Şam ile SDG arasında, geçen hafta, önemli bir anlaşma imzalandı. Her iki tarafın tam da ihtiyacı olan bir zamana denk düşen bu anlaşma sekiz maddeden oluşuyor. Anlaşma; etnik, dinî ve mezhebî kimliğinden bağımsız olarak herkesin temel haklarına sahip olacağı bir Suriye vaat ediyor. Suriye’nin kurucu ve ayrılmaz bir parçası olan Kürtleri, kolektif bir özne olarak tanıyor ve haklarının anayasal teminat altına alınacağını belirtiyor. Ülke çapında genel bir ateşkesi hedefliyor. SDG kontrolündeki askerî ve idari yapının merkezi hükümetle bütünleşmesini ve iktisadi kaynakların paylaşımını içeriyor. İç savaş esnasında göç etmek mecburiyetinde kalan Suriyelilerin geri dönüşünü ve eski rejime karşı işbirliğini hükme bağlıyor.
Tabiatıyla, bir anlaşmanın imzalanması onun hemen ve pürüzsüz uygulanacağı anlamına gelmiyor. Uzun, ince bir yol var tarafların önünde. Anlaşmanın ruhuna “yapıcı bir muğlaklık” hâkim; taraflar bu yılın sonuna kadar, her bir madde için kurulacak olan icra komiteleri ile bu muğlaklıkları gidermeyi, gerçek bir birleşmenin metodunu bulmayı ve mekanizmalarını üretmeyi amaçlıyorlar. Yolları üzerinde birçok diken var, anlaşmayı hayata geçirmek kolay olmayacak. Lakin tarafların aralarındaki ihtilaflı konuları müzakere ile çözme yönündeki kararlılıkları ve uluslararası camianın buna verdiği destek, geleceğe daha ümitvar bakmayı sağlıyor.
Ahmed Şara ve Mazlum Abdi’nin aynı masada verdikleri fotoğrafın birçok anlamı var. Evvela, Suriye bugün en fazla, ülke çapında bir çatışmasızlık halini oluşturmaya ve bunu sürekli kılmaya gereksinim duyuyor. İç savaşın yaralarını sarmak ve bütünüyle çökmüş bir devleti ayağa kaldırmak için her şeyden önce sükûnetin sağlanması gerekir. Herhangi bir sebeple silahların patlaması, zaten son derece kırılgan olan mevcut halin de yıkılmasına neden olabilir.
Şam ve SDG’nin tokalaşmasının, bu bağlamda, hayati bir önemi haiz olduğu aşikârdır. Zira hâlihazırda Suriye’deki en büyük iki yerel gücü temsil eden tarafların çatışması, Suriye Savunma Bakanı’nın da ifade etiği gibi “ülkeyi bir kan gölüne çevirir” idi. İç savaşın külleri yeniden tutuşur, Suriye’de istikrar ve düzeni kurmak uzun bir süre için hayal olurdu. Taraflar bunun bilincinde olduklarından 8 Aralık’tan bu yana sorumlu bir şekilde davrandılar ve aralarındaki ihtilafları, bazı kışkırtmalara rağmen, müzakerelerle çözmekte ısrar ettiler. Anlaşma, bu ısrarın bir neticesiydi.
Zaman ve Meşruiyet
Şara ve Abdi’nin el sıkışması onlara bir zaman kazandırdı. Zaman, mühim; tarafların bugün ekmek kadar, su kadar zamana da ihtiyaçları var. Zira halletmeleri gereken, idari yapının şeklinin ne olacağından SDG’nin hangi metotla Suriye ordusuna entegre edileceğine kadar, çetin konular söz konusu. Zor meseleler bugünden yarına hallolmaz. Serinkanlı bir müzakereye olanak sağlayacak bir hukuki zeminin inşa edilmesi lazım gelir. Birinin diğerine dayatmada bulunabileceği ve istediğini zorla kabul ettirebileceği bir vasat yoksa -ki yok- çözüme ancak bir uzlaşmayla varılabilir. Uzlaşma ise zamanı gerektirir.
Zaman, tarafların meşruiyetinin üretilmesinde de katkıda bulunur. Çatışmanın yokluğu ve gündelik hayatın ihtiyaçlarının asgari düzeyde de olsa karşılanması, taraflara olan güveni artırır. Keza anlaşmanın sadece içte değil, uluslararası kamuoyunun beklentilerine ve taleplerine uygun düştüğünden, dışarıda da tarafların meşruiyetini güçlendiren bir tarafı var. Nitekim anlaşmanın yapılmasında kurucu bir rol oynadığı anlaşılan ABD de, Avrupa da tarafların bir araya gelmelerinden memnun kaldı. Arap dünyası ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi de anlaşmayı olumlu karşıladı.
Devlet İnşasında Kurucu Rol
SDG’nin Şam ile masaya oturmasına çeşitli tepkiler verildi. Kimi tepkilerin odağında anlaşmanın zamanlaması vardı; Lazkiye ve Tartus’ta Alevilere yönelik kıyımdan sonra bir anlaşma imzalamanın Şam’a hayat öpücüğü verdiği ifade ediliyordu. Kimi tepkiler de SDG’nin Şam’a teslim olduğu yönündeydi; bunca yıldır savaşmasına ve eli güçlü olmasına rağmen SDG’nin bir kazanım elde etmediği vurgulanıyordu.
Farklı eleştiriler getirebilir elbette ama anlaşmanın SDG için göz ardı edilmeyecek olumlu sonuçlar doğurduğu inkâr edilemez. İmza töreninin sembolik manası büyük; Mazlum Abdi, Ahmed Şara ile eşit bir aktör olarak masada oturuyor ve anlaşmanın altına imza koyuyor. Kürtler, olması gerektiği gibi, resmî bir muhatap olarak muamele görüyor, hak ve hukukları resmî bir belgede kayıt altına alınıyor. Eşit pozisyonda atılan imzalar, yeni Suriye devletinin inşasında Kürtlerin kurucu bir aktör olduğunu teyit ediyor.
Doğrusu, zaten başka türlüsü de düşünülemez. Suriye, farklı dinî, mezhebî ve etnik kimliklerden müteşekkil bir toplum; Şam’daki yeni yönetim, böylesine çeşitlilik barındıran ve birbirlerine karşı güvenleri örselenmiş bir toplumu katı bir merkeziyetçilikle yönetemez. Şam, herkesi kendine benzemeye mecbur kılar ve Alevileri, Dürzileri, gayrimüslimleri, Kürtleri tek bir renge zorlamaya kalkarsa bir düzen kuramaz. Böyle bir tercih, derin bir meşruiyet krizi yaratır, karşıtlıkları bileyler, çatışmaları körükler ve nihayetinde Suriye’yi daimî bir iç savaşa mahkûm kılar.
Suriye’nin istikrarlı ve yönetilebilir bir ülke olabilmesi, merkezin çevreye olabildiğince güven telkin etmesine, çevrenin kendini mümkün olduğunca güvende hissetmesine bağlıdır. Bu da Şam’ın gücünü çevreyle paylaşmaya hazır olmasını gerektirir. Kürtlerin bu çerçevede merkezi bir öneme sahip olduğu izahtan varestedir. Şam, Kürtlerle uzlaşmadan Suriye’de bir düzen tesis edemez. Kürtler de Şam ile anlaşmadan huzur bulamaz. Şam-SDG anlaşmasını mümkün kılan da budur.
Suriye’deki Anlaşma ve Türkiye’deki Süreç
Peki, Türkiye bu anlaşma hakkına ne düşünüyor? Türkiye, anlaşmadan memnun; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Fidan, bu anlaşmaya müspet tepki verdiler. En tepeden gelen bu açıklamalar, Türkiye’nin de anlaşmayı bildiğini, anlaşmaya onay verdiğini ve ortaya çıkan tablodan hoşnut olduğunu işaret ediyordu.
Şam-SDG anlaşmasının, çözüm süreci açısından da kritik bir işlevi olduğu su götürmez. Çünkü Türkiye’deki süreç ile Suriye sahası arasında mutlak bir örtüşme olmasa da bir bağlantı olduğu açık. Mesela, çözüm süreci bağlamında en çok spekülasyonu yapılan mevzulardan biri, SDG’nin silahsızlanıp silahsızlanmayacağıydı. Hatta Öcalan’ın PKK’ye fesih çağrısı yapması ve PKK’nin de bunu kabul ettiğini duyurmasından sonra süreç karşıtlığı daha çok bu minval üzerinden işleniyordu.
Ancak SDG’nin Suriye ordusunun bir parçası haline gelmeyi kabul etmesiyle birlikte bu tartışmaların altı boşaldı. Süreç karşıtlarına buradan bir ekmek çıkmaz. Çünkü anlaşma, Türkiye’nin güvenlik endişelerini -ki zannımca gerçekçi bir temele dayanmıyor, daha ziyade propaganda yönü ağır basıyordu- izale edecek bir muhtevaya sahip. Suriye ordusuyla birleşmiş bir SDG, artık Ankara’nın değil Şam’ın sorunu. Dolayısıyla Şam ile SDG’nin vardığı mutabakatın, sürece ivme kazandırdığı söylenebilir.
Anlaşma ile yeni bir saha gerçekliği oluştu. Ankara’nın da bu gerçekliği dikkate alarak, SDG ve Mazlum Abdi ile -aracılar vasıtasıyla değil- doğrudan görüşmelere başlaması isabetli olur. Türkiye, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan tarihsel tecrübesinden doğru dersler çıkarmalı; o dönem Türkiye çok vakit kaybetmişti, tekrar aynı hataları yaparak vakit kaybetmeye gerek yok.