Beklenen ziyaret gerçekleşti, DEM Parti Öcalan’ın çağrısına dair ilk açıklamayı yaptı. Şimdi bu ülkede yaşayan hepimize düşen, barış adına elimizden gelen katkıyı sunmak. Yani, büyük aktörler dışında, bu ülkede barış ve demokrasi isteyenler adına öncelikle “olmazlanmamak”. Bu konuda, çok fikir yürütmüş, siyasi aktivizm sergilemiş biri olarak, ben kendi adıma, her şeyden önce, silahlı çatışmaların sonunu getirmek adına atılacak her adımının önemli olduğunu düşünenlerdenim.
Daha önce, pek çok vesile ile, Kürt siyaseti ile demokratikleşmenin yolunun ayrılmış olduğunu düşündüğümü yazdım, çizdim. Diğer bir ifade ile, uzun süredir, Kürt siyasetinin demokratikleşme adına verilecek siyasi mücadelenin paydaşı olmayacağı gerçeğini kabul etmemiz gerektiğini ifade etmeye çalıştım. Şimdi, önümüzdeki imkan, hiç olmazsa, daha fazla kan akmaması ve toplumsal barış adına çaba sarfetmek olabilir ki, bu da hafife alınacak bir konu değil.
Abdullah Öcalan: “Yeni paradigmaya ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunabilirim”
Öcalan mesajında, “Erdoğan-Bahçeli paradigması”na katkı sunmaktan söz etmiş. Biz henüz bu “paradigma”nın içeriğini bilmiyoruz. Bu da olabilir, bu tür müzakere süreçleri tümüyle kamuoyu ile paylaşılmayabilir. Ancak, çözümün adresi bu defa Meclis olarak tanımlandığına göre, demek ki muhalafet partileri ile paylaşılması gereken bir içerikten söz ediyoruz. Ana muhalafet partisi CHP’nin bu süreçte nasıl bir rol alabileceği konusunu daha önce yazdım, aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum.
Şu ana kadar, benim Erdoğan-Bahçeli paradigmasından anladığım, muhalafeti Kürt siyaseti ile yürütülen sürecin dışında tutmanın ötesinde, bu süreci özellikle ana muhalafetin aleyhine bir siyaset olarak kurgulamak. Sadece ana muhalafet aleyhine de değil, mevcut iktidar ittifakına eleştirel tüm yaklaşımları “terörü desteklemek” ile itham eden bir siyasetten söz ediyoruz. Yani, her hangi birimiz kayyum uygulamalarını eleştirirsek, teröre destek ile suçlanabiliriz. Kürt siyasetine ilişkin, tabu olan konulardan söz edersek hakkımızda hemen soruşturma açılır. Bu tür soruşturmalarda, iktidarın Kürt siyasetine ilişkin attığı adımları emsal olarak gösterdiğimizde, “Devlet söyler, siz söyleyemezsiniz, devlet yapar siz yapamazsınız” itirazı ile karşılaşırız. Bu süreçlerden geçmiş herkes, ne dediğimi biliyor, bilmeyenleri de uyarmış olalım.
Bu koşullar altında, Kürt siyasetinin sevdiği ifade ile “Türkiye’nin demokratik güçleri”nin katkı sunmaya kalkması fazlasıyla dikenli bir yol olur. O halde, bizlere düşen, süreci izleyip, işler iyi giderse alkışlamak, gitmezse yine alkışlamak veya susup oturmaktan başka bir şey olamaz. Zaten, sadece iktidar ittifakı değil, Kürt siyasi aktörlerinin de “demokratik güçler veya kamuoyu”ndan beklediği hangi adımı atarlarsa atsınlar, sonuç ne olursa olsun, onaylanmak, alkışlanmak. Kürt siyasetinin ana aktörlerinin ötesinde, onları destekleyen çevrenin de “Kürtlerin dostları”ndan beklediği bu. Yoksa, Kürst dostu iken, Kürt düşmanı ilan edilmek işten bile değil.
Mevcut atmosfer bu iken, Öcalan muhalefet çevrelerinden ne yapmalarını bekliyor, pek belli değil. Kürtlerin hak ve özgürlüklerinden yana olanlar olarak, milliyetçi çevreden gelecek ve çözümsüzlüğü dayatan tepkilere karşı çıkmak konusunda tereddütümüz olamaz. Bu da yarın öbür gün başımıza dert açabilir, ama ilkelerimiz adına ona da katlanmak lazım.
Bu koşullar altında bir diğer sorun, “demokratikleşme olmadı bari toplumsal barış sağlansın” dediğimizde, demokrasi olmadan “toplumsal barış”tan söz edilebilmesinin oldukça zor olması. Sadece ana muhalafet partisi ile değil, her tür muhalefet ile kavgalı bir iktidar tablosundan veya Öcalan’ın deyişi ile “Erdoğan-Bahçeli paradigması”ndan söz ediyoruz. O halde, umalım, bu süreç vesilesi ile bu paradigmadan Kürtler ile barış ötesinde geniş bir toplumsal barış adına adımlar atılsın.
Malum, iktidar paradigmasının altını çizdiği bir diğer husus da, Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durum nedeniyle Türkiye’de “iç barış”ın sağlanmasının önemi. Bence de bu konu önemli, ama yine mesele “iç barış”dan neyi kastettiğimiz noktasında düğümleniyor. Dahası, iktidarın Suriye politikasını tartışmaya açmak da “cıs” konulardan biri. Nitekim, İmralı ziyaretinin gerçekleştiği gün, iktidar medyasında fikir beyan edenler, konunun Ortadoğu boyutununa işaretle bu konuda “ama” diyenlerin “not edileceğini” müjdelemeye başladılar. Kısacası, “Erdoğan-Bahçeli paradigması”nın hepimizden beklediği, ne yaparlarsa onaylamak, belli ki Öcalan da bu konuda onlara katılıyor. Bu süreçten toplumsal barış beklemek nafile de, umalım hiç olmazsa akan kanın durduğu bir sonuç alınsın.