Siyasetin maraton koşusu

Dün Ankara’nın önemli konukları vardı. Suriye’nin yeni Dışişleri Bakanı Esad Hasan Eş-Şeybani, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. Görüşmede Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bulundu. Gelen heyetin temaslarını zaten dünden itibaren ayrıntılı olarak okumuş olmalısınız. Bugün dikkat çekmek istediğim konular biraz farklı.

Bakan Şeybani, kuşkusuz Türkiye açısından özel anlamlar taşıyan bir isim. Şam’da İngiliz Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış. Doktorası da devam ediyor.

SURİYE'DEKİ TÜRKİYE

Suriye devrimi, tüm coğrafyayı şaşkına çeviren bir hızla gerçekleşirken, süreçte Türkiye’nin rolü başından itibaren tartışma konusu oldu. Hala da meselenin özünden uzak biçimde devam ediyor.

İlk günden itibaren şuna dikkat çektim. Beşar Esad’ın zulmünden kaçan milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye geldi. Bu süreci zaman zaman yaşanan sıkıntılara rağmen başarıyla yönettiğimizi söyleyebilirim.

İşte hem o insanların önemli bir bölümü ülkemizde yer edindi, dilimizi şaşırtıcı bir hızla öğrendi. Ticaret yaptı, okullara gitti. Şimdi bir kısmı ülkelerini dönmenin telaşında.

Yani bir zamanlar Türkiye’deki Suriyeliler olarak tanıdığımız insanlar, şimdi "Suriye’deki Türkiye" rolünü üstlenmeye hazır. Bunun abartılı olduğunu düşünenler çıkabilir. Oysa sadece Dışişleri Bakanı Şeybani’nin portresine bakmak bile bunun ne kadar değerli olduğunu anlamak için yeterli. Türkiye artık yakın coğrafyasına yönetici ihraç eden, onlarla kurduğu bağı sürekli ve kalıcı hale getirmenin en barışçı ve sahici yolunu bulan bir ülke.

Bunun devamını yönetebilmek, elbette daha fazla çabaya ve kurulan köprüleri doğru yerde ve zamanda zenginleştirmeye bağlı. Sivil toplum kuruluşlarımıza bu yönde çok ciddi sorumluluklar düşüyor. Elbette onların önünü açma konusunda hükümetin daha fazla çaba göstermesi gerekiyor.

MARATON KOŞUSU

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde sıkça kullandığı "ince ayrıntılarına kadar düşünülüp planlanmış hamleler" vurgusu, sadece 1 Ekim sonrasına ait gibi anlaşılıyor. Oysa bu parantezin içinde Suriye ve bölge özelinde devam eden 14 yıllık politik strateji ve oyun kurgusu var.

İşin bu noktası bir başka açından da olup biteni açıklamaya yardımcı oluyor. Benzetme yerindeyse burada Erdoğan’ın kastettiği kelimenin tam anlamıyla bir maraton koşusu. Bu uzun soluklu hamlenin Suriye’de adım adım işleyen tarafının, mesela muhalefet ve ona yakın kamuoyunda hala anlaşılamaması ise aslında şaşırtıcı değil.

TAKİP BİLE ETMEDİLER

Öncelikle muhalefetin bu meselelere dair bakış açısı ve yaklaşımları Soğuk Savaş ezberlerinin ötesine geçebilmiş değil. Şam düşerken hala rejimle görüşme yönünde öneri getirmeleri zihinlerden uzun zaman silinmeyecek.

Ancak dahası da var. Sözgelimi İdlib’de olan ve burnumuzun dibinde şekillenen süreçleri bile takip etme zahmetine katlanmamış olmaları. Dolayısıyla maratonda hayli geride kalmış durumdalar.

Birkaç istisna dışında muhalif kamuoyundaki meslektaşlarımızın ve akademisyenlerin durumu da farklı değil. Oysa çok farklı bakış açılarıyla bölgede ortaya çıkan değişim sürecine yönelik katkılara ihtiyacımız var.

Türkiye, bölgedeki büyük değişim rüzgarının fırtınaya dönüşeceği günlere ne kadar hazırlıklı sorusunun cevabı biraz da burada. İç cepheyi tahkim etmekten kasıt, herhalde el ele tutuşmak olmasa gerek. Aksine beklenmedik hamlelere, karşı duruşlara ve operasyonlara çok boyutlu ve farklı senaryolarla hazır olmak benim anladığım.

HERKESİN GÖREVİ KATKI SUNMAK

Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin dünkü grup toplantısında bu konuyu şöyle ifade etti:

“Siyaset, ülkenin ve milletin çıkarlarını merkeze alarak yapılır. Siyaset, Türkiye’nin hak ve hukukunu yüceltmek için yapılır. Siyasetçisi, yazarı, akademisyeni, bürokratı, gazetecisiyle bu yeni dönemde herkesin görevi, ülkemizin Suriye’de istikrarın tesisi için yürüttüğü çabalara katkı sunmaktır.”

Erdoğan’ın grup konuşmasının özellikle teröre ve bunlar üzerinden yapılan hamlelere dair bölümü tarihi nitelikteydi. Hem buna dair notları, hem de perde arkasını yarına bırakalım.