Çarşı neden karıştı?

Ümit Özdağ’ın sözlerinin gördüğü karşılık, dikta rejiminin sınırları hakkında belirgin bir kıstas verebilir. Bir siyasî parti liderinin benzer sözleri, asgari düzeyde demokrasinin işlediği dünyanın hiçbir ülkesinde soruşturma konusu yapılmaz. Soruşturmayı geçtik, bu sözlerden dolayı tanınmış bir politikacı apar topar gözaltına alınmaz.

40 yıldır yakından tanıdığım için biliyorum: Böyle bir olay Ümit’in başına ilk defa geliyor. Yağıp-gürlediğine, mangalda kül bırakmadığına bakmayın; kırılgan ve hassas bir adamdır. Yine de sevenleri ve takipçileri karşısında kuyruğu dik tutacaktır. Ne olursa olsun, bu olaydan kariyeri için kazançlı çıkacağı belli. Son gelişmeler, Ümit’in bastığı politik zemini sular altında bırakmıştı, şimdi eline durumu kurtaracağı, “mağduriyet” gibi güçlü bir can simidi geçti.

Görüşlerinin tamamına karşıyım ancak hak etmediği bu muamele karşısında elbette onun hakkı ve hukukunun yanındayım.

Son günlerde yaşananlar aldatıcı mı?

Güç gösterisi olarak yargı sopası

Sopaya değil sopayı tutanlara odaklanın. Yargı her dönemde siyasî rekabetin az veya çok etkili bir sopası olarak devreye girmiştir. 23. yılına giren, arada iki darbe atlatan bir iktidarın gerektiğinde müracaat edeceği bir yargı cihazına sahip olması son derece normal. Ancak yargının oyuna doğrudan dahil olması, güç sahipleri için aynı zamanda bir zaaf oluşturur. Hukuka uyan, adaletli davranan bir iktidar çıplak bir güçle yöneten iktidardan her zaman daha güçlüdür. Yargının, yandan bir güç olarak devreye alınması ve siyasete çeki düzen veren kritik vuruşlarda bulunması bir çaresizlik ve zaaf işaretidir. Nitekim tecrübeler, bu tür müdahalelerin hep beklenenin tam aksi neticeler verdiğini gösteriyor.

Ümit Özdağ, Antalya’da yaptığı bir konuşma yüzünden ikamet ettiği Ankara’da gözaltına alınıp, ifade vermek üzere yargılama usulüne göre konuyla alakasız İstanbul’a getirildi. Çok tekrarlanan evrensel bir hukuk ilkesidir: Yargının adil karar vermesi yetmez, adil karar verdiğini göstermesi gerekir. Ankara ve İstanbul’da da savcılar görev yaptığına göre, demek ki bu olayda gösterilmek istenen başka bir şey var.

Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanmasından sonra Erdoğan önemli bir lâf etti, “Turpların büyükleri heybede” diyerek. Mutasavver veya ilerlemiş bir soruşturmaya dayanan ve iki büyükşehir belediye başkanını hedef aldığı sanılan bu sözler, en basit haliyle yargı sopasının sallanması olarak yorumlandı.

Suriye’de, Türkiye’yi bölgenin tartışmasız patronu haline getiren gelişmelerden sonra ve Kürtlerle tarihî bir uzlaşmanın eşiğinde, soğuk kış günlerine rağmen ülkeyi baştan başa bahar rüzgârlarının kapladığı bir evrede bu yorumlara konu operasyonlar neden yapılır?

Bir hesap hatası, bir tutarsızlık yok mu?

Ancak sebzelerin rol aldığı bir çizgi film senaryosu yardımıyla bu tuhaf durumu gözünüzde canlandırabilirsiniz.

Erdoğan, kendi arasında bir türlü ritim tutturamayan muhalefeti, bir filarmoni orkestrası şefi gibi solfej çekerek uyuma zorluyor. Partisi sular altında kalan Ümit Özdağ, mutlu-mesut kendisine atılan can simidine yapışıyor.

Neden?

Entrikalarla, kumpaslarla dolu Bizans oyunlarından komplo teorileri çıkaranların mantıklı görünen bir açıklaması var: İktidar danışıklı döğüş yaptığı muhalefeti, bu operasyonlarla kendi çıkarlarına göre tanzim ediyor, siyasî yelpazeyi kafasına göre yeniden oluşturuyor. Bu kadar incelikli, kuyumcu terazisinde tartılan bir terkibe göre siyaset yapmak mümkün mü? Benim aklımın hiç ermediği bir konu. Bu yüzden katılamıyorum. Sadece bazı küçük ayrıntılar kafama takılıyor.

Erdoğan “Turpların büyükleri heybede” dedi. Muhalefet, tek bir ağızdan sözleşmiş gibi bu sözü “Turpun büyüğü heybede” diye referans alıp tekrarladı. Biri çoğul, diğeri tekil bir hedef gösterirken, neden aslından farklı olan ikincisi dolaşımda tutuluyor? En basit yorumla, Erdoğan’ın sözü İstanbul ve Ankara’yı hedef alırken, dolaşımda tutulan tekil versiyon sadece İmamoğlu’nu işaret ediyor. Halbuki anketler, Mansur Yavaş’ın muhtemel bir seçimde Erdoğan karşısında daha şanslı olduğunu gösteriyor.

Şöyle bir sonuç çıkartabilirsiniz: İktidar kanadı, Mansur Yavaş’ın CHP’den ayrılarak tek başına aday olacağı bir senaryoya göre oyun planını kuruyor. CHP bu planın farkında, ancak onlar da bu plandan Yavaş’ı devre dışı bırakacağı için faydalanmaya çalışıyor.

Özel neden savaş ilan etti?

Akreplerin, tehditkâr şekilde zehirli iğnelerini göstererek cirit attığı siyasetin kuytu köşelerinde, kuyrukları birbirine değdirmeden aklı başında bir plan yürütmek çok zor. “Camdan evde yaşayanlar komşunun penceresine taş atmamalı.” CHP’yi belediyelerdeki yolsuzluk soruşturmaları ile köşeye sıkıştırma stratejisi, CHP’ye zarar vermekten çok iktidarı yıpratacak bir plan. Ekonomik krizin yükü altında ezilen geniş kitleler yolsuzluk gündeminden iktidarın payına düşen kısmı, adalet arayışında en öne koyarlar. Hele yargının göstere göstere eşitsiz bir şekilde devreye girmesi adalet arayışı ile yolsuzluk gündemini birbirine katıp iktidarı daha hızlı yıpratır. Şu Yunus Emre Enstitüsü soruşturması tek başına yeterli: Naylon fatura ile alınmayan mallar ve yapılmayan hizmetler için devletten para tahsil etmek ne demek?

Özgür Özel'den iktidara kırmızı kartlı erken seçim çağrısı: "Getir sandığı"

Yolsuzlukların önlenmesi için yapılması gerekenler çok uzun zamandır belli. Siyasî Etik Yasası’nın “aday yapacak adam bulamayız” diye engellenmesini hatırlayın. AB’nin Türkiye’nin önüne koyduğu standartlar belli. Kevgire dönen ihale yasası ortada. Siyasetin finansmanının denetlenmesi şart. Sorun şurada: CHP neden bu konuda kapsamlı bir program açıklamıyor?

Güneydoğu’da bahar rüzgârları eserken Batı’da yargının dahil olmasıyla serleşen iklimi birlikte yaşamak imkânsız. Soğuktan sıcağa aniden geçmek insanı hasta eder. Özgür Özel “savaşsa savaş” diyerek kendi savaşını, yani erken seçim kartını bu sefer daha ısrarlı bir şekilde masaya koydu. Erken seçimin gündemde tutulması, anketlere yenilen iktidarın gücünün azaldığını görünür hale getiriyor. Yargının, pabuççu muştası gibi siyaseti tanzim eden bir güç olarak yandan devreye girmesi, iktidarın gücünü boydan boya zaafa uğratıyor. Halbuki kozlar hala elinde ve İktidar cephesinin genel stratejisi ile uyumlu bir hoşgörü taarruzuna ihtiyacı var.

Çarşı karışmış görünüyor, ancak bu görüntü aldatıcı. Çünkü bu çarşıda herkesin kervan kervan yükü var. Peşrev faslı gibi karşılıklı yoklamalar çekiliyor. Gördükleri karşılıklar iki tarafın da hoşuna gitmiyor.

Demek ki hemen asıl gündeme, bölge politikasına ve Kürtlerle Kardeşlik projesine geri döneceğiz.