Nihayet birilerinin beklediği ve umduğu gibi Devlet Bahçeli geri adım mı attı?

Ben zaten öyleydim de, ekim ayından beri başta biz gazeteciler olmak üzere siyasetle ilgili herkes salı günleri MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmaların müdavimi oldu. Söyledikleri kadar söylemedikleri ama daha çok örtülü şekilde söyledikleri merak edilir oldu. Ve tabii ardından “Aslında ne demek istedi?”, “Erdoğan ile arasında ayrılık mı var?”, “Yoksa bir tiyatro oyunu mu izliyoruz?” türünden analizler ortalığı kapladı.

“Sezar’ın hakkı Sezar’a”: Bahçeli’nin alt metinlerini okumada kimse Prof. Mümtaz’er Türköne kadar başarılı ve etkili olmadı. Öyle ki AKP’ye yakın bazı isimler işi, Bahçeli’nin metinlerini bizzat onun yazdığını iddia etmeye kadar vardırdılar. Gariptir benzer isimler, Bahçeli’nin meslektaşımız Hilal Köylü’yü rahatsız edici bir şekilde terslerken esas mesajını Türköne’ye verdiğini söylediler.

“Hiçbir ayrılık ve ayrışma söz konusu dahi olmaz“

Ve geldik bugüne. Bugün şundan ayrıca önemliydi: Bahçeli, Abdullah Öcalan’ı DEM Parti TBMM Grubu’nda konuşma yapmaya ve “Umut Hakkı” vaadiyle çıtayı alabildiğine yükselttikten sonra, ilk kez Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaklaşık bir saat görüşmüştü. Acaba Erdoğan ile arasında ayrılık olduğu iddialarına bu sefer cevap verecek miydi? “Sözümün arkasındayım” demeye devam edecek miydi?

İlk sorunun cevabı net bir şekilde “evet”. Bahçeli uzun uzun Cumhur İttifakı’nı övdü ve şöyle dedi:

“Sayın Cumhurbaşkanımızla aramızdaki derin ve karşılıksız bağı; ahlaki, samimi ve dostane diyaloğu sorgulamak ve sulandırmak gayesiyle maske üstüne maske takan, kılıktan kılığa giren köşe başı fitnebazları iyice azıtmaktadır. Cumhur İttifakı, malum kötü niyet ve kötürüm tıynet sahiplerinin anlayıp da itiraf edemeyeceği kadar vatan ve millet sevdasıyla hemhal olmuştur.”

Bahçeli, ayrılık iddiaları hakkındaysa şunları söyledi:

“Son günlerde tartışmaların odağında yer alan bazı açıklamalarımdan Sayın Cumhurbaşkanımızın haberinin olup olmadığını araştıran, aramızda bir anlaşmazlık çıkıp çıkmadığını yorumlayan zevata diyeceğim öz itibariyle şudur: Mevzubahis vatan, bayrak, millet ve devlet-i ebed müddetse Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile şahsım arasında hiçbir ayrılığın ve ayrışmanın söz konusu dahi olmayacağını mühürlü kalplere, duymayan kulaklara, görmeyen gözlere hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir. Öküz altında buzağı arayacaklarına gitsinler kendilerine münasip kapak arasınlar, sanıyorum onlar için daha yararlı olacak, bu sözüm de alayına kapak olacaktır.”

Mekanın asıl sahibi: Erdoğan

Peki bu mesele böylece kapanmış mı oldu? Bu sorunun cevabıysa kesinlikle “hayır” olacaktır. Çünkü bugün, öncekilere göre daha buruk bir Bahçeli vardı karşımızda. Bu hafta, o alışık olduğumuz, “sözlerimin arkasındayım” diyerek, çıtayı yükseltmesinden istifade edip milliyetçi oyları saflarına çekmeye çalışan rakiplerine sert eleştiriler yönelten MHP liderini göremedik.

Bu noktada yazının başlığına referans verip “Bahçeli geri adım mı attı?” diye sorabiliriz. Kendi cevabıma gelmeden önce Mümtaz’er Türköne’nin sıcağı sıcağına Medyascope için kaleme aldığı yazıya bir göz atalım.

Türköne, “Bahçeli’nin bugünkü grup konuşmasından yükselen ana mesaj ‘güçlü bir sessizlik’ oldu. 22 Ekim’de 9 şiddetindeki depremle başlattığı yeni çözüm sürecinin kapısından geri çıktı, ama kapıyı açık bıraktı. Bana sorarsanız eli kapının kulpunda Erdoğan’ı içeri buyur ediyor. Daha doğrusu mekânı asıl sahibine bırakıyor” diyor.

Kandil’i İmralı çizgisine çekememek

Olabilir, ama bence Bahçeli’nin konuşmasının sonundaki karamsarlığı atlıyor ya da önemsemiyor. Hatırlayalım, konuşmasını şöyle bitirdi MHP lideri:

“Buradan bütün Kürt kardeşlerime sesleniyorum. PKK Kürtleri temsil edemez. Şimdi açıkça görüldü ki, bir adım ileri gitmek için yola çıkanları engellemeye çalışanlar vardır. Dün terörist başının yoldaşı olanlar, şimdi Amerika’nın uşağı olmuşlar. Biden’ın üvey evlatlarına, Türk milletinin asil evlatlarını kurban edemeyiz. Buna hakkımız yok. Gelin bir olalım, beraber olalım, hep beraber Türkiye olalım.”

Bahçeli’nin bu sözlerini, Öcalan üzerinden PKK’ya silah bıraktırma projesinin daha ilk aşamada başarısızlığa uğramakta olduğu şeklinde yorumluyorum. Diğer bir deyişle Bahçeli, Kandil’in İmralı çizgisine tabi olmaya yanaşmadığını, bölgedeki gelişmeleri gözeterek ve ABD-İsrail hattına yanaşarak elini güçlendirmeyi tercih ettiğini düşünüyor olmalı. Bu noktaya Erdoğan ile görüştükten sonra varmış olduğunu düşünebiliriz.

Bunu, konuşmasının başlarındaki şu sözlere dayandırıyorum:

“Bu bölgeden kaynaklanan çok aktörlü ve çok katmanlı istikrarsızlık ortamının ülkemize ihracını zamanında engellemek, güvenlik duvarlarını muhkem hale getirmek tali bir mesele değil, asli bir mesele olmalıdır. Zira sınırlarımızın hemen dibinde oynanan karanlık oyunların son sahnesi Türkiye’de kurulmak istenmektedir.”

Başından itibaren Bahçeli’nin “açılımı”nın esas nedeninin bölgesel gelişmeler olduğunu düşündüm. Onun son dönemdeki açıklamalarını “yaklaşan tehlike”ye karşı bir alarm olarak gördüm. Bugünkü konuşmasında da “Türkiye artık feleğin çemberini kırmalıdır. Makus talih hepten değişmelidir” sözlerini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Evet, MHP lideri çok risk aldı, çıtayı alabildiğine yükseltti ama anladığım kadarıyla bir tür hayal kırıklığı yaşıyor. PKK’yı silahsızlandırmanın kestirme bir yolu olmadığını kabullenene kadar bu durum devam edeceğe benziyor.

Özetle Bahçeli’nin bugün geri adım attığını söylemek haksızlık olabilir ama bir durup soluklandığı ve ileriye değil de geriye doğru baktığını pekâlâ söyleyebiliriz.