Avrupa tarihi bir yol ayrımında. Küresel ve bölgesel jeopolitik çatışma ve gerginliklerin tüm küresel ekonomi-politik sistemi derinden sarstığı bir ortamda, Avrupa'nın geleceği daha fazla Atlantik'e yakınlaşarak mı anlam kazanacak; yoksa Avrupa'nın Avrasya ile bütünleşmesi yeni fırsatları mı beraberinde getirecek? Uzmanlar, 1990'lı yılların sonlarından bu yana Avrupa'nın önde gelen ekonomileri, Avrupa Birliği (AB) merkezli olarak, küresel sistemdeki derin değişikliklere yanıt olarak daha bağımsız ve iddialı bir uluslararası rolü inşa etmenin gayreti içerisindeler. Bu arayış AB için 'stratejik otonomi' anlayışını da önceliklendiren detaylar içeriyor.
Avrupa'nın enerji arz güvenliği, topyekun savunması, Küresel Güney ülkeleri ile derinleşmesini arzu ettiği çok yönlü ilişkileri ve sömürgecilik sabıkası nedeniyle, Afrika ve Asya'da yeniden inşa etmek zorunda olduğu algısı açısından son 25 yıla damgasını vuran bir süreçten söz ediyoruz. Ancak, AB üyesi ülkeler arası ilişkiler, AB'nin bir türlü sadeleştirilememiş karmaşık süreçleri ve hayli hantal kurumları, söz konusu başlıklarda elle tutulur, göz doldurur strateji ve süreçlerin oluşturulmasına imkan vermedi. Bu nedenle, 2008 küresel finans krizinden bu yana, gerek AB'nin bütünü; gerekse de önde gelen Avrupa ülkeleri senkronize bir birliktelik ortaya koyamadılar. 'Kovid-19' ve Rusya-Ukrayna Savaşı AB ve önde gelen ülkeler adına bu durumu daha da karmaşık hale getirdi.
2. Dünya Savaşı sonrasında, 'barış kıtası' olmak adına iddialı bir gelecek ve uluslararası normlar boyutunda dünyaca kabul edilecek standartlar ortaya koyan Avrupa Birliği ve önde gelen ülkeler, Yugoslavya'nın parçalanma sürecinde insanlık adına trajik bir başarısızlık ortaya koydular. Kendi ordusunu kurma arayışlarından, 2004, 2007 ve 2013'deki 13 ülkeyi kapsayan genişleme ve Birleşik Krallık'ın ayrılma kararlarına kadar, son 25 yılda Avrupa Birliği kendi içerisinde yoğun tartışmalara ve meşakkatli süreçlere de sahne oldu. Aynı dönemde, ABD'nin giderek 'Avrupalı' bir Amerika'dan, 'Amerikalı' bir Amerika'ya dönüşüm geçirmesi de, ABD-AB ilişkileri açısından inişli çıkışlı süreçleri tetikledi. Son 25 yılda ABD ile AB'nin küresel ve bölgesel meselelerde ayrıştığı alanlar yoğunlaştı, mutabık oldukları alanlar azaldı.
Bu durum, ilginçtir, Washington'da Brüksel'den daha fazla keyifsizliğe ve gerginliğe sebep oldu. Washington'un karar vericilerinin ve kurumlarının Avrupalı liderlere, kurumlara ve AB Komisyonu'na yönelik söylemleri ve eylemleri daha da rahatsız edici bir durum arz eder oldu. AB'nin ve Avrupa'nın önde gelen ülkelerinin 'stratejik otonomi' odaklı arayışları, daha bağımsız ve iddialı bir uluslararası rolü inşa etme gayreti, Washington'dan Atlantik'in diğer yakasına, zaman zaman tehditkar bir düzeye de ulaşan, bir söylemin geliştiğine de şahit olduk. Bu nedenle, Brexit Atlantik'in iki yakası arasında hayli 'renkli' değerlendirmeleri de tetikledi. Bugün var olan tablo, 1960 ile 2000 arası, Atlantik'in iki yakası arasındaki 40 yıllık 'uyumlu' sürecin çok uzağında olduğumuza, Washington'un 'biat' beklentisinin derinleştiğine işaret etmekte. Bu nedenle, ticaret, lojistik, enerji tedarik çeşitlendirmesinde, savunma ve dijital teknolojiler alanında, Avrupa geleceğini 'Atlantik'te mi, yoksa 'Avrasya'da mı aramalı, önümüzdeki 5 yıl Avrupa için zor bir karar dönemi olacak.