MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı Öcalan süreci, doğrusu tuhaf bir istikamete doğru ilerliyor. İlk günden bu yana iyimserlik çizgisinde kalmaya özen gösteriyorum ama ihtiyatlı olmayı da elden bırakmamak gerektiği kanaatindeyim.
Evet, toplum olarak “Terörsüz Türkiye”ye şiddetle ihtiyacımız var. Bu yüzden de sürecin sağlıklı bir şekilde yürümesi konusunda bütün siyasi aktörlerin ve özellikle de iktidarın meseleye sahip çıkması gerekiyor.
Sürecin nasıl bir seyir izlediğini daha iyi anlayabilmek açısından, şu anda gelinen noktayı özetlemekte yarar var. Malum Öcalan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı çağrı doğrultusunda dağdakilere “Kongreyi toplayın, tüm gruplar silahları bıraksın ve PKK kendini feshetsin” talimatını göndermişti.
Çağrının ardından şimdi de Kandil’den ilk cevap geldi ve PKK Yürütme Komitesi, Abdullah Öcalan’ın PKK’nın feshedilmesi ve silah bırakılması çağrısına destek verdiklerini açıkladı. Açıklamada “Bugünden geçerli olmak üzere ateşkes ilan ediyoruz. Üzerine saldırı olmadıkça hiçbir gücümüz silahlı eylem yapmayacaktır” denildi. Ayrıca örgüt, fesih için Öcalan’ın kongreye başkanlık etmesini ve özgür bırakılmasını da talep etti.
Gelinen nokta itibariyle bir değerlendirme yapmak gerekirse, süreç konusunda devlet katında hiçbir ciddi hazırlığın ve projelendirmenin yapılmadığı anlaşılıyor. Eğer çözüm odaklı bir iktidar iradesi ortaya konulamazsa, bir süre sonra barış değil kriz çanları çalabilir. Öcalan’ın mektubu ve Kandil’in açıklamalarının satır araları dikkatle okunduğunda, bu konuda bütün taraflar için uyarı niteliği taşıyan mesajları görmek mümkün.
Mesela Öcalan, PKK’nın doğuşunu Türkiye Cumhuriyeti devletinin baskı dönemlerinde Kürt realitesinin inkarı başta ifade olmak üzere, özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan bir zeminde doğduğunun altını çizmişti.
PKK’yı “Kürdistan’ın son yarım yüzyılının büyük kahramanlık ve hakikat hareketi” olarak tanımlayan Kandil ise, kendi ideolojik penceresinden başka bir ütopik dünya resmi çiziyor: “Her şey çok cesur ve fedakâr bir mücadele ile bedel ve emekle kazanıldı. Şimdi söz konusu tarihi kazanımları yeni bir mücadele sürecine taşıyoruz. Önder Apo’nun verdiği bilinç ve PKK’nin yarattığı büyük tecrübe birikimi, iyilik, doğruluk, güzellik ve özgürlük mücadelesini demokratik siyasetle yürütme gücünü halkımıza veriyor.”
İşte meselenin en dramatik ve aşılması en zor tarafı da burası. Çünkü kırk yıllık terörle mücadele sürecinde öylesine büyük acılar yaşandı ve kapanması çok zor olan öyle yaralar açıldı ki; acının muhatabı olan insanların yüreğine taş basması hiç kolay olmayacak.
Dolayısıyla PKK’nın kullandığı bu ideolojik kibir dili, barışa ve umuda yatırım yapan insanlarda hayal kırıklıkları yaratabilir.
Ama her şeye rağmen şu ana kadar sürecin, en azından teorik anlamda doğru bir istikamette ilerlediğini söylemek gerekiyor.
Eğer her şey yolunda gider ve barışa giden yolda iyimserlik galip gelirse “Terörsüz Türkiye” için çok önemli bir fırsat kapısı aralanabilir. Aslında geçmişteki bütün karanlık yaşanmışlıklara rağmen daha demokratik bir Türkiye hiç de imkansız değil.
Ancak Bahçeli’nin girişimiyle hızlı bir şekilde yürüyen bu süreci tamama erdirme konusunda iktidarın cesareti ve iradesi var mı doğrusu ondan çok emin değiliz. Zira Öcalan’ın çağrısı konusunda, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere AK Parti yönetiminden birtakım genel ifadeler hariç gerçek anlamda bir irade beyanı ortaya konulmuş değil.
Anlaşılan o ki iktidar, sürecin muhtemel sonuçlarının muhasebesini henüz kendi içinde yapmış değil. Mesela, şu anda Kandil’den gelen “şartlı evet” konusunda iktidar nasıl bir tavır alacak ya da nasıl bir adım atacak belli değil.
Her ne kadar iktidarın nasıl bir adım atacağı konusunda net bir bilgiye sahip olmasak da süreci başlatan Bahçeli’nin hedefi son derece açık. Bilindiği gibi Bahçeli 22 Ekim’de “Teröristbaşı gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın, ‘Umut hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın” çağrısında bulunmuştu.
Eğer Bahçeli’nin “umut hakkı” vaadine paralel olarak Kandil’in Öcalan’ın serbest bırakılması yönündeki talebi kabul edilirse “Umut hakkı” yasasının çıkartılması kaçınılmaz olacaktır. Bunun anlamı, Öcalan kendi isteği doğrultusunda İmralı’da serbestlik kazanacak demektir.
Şimdi iktidar, ya Kandil’in talebini kabul ederek Öcalan’ın serbestlik kazanmasını sağlayacak ya da Kandil’le pazarlığı reddederek sürecin bitişine son noktayı koyacaktır. Galiba her şeye rağmen ihtiyatlı iyimserliğe devam etmek gerekiyor.