Kâbus gibi, düşüncesi bile insana korku veriyor.
Hele biri kalkıp, “darbe düzeni içinde yaşıyorsunuz” derse…
Kâbus gibi, düşüncesi bile insana korku veriyor.
Hele biri kalkıp, “darbe düzeni içinde yaşıyorsunuz” derse…
Darbe, bütün dillerde Fransızca karşılığı ile kullanılan coup d’état, kanuna veya hukuka değil doğrudan çıplak güce dayanan iktidar gaspını ifade eden bir kavram. Türkiye 15 Temmuz’da bir darbe teşebbüsü ile karşılaştı. Başarılı olsaydı felaket olurdu. Ondan beş gün sonra, tam olarak 20 Temmuz’da dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın ağzından ilan edilen “sivil darbe” düzenine geçildi. Meşhur sözü: “Darbeyse alın size darbe” şeklindeydi. Bu iddia resmî olarak, “fiilî durum” gerekçesine dayandırıldı, anayasanın darbelerde olduğu gibi askıda olduğu vurgulandı. 2017 anayasa referandumunun, resmen ilan edilen “anayasayı fiilî duruma uydurma” amacı, anayasanın askıda olduğunu itiraf etmekten ibaretti.
Nitekim ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu yıllarca eleştirilerini “20 Temmuz darbe düzenine” yöneltti ve iktidar kanadından kimse de “sen ne diyorsun?” demedi.
Hukuk ne diyor?
Türkiye’de bilhassa ceza alanında hukuk bilincinin en ehliyetli iki ismi, Profesör Adem Sözüer ile aynı zamanda yargı mesleğinin zirvesinden gelen Profesör Sami Selçuk’un yazdıklarına ve söylediklerine bakarsanız başka türlü düşünemezsiniz. İkisi de muhalif kişiler değiller, hukuk adına vicdanlarının sesini dile getiriyorlar. Sözüer, AİHM ve AYM kararlarına rağmen tutuklu bulunan kişiler için yargıçlar eliyle “hürriyetten mahrum bırakma” suçunun işlendiğini söylüyor. Sami Selçuk bu yargılamaları, bir ceza hukuku otoritesi olarak “üzücü ve kahredici örnekler” olarak mahkûm ediyor.
Durum son derece açık. Adalet Bakanı gelen eleştirileri savuşturmayı beceremiyor. Daha ötesi açılan soruşturmalar ve yargılamalar için istikamet göstererek, peşinen o davalara gölge düşürüyor. Kararın yargıçlar tarafından verilmesi meşru olması için yeterli değil, anayasaya uygun olmalı. Anayasa’da yer alan “kanunsuz suç olmaz” prensibinin şu “etki ajanlığı” gerekçesinde olduğu gibi göstere göstere çiğnenmesi durumun vahametini gösteriyor.
İktidar kanadının durumdan memnun olduğu, “yargı sopası” algısını beslediği izlenimi yerleşiyor. Siyaset güç sanatı. Bir adamı kolundan tutup hapse atma gücü caydırıcı ve korkutucu bir iktidar görünümü veriyor.
Acaba öyle mi?
Cunta mı, çete mi?
Kanunsuz ve hatta anayasaya doğrudan aykırı gücü, ikiye ayırabilirsiniz.
Darbe düzeni, cunta yönetimi ile işler. Cunta bir hiyerarşi, işbölümü ve disiplin içinde iş görür. Darbe mi
Çete ise kanuna aykırı çıkar örgütlenmesidir. Çete üyeleri, birbirinin tavuğuna kış demediği sürece kendi gemisini yüzdürür, hatta ortak çıkarlar gereği işbirliği de yapar. En genel ortak çıkar ise çete düzeninin sürdürülmesidir.
Kemal Can önceki günkü yazısında bu ayırımı şu şekilde ete kemiğe büründürdü: “Bu yaygınlıkta, bu yoğunlukta, bu fütursuzlukta, bu çeşitlilikte bir taarruzun koordinasyon içinde yürüdüğünü ya da panik halindeki farklı ellerce yapılan kontrolsüz çıkışlar olduğunu ileri sürmek arasında çok ciddi fark var.”
Evet, ciddi bir fark var. Birinde çöp yığınından metan gazı üretmek de dahil bir kaos, diğerinde ise hayli düzenli ve amacı belli bir güç faaliyeti var. “Hangisi daha ürkütücü?” derseniz, cevabım yok. Ama durum yine teşrih masasına yatırılmaya ve bir analizden geçirilmeye değer. Çünkü iki adım sonra karşılaşacağımız tablo, bu ayırımdan çıkacak.
Gerçeklerden değil, oyun teorisine uygun senaryolardan bahsettiğimi hatırlatmama gerek var mı?
Kaç damla akıl?
Devletin kurumları çalışıyor. Türkiye dış politikada başarılı. Suriye’deki yeni durum, bu başarı için tek başına yeterli bir ölçü. Suriye’nin kuzeydoğusu ile ilgili ses çıkmadığına göre problem çözüm yoluna girmiş. Erdoğan’ın partisinin kongresinde verdiği mesaj, Çözüm Süreci için “vira bismillah” dendiğinin işareti. Türkiye PKK’ya artık çok ağır gelen silahlarını bıraktırıp Kürtleri de rahatlatacak. Türkiye’nin asırlık Kürt sorununun reelpolitik faslı çözüldüğüne göre, şimdi Kürtlerin talepleri anayasal düzeyde tartışmaya açılacak. Gönül almak için uzun uzun tartışır ve bir hal çaresini buluruz herhalde. Kazanacaklarımızın cazibesi bu safhayı kolay atlatmamızı sağlamaya yeter.
Çin karşısında cepheyi tahkim eden Trump’ın kafasında Türkiye’ye hayli konforlu bir yer ayırdığı, birdenbire hızlanan Ukrayna-Rusya meselesinde Erdoğan’ın üstlendiği rolden belli. İran devre dışı. Diplomasimiz sektirmiyor, hemen Erdoğan’ın mesajıyla AB’nin kuyruğuna basıyorlar.
İktidar için dışarda işler yolunda görünüyor.
Ya içerde?
Şimşek’in 1.5 yılı aşkındır olağanüstü çabası netice vermedi. Krizden çıkış için ışık görünmüyor. Tam tersine yanlış bir hareket Türkiye’yi iflasa sürükleyebilir. Hukuksuzluk ve ekonomik kriz arasında bir anafora yakalanan iktidar gücü hızla eriyor. Hukuksuzluk ekonomiyi zayıflatıyor, zayıf ekonomi iktidarın gücünü eritiyor, eriyen gücünü takviye etmek için iktidar daha fazla hukuksuzluğa müracaat ediyor.
Peki akıl nerede?
Akıl kelimesini gerçek anlamında kullanıyorum. Akıl, nedensel ilişkiye dayalı sonuçlara varma yetisidir.
Cuntayı ve çeteyi konu dışı bırakırsak karşımızda iki ihtimal var: Ya hukuksuzluk-ekonomik kriz kısır döngüsü arasındaki nedensel ilişkiyi kuracak ve bundan “tedbir” faslında sonuca varacak bir akıl devrede değil; ya da buradaki mantık-muhakeme boşluğunu, güç açığını başka yerden devşirip kapatarak iktidarını tesviye edecek derin bir akıl ve planlama ile karşı karşıyayız. Darbe mi
Planlama dediğimiz zaman oyun alanı açık olan dış ilişkilere, Kürt sorununa ve potansiyel anayasa tartışmalarına odaklanmalısınız.
Sizce hangisi?
Başlıktaki soru?
Cevabı yaşadığımız son 12 seneye odaklanarak düşünün.