi” ya da “rıza imalatı” kavramını ilk kez duyduğumda genç bir gazeteciydim. Noam Chomsky’nin Edward S. Herman ile birlikte kaleme aldığı “Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media” (Yıllar sonra Rızanın İmalatı/Kitle Medyasının Ekonomi Politiği başlığıyla Türkçesi yayınlandı) adlı kitabını yayınlandıktan kısa bir süre sonra edinmiş, hızla ve büyük bir heyecanla bitirmiştim. Chomsky ve Herman “rıza üretimi” kavramını esas olarak kitle iletişim araçlarını anlamak için kullanmıştı ancak ben bunu siyaseti anlamada da sıklıkla kullandım.

Siyaset deyince aklımıza siyasetçiler ve siyasi partiler gelir, fakat siyaseti esas şekillendiren halk/toplum/millet, ne derseniz deyin insanlar, vatandaşlardır. Bir siyasetçinin ve/veya siyasi partinin başarısı insanları peşinden sürüklemesi, onları desteğini almasıyla doğrudan orantılıdır. İşte tam da bu noktada “rıza üretimi” devreye girer. Siyasetçi/siyasi parti, insanları kendisini destekleme ikna etmesi, onların rızasını kazanması gerekir. Ve elindeki imkanların çoğunu bu rızayı üretmeye hasreder.

Ruşen Çakır yazdı: Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor, ne de gözlerini korkutabiliyor

Erdoğan’ın siyasetteki büyüsü bozuldu mu?

Engellere rağmen insanlara ulaşmak

Rıza üretimi öyle kolay bir şey değildir: Önce bir siyasi hareket/parti oluşturmanız, onu ayakları üzerinde durur kılmaz, sonra bir söylem/vizyon geliştirmeniz, ardından bunu anlatmanın yollarını yaratıp toplumla doğrudan ilişki kurmanız gerekir. Bu süreç kadro, zeka, yaratıcılık, maddi imkan, kıvraklık, karizma gibi birçok şey gerektirir. Ayrıca çok sayıda rakibiniz de aynı hedef için kolları sıvamış olduğu için onların söylemini boşa çıkarmak, sizin için ortaya çıkardıkları engelleri aşmanız gerekir. Hele bir de muhalefetteyseniz işin çok daha zordur. İktidar sahipleri sizin “rıza üretiminizi” engellemek için ellerinden geleni yaparlar.

Erdoğan’ın yükseliş ve çöküşü

Türkiye’nin yakın tarihinde bu konuda en başarılı isim hiç tartışmasız Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ama artık -di’li geçmiş zaman kullanmamız gerekiyor. Bütün engellemelere, yasaklara ve imkansızlıklara rağmen özgün bir vizyon geliştirmeyi, bunu millete anlatmayı beceren Erdoğan’ın en büyük artısı insanlara doğrudan ulaşabilmesi onların hem akıllarına, hem kalplerine seslenebilmeyi becerebilmesiydi.

Ama zamanla elindeki silahları teker teker kaybetti. Bazıları elinden kayıp gitti, bazılarını kendisi ıskartaya çıkardı. Öncelikle bir “dava adamı”ndan “devlet adamı”na terfi etti. “Devlet adamı”yken de bir davası varmış gibi yapmaya çalıştı ama bir yerden sonra bu yürümedi.

Davadan uzaklaşmasıyla dava arkadaşlarının kimisinin kendisini terk etmesi, kimisini kendisinin tasfiye etmesi, önemli bir bölümünün de “özgül ağırlığı olan bir özne” olmaktan çıkmış birer “emir kulu”na dönüşmesi eşzamanlı oldu.

Ekrem İmamoğlu’na düzenlenen operasyonla ilgili tüm haberlerimizi buradan okuyabilirsiniz.

Ekrem İmamoğlu’na düzenlenen operasyonla ilgili tüm videolarımızı buradan izleyebilirsiniz.

“Türkiye Yüzyılı” ile nereye kadar?

Sadece Erdoğan’ın değil ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de elinde ne olduğu belli olmayan bir “Türkiye Yüzyılı” dışında söylem ve vizyon bağlamında pek bir şey yok. Bahçeli’nin Ekim ayında başlattığı ve Erdoğan’ın ürkek bir şekilde yaklaştığı “çözüm süreci” de 19 Mart nedeniyle epey gölgede kaldı. Daha vahimi, değil yeni kitlelere ulaşmak kendi kitlelerinin rızasını muhafaza edebilmekte de ekonomik kriz nedeniyle iyice zorlanıyorlar.

Böyle bir ortamda Erdoğan’ın önünde insanların gönlünü (ve aklını) kazanmak yerine tek seçenek olarak onların gözünü korkutmak kalıyor. Ama insanlar korku eşiğini bir kez aştı mı, ki 19 Mart’ta böyle olmuşa benziyor, bu da bir işe yaramıyor.