AK Parti niçin ‘mülakat’ı kaldırma sözü verdi?

Kim ne kadar farkında belli değil ama Türkiye’de bugünlerde en fazla can yakan konuların başında mülakat meselesi geliyor. Kamuya personel alımları sınavla yapılıyor biliyorsunuz. Başvuran herkesi memuriyete almanın imkanı olmadığı için söz konusu işe kimin daha ehil ve daha layık olduğunu bir şekilde belirlemek gerekiyor çünkü. KPSS bunun için var.

Ne var ki bu sınavda başarılı olmak yetmiyor, bir de sözlü sınav yapılıyor. Yazılı sınavı geçenler mülakat adı verilen bir engeli de aşmak zorundalar. Mesleğinizle ilgili veya ilgisiz birtakım sorulara vereceğiniz cevaplara göre işe alınıyorsunuz. Tartışılacak hiçbir yanı yok. Çok büyük bir adaletsizlik bu. Vicdanların asla kabul edemeyeceği bir uygulama.

Belirli bazı meslekler veya belirli görevler söz konusu olduğunda mülakata gerek görülebilir belki ama milletin ehliyet ve liyakat sahibi çocuklarının hakkını yiyerek “kendi adamlarını işe alma yöntemi” olarak kullanılması vicdanların kabul edemeyeceği bir kötülük.

“Torpillilere yer açmak için mülakat yoluyla liyakatliler eleniyor” görüntüsü siyasi iktidarların taşıyabileceği türden bir yük değil. Tıpkı muhalefet yaptığı hizmetlerle halkın sempatisini kazanmasın diye, belediyelerin yetkilerini tırpanlamak, projelerine onay vermemek, hatta çocuk kreşlerini kapatmaya çalışmak gibi… Milletin neyin ne olduğunu bilmediğini farz etmek **“siyasi akıl”**la bağdaşır bir tutum değil.

Erdoğan’ın “bir özeleştiri” olarak “CHP nasıl bu kadar oy alabiliyor, belediye kazanabiliyor?” diye sorması meselenin aslında pekala anlaşıldığını gösteriyor. Ama uygulama değişmiyor. Bunları söylerken muhalefetin elindeki belediyelere yönelik engelleme hamleleri hız kesmeden devam ediyor. Çünkü makinanın çalışma şekli bu. Yanlış olduğunu görseler de değiştirmeye güçleri yetmiyor.

Mülakat konusu da böyle… Bu işin kendilerine “siyaseten” verdiği zararın farkındalar ama iktidar makinasının çalışma şeklini değiştiremiyorlar. Onun için seçimden önce hangi amaçla “mülakatı kaldıracağız” sözünü verdiklerini unutmuş durumdalar.

Biz hatırlatalım: İki yıl kadar önce KPSS sorularının bir dershanenin yayınladığı dergide örnek sınav sorusu olarak yer alması kamuoyunda büyük infial yaratmış, “Geçmişte FETÖ’nün yaptığı soru hırsızlıkları geri mi döndü” sorusuna yol açmıştı.

O zaman şakayla karışık şu söylenmişti: Soru çalmalarına gerek yok ki, zaten mülakat uygulaması sayesinde liyakat sahipleri yerine iktidarla irtibatı olanlar hak etmedikleri yerlere gelebiliyorlar!

Böyle bir **“şaka”**ya muhatap olmak siyasi iktidar açısından utanç ve kaygı verici olmalıydı. Nitekim kısa bir süre sonra seçim sathı mailine girildiğinde AK Parti kamuya personel alımlarında mülakatın kaldırılacağı vaadinde bulundu.

“Siyasi kayırmacılık” belasının vatandaştaki karşılığının ne olduğunu en iyi bilenler AK Parti kadrolarıdır. Bu bağlamda bir hatırlatmada daha bulunalım: 90’larda SHP’li Adalet Bakanı Mehmet Moğultay hakim ve savcılık sınavında yaptıkları usulsüzlüğü ve siyasi kadrolaşmayı şu sözlerle savunmuştu: “Bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP’ye mi verseydim? Yapılacak en akıllı hareket kendi devri iktidarında örgütleneceksin, kadrolaşacaksın ve bu kadrolar günün birinde gelecek, büyüyecek ve senin yolunu açacak…”

Moğultay’ın o dönemde çok büyük tepkiye yol açan ve kendi partisini de kamuoyu vicdanında mahkûm eden bu sözleri şimdiki iktidarın yolunu açan belli başlı kırılma noktalarından biri oldu. SHP-CHP’nin “Türkiye’nin partisi” olmak yerine belirli bir zümrenin çıkarlarının temsilcisi olarak tescil edilmesine yol açan bu “sekter” yaklaşım, merkez siyasetin zaafa düştüğü bir süreçte daha sağdaki bir yapıyı merkeze taşıdı. 94’te İstanbul ve Ankara gibi büyükşehir belediyelerini alan Refah Partisi 1995 genel seçiminde birinci parti oldu. Bu hareketi hukuksuz yollarla engelleme çabalarının meyvesi de şimdiki iktidar zaten.

AK Parti sözcüleri aradan yıllar geçse de Moğultay’a referansla “CHP zihniyetinin” hukuk dışı kadrolaşma siyasetini her fırsatta eleştirdi. Ne var ki 2000’lerde AK Parti iktidarının himayesi altında FETÖ’nün yaptıkları Moğultay’ın savunduğu anlayıştan farklı bir yaklaşımı işaret ediyor değildi.

Sınav sorularını çalarak, rakip adaylara çamur atarak ve akla gelmeyecek her yolu kullanarak geçekleştirilen “devlette kadrolaşma” faaliyetinin kendi açısından olumsuz sonuçlarıyla 15 Temmuz’da karşılaşan siyasi iktidar, bu karanlık yapının tasfiyesinin ardından da farklı bir yola yönelmedi. Hatta biraz da FETÖ ve benzeri yapıların yeniden devlete sızması endişesini bahane ederek kadrolaşmayı devam ettirdi. Kamuoyundaki algı itibarıyla, mülakat sistemi de bunun aracı oldu.

Milletin yarısından fazlasının (yüzde 50 +1) oyunu almaya ihtiyacı olan bir siyasi hareketin tevessül etmemesi gereken bu yanlış, taşınamaz bir yüke dönüştü. Bu gerçek kolayca görülebiliyordu. Dolayısıyla son genel seçimden önce mülakatın kaldırılacağı vaat edildi. Amma velakin, dediğim gibi, eldeki makine başka türlü çalıştırılamıyor, huylu huyundan vaz geçemiyor.