Genelde güncel olarak önemli gördüğümüz konuya odaklanıyor, diğer gelişmeleri ihmal edebiliyoruz! Oysa, çoğu konu küresel düzlemde bir bütünün parçaları, karşılıklı etkileşim içinde. Uluslararası güvenlik mimarisinin evrimi Birleşmiş Milletler (BM) penceresinden nasıl görünüyor?
Bugün de içinde yaşamaya devam ettiğimiz uluslararası güvenlik mimarîsi, önceki deneyimler de dikkate alınarak İkinci Dünya Savaşı sırasında düşünüldü, sonrasında geliştirildi. Sistemin merkezine BM yerleştirildi. BM Antlaşması (1945), sistemin anayasası niteliğinde. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi de (1948), ana hedefi oluşturan barış-güvenlik-istikrar-kalkınma zincirinin temelini oluşturacak uluslararası insan hakları hukukunun çerçevesini çizen rehber. İnsan hakları hukuku, insanî hukuk, mülteci hukuku ve ceza hukuku dahil uluslararası hukuk ilke ve normları bu zeminde geliştirildi.
Uluslararası sistemin evriminde 1945’ten bu yana önemli aşamalar yaşandı: Soğuk Savaş, yumuşama, Sovyetler Birliği’nin (ve Varşova Paktı’nın) uluslararası sahneden çıkışı, geçici tek kutuplu dünya dönemi, yeni küresel güçlerin yükselişi, güç dengelerinin ve etki alanlarının yeniden tanımlanmasına yönelik doğrudan ya da dolaylı savaşlar, küresel ve bölgesel güç mücadeleleri…
Sistem hızla gelişen sınamalar ile de mücadele ediyor: iklim krizi, gıda sorunu, göçmen ve mülteci konusu, yükselen otoriter popülizm ve yaygınlaşan totaliter eğilimler...
Güncel durumun BM’den görünüşü
Uluslararası toplum, küresel güvenlik mimarîsini kapsamlı şekilde dönüştüren bir evrim süreci yaşıyor. BM üyesi devletler, ortak değerleri ve hedefleri temelinde geliştirdikleri ve özgür siyasî iradeleri ile taraf oldukları uluslararası sözleşme yükümlülüklerini ya yok sayıyor ya da seçici olarak uygulamayı tercih ediyorlar. Uluslararası hukukun üstünlüğü ilkesi aşınıyor. Otoriter popülizm yükseliyor ve yaygınlaşıyor. ABD ve AB de bu eğilimin dışında kalamadı. Avrupa’da çatlaklar genişliyor ve derinleşiyor.
Buna karşılık, Çin’in küresel aktör olarak etki alanı genişliyor. Rusya yeteneklerinin küçümsenmemesi gerektiği mesajı veriyor. Küresel Güney sözüne kulak verilmesi gereken bir uluslararası aktör olma yolunda ilerliyor.
Son dönemde Rusya-Ukrayna ve İsrail-Gazze savaşları bağlamında daha görünür olan ikiyüzlü ve uluslararası barış ve güvenlik amacına yönelik stratejik hedefleri dikkate almayan bencil yaklaşımlar nedeniyle Batı’nın sahiplenmeye çalıştığı uluslararası hukukun üstünlüğünün koruyucusu olma iddiası yıpranıyor. Yine de Batı’da demokratik kurumların gelişmişlik düzeyi, aşınmanın kontrol altına alınabilmesi koşuluyla, gelecek için iyimser olmaya imkan veriyor.
Öte yandan, Rusya-Çin dayanışması tutarlı bir görünüm sergiliyor. BM forumlarında Küresel Güney’in Rusya-Çin dayanışmasına katılımının güçlendiği izleniyor.
Bu her konuda Rusya-Çin-Küresel Güney yaklaşımının uluslararası hukuka uygun ya da haklı olduğu anlamına gelmiyor. Aynı durum Batı için de geçerli; her zaman haksız değil ama artan şekilde gözlenen çifte standart uygulamaları, savunduğu “kurallara dayalı uluslararası düzen” konusunda etik üstünlüğünün zayıflamasına yol açıyor.
BM Genel Kurulu
Bu koşullarda, uluslararası güvenlik mimarîsinin temel sütunları ciddi darbe alıyor. BM Antlaşması’nda barış ve güvenliğin temeli olarak tanımlanan insan hakları hukuku ve insanî hukuk yok sayılıyor. Derinleşen istikrarsızlık ortamında sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden uzaklaşılıyor. Çatışma riskinin bölgeselden küresele tırmanma riski göz ardı edilmemeli.
Uluslararası toplumun uzlaşı kültüründen uzaklaşması, insan toplumunun çok büyük bölümünün gittikçe derinleşen eşitsizliğe ve yoksulluğa sürüklenmesine yol açıyor. BM verilerine göre, dünya nüfusunun yüzde 1’i, toplam küresel varlığın yüzde 95’ine sahip. Dünyada her 11 kişiden 1’i açlık sınırında. Dünya nüfusunun yüzde 8’i aşırı yoksulluk koşularında yaşıyor.
Sorun BM değil, siyasî iradenin yoldan çıkma eğilimi
Her zaman savunduğum gibi reform ihtiyacına karşın, sorun BM değil, sorun devletlerin siyasî irade eksikliği, ayrıca oportünist siyasî iradenin yükselişi ve ortak hedeflerin bencil çıkarlara kurban edilmesi.
BM, tüm devletleri diyalog için bir araya getirerek karar almalarını sağlayan zemin. Genel Sekreter’in yönetimindeki BM Sekreteryası ise devletlerin aldığı kararları, devletlerin sağladığı (ya da sağlamadığı) kaynaklar ölçüsünde uygulamakla yükümlü mekanizma. Karar alıcı değil, uygulayıcı bir yapı. Devletler karar almazsa ya da aldığı kararlar için gerekli kaynakları sağlamazsa, BM ne yapsın?
Bu tabloda BM’nin yapabildiklerini de görmek gerekir. BM’nin, uluslararası barış ve güvenliğin yanı sıra insan hakları, insani hukuk, mülteciler, insani yardım, silahsızlanma, kalkınma, sağlık, çalışma yaşamı, iklim krizi ile mücadele dahil geniş bir alanda uluslararası topluma sağladığı desteği anlamak için BM sayfasına bakmak yeterli olur.
BM’nin temel işlevlerinden biri de çatışmaların önlenmesi. Uluslararası çatışmalarda olduğu gibi iç çatışmaların önlenmesine yönelik önemli rol oynama yeteneğine sahip. Bu konuyu önceki bir yazımda incelemiştim.
Bu yazıda, BM çalışmalarının yoğunlukla yürütüldüğü iki örneği, Afganistan ve Suriye’deki durumu, kısaca ele almak istiyorum.
Afganistan
Afganistan’da 20 yıl boyunca etkin kontrol sağlayan ABD ve müttefiklerinin kalıcı bir hukuk sistemi ve kamu düzeni sağlamakta yetersiz kalmaları, durumun sürdürülebilir olamayacağını göstermişti. 2021’de, ABD’nin çekilme kararı üzerine Taliban, belki kendisini bile şaşırtan hızla yönetimi ele geçirmişti. Koşullar aynı olmamakla birlikte, Hayat Tahrir el Şam’ın da (HTŞ) yine belki kendisini de şaşırtan hızla Suriye’de yönetime el koymasını hatırlatmıyor mu?
Başlangıçta Taliban’ın “olumlu” mesajlar verdiğinin öne sürülmesi üzerine bunun riskli bir yaklaşım olduğunu vurgulamış, “Taliban Taliban’dır, hayal kurmayalım” demiştim. Taliban’ın evrensel değerler uyarınca demokrasi yolunda ilerlemesi, kendi varlık nedeni ile çatışırdı. BM üyesi bir devletin yönetimine geçen Taliban ile temas kurulması olağandı. Bununla birlikte, uluslararası toplumun dayanışma içinde kararlı bir duruş sergileyerek Taliban’ın atacağı adımlara göre tanıma ve destek durumunu gözden geçirmesinin, temaslarda bu mesajın verilmesinin önemli olacağını belirtmiştim.
Bir yandan da Taliban’a erken meşruiyet kazandırmadan Afgan halkının ihtiyacı olan insani yardımın sağlanması, bu bağlamda Afgan kadınların ve kızların durumuna öncelik verilmesi, uluslararası toplumun öncelikli ortak sorumluluğu olmalıydı.
Afganistan
Ne yazık ki Taliban konusunda temkinli olunmasını önerenler yanılmadı. Taliban yönetimi insan haklarından uzaklaşmaya devam etti. Şeriat uygulamaları sertleşti. Kadın hakları yok edildi.
Son olarak, eğitim alanında uygulanan geniş yasaklara ek olarak, kadınların tıp kurumlarında eğitim görmeleri yasaklandı. Kadınların yalnız kadın sağlık çalışanları tarafından tedavisine izin verilen Afganistan’da kadınlara tıp eğitiminin yasaklanmasının sonuçlarını tahmin etmek zor olmasa gerek. BM, Taliban’ın bu kararı iptal etmesini istedi ve uluslararası topluma Afganistan’da temel hak ve özgürlüklere sahip çıkılmasına yönelik çağrılarını yineledi.
Suriye
Suriye’de yarım yüzyıllık Esad hanedanı yıkıldı. Zaten 2011 sonrasında uzun süreli ayakta kalamayacağı, süreyi uluslararası güç dengelerinin belirleyeceği görülüyordu.
Sonuçta diktatörlük döneminin sona ermesi, ülke ve halkı için geleceğe yönelik umut ışığı oldu. Şimdi, tünelin ucunda görünen umut ışığının gerçek mi, hayal mi olduğu anlaşılacak.
Suriye’de Esad’ı deviren ve fiilen yönetimi devralan HTŞ’nin liderliğindeki yapı, çok sayıda radikal unsuru barındırıyor. Şimdiye kadar radikal İslamcı ideolojiye bağlı ve terör yöntemleri uygulayan bu çok parçalı yapı, Suriye’nin geleceğinin oluşmasında nasıl bir rol oynayacak?
Suriye bir etnik, dinsel, mezhepsel mozaik. Suriye halkının siyasî istikrar, sosyal uyum ve ekonomik refah koşullarında yaşayabilmesi, çoğulcu ve katılımcı demokratik kurumların ve yönetimin oluşturulabilmesine bağlı olacak. Yönetimi fiilen devralan yapının böyle bir oluşumu gerçekleştirme iradesi ve yeteneği var mı, ön yargısız izleyip göreceğiz…
Farklı tarihsel, sosyolojik ve jeopolitik koşullara sahip Afganistan’da Taliban’ın fiilen yönetimi devralmasından bir ölçüde farklı olsa da orada yaşanan deneyimleri de göz önünde bulundurarak en azından kısa dönemde “hayal kurmayalım, temkinli olalım” demek istiyorum.
Suriye’nin iç dinamiklerinin yanı sıra bu süreçte etkin olmaya devam edecekleri anlaşılan dış dinamikleri de dikkate alınca, çoğulcu ve katılımcı bir yönetim yapısının kurulabileceği zeminin oluşması için dış dinamiklerin ortak bir hedef benimseyebilmeleri ve dayanışma içinde Suriye’de yeni yönetimi bu yönde tutarlı bir anlayışla desteklemeleri gerekiyor.
HTŞ ile temaslarda bu unsurlar kararlılıkla vurgulanmalı, HTŞ nezdinde “ne yapsa da destekleneceği” algısı yaratılmamalı, HTŞ’ye açık çek verilmemeli, Suriye’de istikrar ve demokratik güvenlik için gerekli koşulları oluşturma iradesi gösterdiği ve bunu uygulamada gerçekleştirdiği ölçüde destekleneceği açıklıkla vurgulanmalıdır.
Çoğulcu ve katılımcı demokratik yönetimin ana sütunlarından birinin laiklik olduğu hatırlanmalıdır. Farklı inançlara saygı gösteren ve eşit mesafede duran laiklik, demokratik güvenliğin temel sütunudur. Laiklik olmadan çoğulcu ve katılımcı demokrasi geliştirilemez.
HTŞ ve yönetimde etkili olabilecek diğer grupların, İslamcı toplum yapısı ve siyaset felsefesinden çoğulcu ve katılımcı demokratik yönetim anlayışına dönmeleri mümkün olabilecek mi? Ön yargısız izleyip göreceğiz…
Öte yandan, Afganistan’da olduğu gibi Suriye’ye ihtiyaç duyulan ölçüde acil insanî yardım düzenli olarak sağlanmalıdır. Üye devletlerin gereken kaynakları sağlamaları durumunda, BM sistemi bunu etkinlikle sürdürecek deneyime ve yeteneğe sahiptir.
Suriyeli mültecilerin dönüşü
Suriyede 14 yıldır süren çatışmada yüz binlerce kişi öldü, yüz binin üzerinde kişi kayboldu, yarısı sınır geçerek mülteci konumuna gelen 14 milyon kişi yerlerinden edildi. Milyonlarca Suriyeli mülteci oldu, çoğunluğu komşu ülkelerde olmak üzere çeşitli ülkelerde yaşam kurdular.
Suriyeli mülteciler
Suriye’de Esad hanedanının sona ermesi, Suriyeli mültecilerin hemen geri dönüşleri için yeterli değil. Ülkede henüz siyasi istikrar oluşmadı. Hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı demokratik güvenlik sağlanmadı. Ekonomik olarak büyük yıkıma uğrayan ülkede ekonomik faaliyetlerin canlanması uzun süre alacak. Konutların büyük bölümü oturulamaz durumda. Kamu hizmetlerinin ne ölçüde sağlanacağını anlamak için zamana ihtiyaç var.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri (BMMYK), Esad’ın ülkeden ayrılmasından sonra Suriye’den iltica başvurularını askıya alan Avrupa ülkelerine çağrıda bulundu. Suriye’de durumun henüz belirsiz olduğu bu aşamada sadece “gönüllü” ve “güvenli” dönüşlere izin verilebileceğini, yeni yönetimin kamu düzeni sağlayacağı aşamada durumun yeniden değerlendirileceğini belirtti. BMMYK, mültecilerin Suriye’ye dönüşleri konusunda bir tutum belgesi paylaştı.
Avrupa Konseyi (AK) İnsan Hakları Komiseri de Suriye’den iltica başvurularını askıya alan Avrupa ülkelerine, uluslararası insan hakları hukuku ve mülteci hukukunun askıya alınamayacak temel normları arasında yer alan “geri göndermeme (non-refoulement)" yükümlülüklerini hatırlattı.
Bazı sonuç gözlemleri
Esad diktatörlüğünün sona ermesi büyük ölçüde herkesi sevindiren, rahatlatan bir gelişme oldu.
Buna karşılık, fiilen yönetimi ele alan HTŞ önderliğindeki grupların geçmiş bağlantıları, ideolojileri ve uygulamaları ile ilgili sorular bu aşamada tatmin edici düzeyde açıklığa kavuşmadı.
HTŞ, ılımlı mesajlar vermekle birlikte henüz çoğulcu ve katılımcı demokrasiye bağlılık konusunda güvence vermedi. Farklı etnik, dinsel ve mezhepsel grupların karar süreçlerinde yer almalarına ilişkin somut gelişme olmadı.
HTŞ’ye karşılıksız kredi verilmesi yanlış olur. HTŞ, uluslararası toplumun desteğini hak etmesi gerektiğini anlamalıdır. HTŞ Suriye’de çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi kurma yolunda ilerledikçe kredisinin yükseltilmesi değerlendirilmelidir.
Ortak hedef, Suriye’de güvenli bir geçiş dönemi sonrasında istikrarlı bir yönetim modeli oluşturulabilmesi. Bu da ancak çoğulcu ve katılımcı demokrasi koşullarının oluşturulması ile gerçekleşebilir. Yeni yönetim geçmiş bağlarından kurtularak demokratik güvenlik sağlayabilirse bunu ekonomik canlanma izleyebilecektir. O aşamada Suriyeli mültecilerin durumu da gönüllülük ilkesi temelinde yeniden değerlendirilebilecektir.
Suriye’de geçiş döneminde BM de yapıcı katkılarda bulunabilir. BM’nin temel işlevlerinden birinin çatışmaların önlenmesi olduğunu biliyoruz. BM, uluslararası çatışmalarda olduğu gibi, üye devletlerde iç çatışmaların önlenmesinde ve geçiş süreci yönetiminde önemli işlevler üstlenme konusunda deneyim sahibidir. Çok sayıda örnek var: Burkina Faso, Kolombiya, Kırgızistan, Guyana, Liberya...
Siyaset gerçek ve doğru verilere dayalı zeminde yapılır ve yürütülürse anlamlı sonuçlar üretebilir. İdeolojik bağlantıdan arınamayan siyasetin demokratik güvenlik koşullarını yaratabilmesi beklenemez. Otokratik ve onun da ötesinde totaliter nitelik kazanması kaçınılmazdır.
Dış dinamiklerin temel işlevi iç dinamikleri desteklemektir, onun yerini alarak ülkenin ya da toplumun dönüşümünü yönetmek değil. İç dinamiklerin dikkate alınmaması kaos ve çatışma yaratır. Öncelikli amaç “yerel sahiplenme” ile geçiş sürecinin yönetilmesidir.
BM Genel Sekreteri’nin 19 Aralık 2024 tarihli mesajı da bu yönde: “Suriye’nin geleceği, hepimizin desteği ile, Suriye halkı için, Suriye halkı tarafından belirlenmelidir.”