Ansızın sis perdesi aralanıyor, aydınlanma yaşıyoruz; Ebu Muhammed el Colani’nin IŞİD ve El Kaide’den taallukatını unutuyor, Ahmed el Şera’nın seçkin aile fertleriyle taltif dünyasına açılıyoruz. Suriye’den önce bir lider inşa etme ameliyesi, Riyad’daki kırmızı halıdan Ankara’daki turkuaz halıya geçerken zirve yapıyor. BM Güvenlik Konseyi kararıyla girdiği terör örgütleri listesinde ama dönemsel siyaset bunu sorun etmiyor.
Aile ya hazinedir ya da yüktür. Colani’nin ailesi kendi ‘kriminal yükünü’ hafifletecek bir hazineyi andırıyor. Gün yüzüne çıkan eşi Latife el Darubi de öyle. Kendisinden ilk olarak Şam’da Halk Sarayı’na teşrif eden Suriyeli kadınlara takdim edilirken haberdar olmuştuk. Colani "Vallahi, sadece bir tane, başka kimse yok ve sosyal medyada duyduğunuz her şey söylentiden ibaret" diyerek espri yapmıştı. Sonra Kâbe ziyaretinde birlikte görüntü verdiler. Bu, eşlerini protokollerden gizleyen liderlerden farklı davranacağının ilk işareti. Liderlik inşasında önemli bir aşama!
***
Eski rejimle bağlantılı herkes lanetleme seanslarından nasibini alırken PR bombardımanında iki ailenin mühim şahsiyetleri karşımıza çıkıyor. Seçkin, itibarlı, devletli bir aile! Aile seçkinse geçmişin sicili de siliniveriyor. Colani’nin babası Hüseyin el Şara, Golan Tepeleri’ndeki Fik kasabasında toprak ağası bir aileden geliyordu. İsrail’in 1967’deki işgaliyle birlikte Golan’dan sürülen aileler arasındaydı. Hüseyin el Şara, Hafız el Esad döneminde iki farklı zaman diliminde Başbakanlık Ofisi’nde çalıştı. Ancak Baas’ın ilk döneminde yani Esad darbesinden önce hapse atılmıştı. Suçu Nasırcı olmaktı. Suriye’nin Mısır’la ortak devletten ayrılmasına karşıydı. O vakit Baas Nasırcıları tasfiye ediyordu. Hapisten kaçmış, FKÖ ile iş birliği için gittiği Ürdün’de yakalanmış, sürgün yeri olarak Irak mı Suudi Arabistan mı diye sorulmuş, o da kendini Irak Baas’ına yakın gördüğü için Bağdat’ı seçmişti. Arap milliyetçisiydi. Ailede bir Suriye milliyetçiliği var. Colani, Velid Canbolat’la görüşmesinde Dürzi lider Sultan Paşa el Atras gibi dedelerinin de Fransız sömürgeciliğine karşı savaşıyla övünmüştü. Babasının kuzenini zaten tanıyoruz: 2013’te görevi bırakan eski Devlet Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Faruk el Şara. Colani, Esad devrildikten hemen sonra Faruk el Şara’yı ziyaret etmişti.
Yeni Suriye’de Colani’nin kardeşleri de protokole girdi. Erdoğan’la görüşmeye giren üçüncü şahıs Hazım el Şara’ydı. Colani’nin ağabeyi. Riyad ziyaretinde de vardı. Hukuk doktorası yapmış bir iş insanı. Irak Kürdistan Bölgesi’nde Pepsi’nin ortağı El Hayat’ın CEO'su idi. Erbil’de yaşıyordu. Baas rejimi devrilince Halk Sarayı’na danışman olarak girdi. Resmi bir sıfatı yok. Küçük kardeşi jinekolog Mahir el Şara da HTŞ hükümetinde Sağlık Bakanı. Rusya eğitimli ve Rusların damadı.
Humus-Karyateyn’den gelen Latife el Durabi ise Arapça dili ve edebiyatı dalında lüksek lisans yapmış. Ailesinin de maşallahı var. Öne çıkan isimlerin başında Osmanlı döneminde üç farklı sancakta mutasarrıflık, Sivas ve Basra vilayetlerinde valilik, Fransız işgali döneminde Suriye’de kısa süreliğine başbakanlık yapmış ve suikasta kurban gitmiş Alaaddin el Darubi geliyor. (Osmanlı tarihi araştırmacısı ve Osmanlı arşivi uzmanı Orhan Özdil’in bana geçtiği bilgi notundan.) Hafız el Esad döneminin Petrol Bakanı Gazi el Darubi ve din adamı Şeyh Abdülgaffar el Darubi de aynı aşiretten.
Colani’nin cihatçı saflar için terk ettiği ailesi şimdi referansa dönüşüyor. Ne ala! Liderliği genetik kodlarda arayanlar cımbızla ve mercekle buyursunlar buraya! Ailesi iştir, şahsa bakılmaz yani!
***
Ağırladığı heyetlerde ve konuştuğu gazetecilerde vizyoner bir imaj bırakıyor. Yol haritasına dair ulusal konferans, anayasal bildiri, kapsamlı hükümet, hesap veren yönetim, kurumsallık, mezhep ve ırk kotasını dışlayan liyakate dayalı kadrolaşma ve profesyonel ordudan söz ediyor. Adamları ise Hama’da, Humus’ta, Lazkiye’de ya da Tartus’ta terör estiriyor; öldürüyor, yargısız infaz yapıyor, kaçırıyor, işkence ediyor, darp ediyor, mezhepçi diskur çekiyor... Kimi bakanları, atadığı valiler ya da komutanlar +18’lik korku filmlerine konu olabilecek icraatlarıyla biliniyor. Sahnenin bir yüzünde El Kaide devlet olmuş, bayram ediyor; öteki yüzünde idealize edilen bir lider rolünü çok iyi oynuyor!
***
Colani farklı ülke istihbaratlarını atlatmış, değişik kimliklerle yaşamış ve Muhaberat’ın çuvallamasına neden olmuş birisi olarak çetrefilli oyunlara yatkın birisi. Kimi kiminle dengeleyeceğini bildiği izlenimi veriyor. Yedi Kocalı Hürmüz durumunda olmak da bu yeteneğini artıracaktır.
Gelelim bu denge hesaplarında Türkiye’nin yerine…
İlk dış gezisini Riyad’a yapması hem işlevsel hem simgeseldi. Suudi Arabistan yeniden inşa için para, İslam dünyası için meşruiyet, Batı için referans kaynağı. Arap Birliği’nin yolu da Riyad’dan geçiyor. Ankara, Riyad’ın yerini dolduramaz. Bu tercih aynı zamanda Batı’ya “Suriye, İran’a karşı Suudi liderliğindeki Sünni eksende yer alıyor” mesajı veriyor. Bu yaptırım ve kara listelerden kurtulmanın bir reçetesi sanki.
Erdoğan ilk buluşmada çerçeveyi stratejik ortaklık olarak çizdi. Aşağısı kurtarmaz tabii! Yeniden inşada aslan payı, yeni ordunun eğitiminde başat rol, savunmada ortaklık, liman-üs tahsisatı ve SDG’yi sıfırlayacak koordinasyon stratejik çerçevenin köşelerine oturuyor. Hepsi rekabete ve meydan okumalara açık. Yine de Ankara sanki “Kardeşim Şara tamamdır, bir de Trump’ın iyi tarafına denk gelirsek ne ala!” havasını basıyor. Adriyatik’ten Çin Seddi'ne kadar bütün coğrafyayı bin kez Türk hakimiyetine sokan yandaş medyaya bakılırsa Osmanlı'nın çağdaşı yedi düveli hortlatacak adımlar belirlendi.
Neler yok ki?
Suriye’de illerin yıkım ve inşası için raporlar hazırlanacak; deniz ulaşımı, liman işletilmesi ve kıta sahanlığı konusunda anlaşmalar imzalanacak; Fırat’ın doğusu, Humus ve Lazkiye-Tartus aksında Türk üsleri kurulacak, buralarda askeri eğitim verilecek; iletişim alt yapısına el atılacak; Şam’a tren yolu canlandırılacak; elektrik ağı geliştirilecek; limanlar arası koridor oluşturulacak; Suriye hava sahası Türk savaş uçaklarına açılacak; SDG’nin kontrolündeki sınır kapıları, barajlar ve petrol kuyularının devri gerçekleştirilecek.
Bunlar ‘niyet beyanı’ olarak okunabilir. Hayata geçirilmelerinin önünde çok fazla hendek olacaktır.
Reuters da hedeflenen anlaşmadaki başlıkları Türkiye'nin Suriye'de hava üsleri kurması, Suriye hava sahasını askeri amaçlarla kullanması ve yeni ordunun eğitiminde öncü rol üstlenmesi diye sıraladı. Reuters’a göre Badiye Çölü'nde iki Türk üssü kurulması öngörülüyor. Bu yerler Palmira askeri havaalanı ile Humus vilayetindeki T4 üssü olabilir.
***
Üslerle ilgili yer seçimi bazı stratejik hedef ve kaygılara işaret ediyor. Sanırım Şam kırsalına sokulan İsrail’in oyun alanıyla çakışmak istemiyorlar. Bu bölge Batı’ya “IŞİD’le mücadeleyi biz üstleniyoruz” diyebilecekleri bir yer. Enerji kaynaklarına yakın durmak da işin diğer boyutu.
Buradan meselenin çıktığı yer SDG.
Erdoğan, SDG’yi halletmek için Şam’a her türlü katkıyı vereceklerini söylüyor, tam bir fikir birliği olduğunu vurguluyor. Ama ABD’nin pozisyonu nedeniyle Türkiye’nin yapamadığını HTŞ yönetimi nasıl yapacak? Ya da Erdoğan’ın aklında olup diline yansımayan bir orta yol bulundu da bu da açıkça söylenmiyor.
SDG konusunda ne kadar uyuşursa uyuşsunlar yüzlerini yeniden Washington’a dönmeleri gerekiyor. Trump şimdilik başka şeylerle meşgul. Kanada, Grönland, Meksika Körfezi ve Panama Kanalı’na göz dikti. Suriye’de ilgisini çeken bir şey çıkmadı sanırım. Son olarak Oval Ofis’teki masasında İsrail’in Lübnan’da düzenlediği terör saldırılarının anısına altın kaplama çağrı cihazı hediyesine bakarken ilgilendiği şey, Gazze’deki Filistinlileri sürüp ‘Soykırım Şeridi’ni dünya elitleri için Orta Doğu’nun Riviera’sına dönüştürmekti. Suriye’de gözünü dolduran tek şey karmaşa! Erdoğan’ın en büyük avantajı bu olabilir. Ama yetmez. O yüzden ABD’nin Suriye’de kalmak için yaslandığı gerekçeleri açığa düşürecek bir senaryo lazım.
***
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın IŞİD’e karşı bölgesel eksen kurma yönündeki girişimleri biraz bununla alakalı. Trump’ı ayartacak bir teklif çıkarmaya çalışıyor. Danışmanları ‘Trump kendi planlarına karşı çıkanlardan alternatif teklif görmek ister ve bununla ilgilenir’ diyor. Koca kafa böyle çalışıyor.
Haliyle Türkiye, Ürdün, Irak ve Suriye dörtlüsü Suudilerin de desteğiyle bir koalisyon kurabilirlerse Trump’a buradan yollayacakları mesajı tahmin ediyoruz: Bak seni yükten kurtarıyoruz; IŞİD’le savaşı ABD’nin bölgesel ortakları olarak biz üstleniyoruz; IŞİD’lilerin tutulduğu hapishanelere de Suriye gardiyan olacak, Kürtleri de dert etme onları da Şam’da yönetime ortak ediyoruz; artık SDG’yi bırakabilirsin!
Bunu bir de “İran’a karşı bir eksen” olarak da kurguladılar mı Trump’ın başı dönebilir!
Hem İsrail’in hem de "İran gitti, Türkiye geldi” diye duyar kasan bazı Arap ülkelerinin bariyerini Amerikan onaylı bir bölgesel ortaklıkla aşabilirler. Bu koalisyon Türk’ün Suriye’ye intikalinde bir Truva atı işlevi görebilir. Ama muhatapların bu tür bir plana ‘Evet’ dediklerine dair bir bilgi yok. Onların ikna olması yetmez; masasında altından bir şeyler görmek isteyen büyük patronun da kafa sallaması gerekiyor.
***
Öte yandan Colani-Erdoğan zirvesi derken, Şam’ın SDG’ye karşı pozisyonunu olgunlaştırma çabalarına değinmeden olmaz. Fidan’a bakılırsa Colani’nin kafasında taşlar yerine oturmuş. “PKK/YPG konusunda kafasının son derece net olduğunu gördüm" diyor. Fakat iki tarafın üslubunda bariz farklılıklar var. Colani, Ankara’ya gelmeden önce verdiği röportajda “Türkiye orada tam teşekküllü bir savaş başlatmaya hazırlanıyordu, ancak müzakerelere alan açmak için onlardan beklemelerini istedik" dedi. Elbette Ankara’nın harekât planını rafa kaldırtan faktör Şam’ın ricası değil Washington’ın gazabıdır. Fakat bu sözler müzakereyi önceleyen bir bakışı da yansıtıyor.
Evet, sırtını döndüğü babasından kendisine Arap milliyetçiliği de bulaşmış olmalı ki Colani cumhuriyetin ismindeki ‘Arap’ı sahiplenerek, ümmetçilikten öte ‘birleşik Suriye ulusu’ fikrini benimseyerek, bu minvalde federalizmi bölünme girişimi olarak reddederek Ankara’nın görmek istediği tabloyu sunuyor. Fakat Türkiye faktörü olmadan da Esad’a karşı muhalif güçlerin büyük çoğunluğunun eğilimi de bu yöndeydi. Colani, The Economist’e demecinde SDG’nin devlete entegre olmayı kabul ettiğini ama bazı konular üzerinde tartışmaların sürdüğünü belirtirken nihai bir anlaşma için iyimser olmadığını da itiraf ediyor. Bazı nokta atışları yapıyor ki müzakerelerin çökmesi halinde SDG’yi içeriden çözme seçeneğine oynayabileceklerinin işaretini veriyor. Diyor ki; “Federal sistem halk tarafından kabul görmüyor”; “Toplum federasyon pratiğine alışık değil”, “Bölge SDF yönetimini onaylamayan bir Arap çoğunluğa sahip”; “Bölgede Araplar SDG'nin egemenliğinin sonlandırılması çağrısı yapıyor”, “Türkiye ile çatışma geçmişi olan yabancı unsurlar var.”
Ankara’da tekrarlanan söylemlerin daha usturuplu formülasyonu… Aynı zamanda bu sözler çözüm olmazsa ikinci seçeneğin alt yapısını veriyor.
Kelamı bağlarsak; Şam-Ankara, Şam-Kamışlı, Ankara-Washington ve İmralı hattında kurulmuş dört masada saatler en nihayetinde Trump’ın politika deklarasyonuna ayarlanmış bekliyor. Trump geçenlerde Suriye’den çekilme planının İsrail’e iletildiği haberini yalanlarken bu konuda bir karar alacağını söylemişti. Ardından dün NBC News, Pentagon'un Suriye’deki askerleri 30, 60 veya 90 gün içinde çekmeyi öngören 3 senaryo hazırladığını öne sürdü. Trump konuşuncaya kadar bu meseleyi muallakta saymak gerekir.
Erdoğan, Suriye’nin yıkım sürecine ortak oldu, sonra Colani’den Şara’ya değişim hikayesine omuz verdi, şimdi hasat zamanı diyor. Muhtemelen onda kendi hırslarını da görüyor. Bu hırsın ortakları çoktur.