Mülakat: Cihat Arpacık
Türkiye’nin en bilinen sol görüşlü aydınlarından biri. Çok uzun zamandır yazdıklarıyla kamuoyunun önünde. Üniversitedeki derslerine ve araştırmalarına devam ediyor. Murat Belge ile Perspektif için bir asrı deviren Cumhuriyet’i konuştuk. Belge, “Osmanlı modernleşmesinde Cumhuriyet’e dair bir zihin dünyası vardı” iddiasına inanmıyor. Meşrutiyet’i ise “Mizahi bir örnek” olarak nitelendiriyor. Türkiye’nin Cumhuriyet’i henüz “başaramadığı” görüşünde olsa da ülkenin gerekçeleri de olduğunu düşünüyor.
Cumhuriyet artık bir asrı devirdi. 100 yıllık Cumhuriyet tecrübesine baktığımızda Türkiye, bütün renkleriyle Cumhuriyet’i “başardı mı” sizce?
Doğrusu “başardı” diyemem. Eksik olan birçok şeyi saymak, yanlış olan birçok şeyi tespit etmek mümkün. Ama sonuç olarak sözünü ettiğimiz olay, Cumhuriyet’i kurmak, işletmek büyük bir iş. Burada insaf ölçüleri içinde ne kadar başarı beklenebilir bilemiyorum. Mükemmel, tereyağından kıl çeker gibi bir süreç tamamlandı demek zor. Belki böyle bir şey beklemek haksızlık da. Yapılmış bir sürü iş de var. Onları inkâr edemeyiz.
Çok büyük şeyler beklememiz neden insaflı olmaz?
Vaziyet aslında bütün dünyanın başına gelmiş bir durum. Batı dediğimiz bölgede yaşayan insanlar başkalarının yapmadığı birtakım işler yapmışlar ve sonuçta değişik bir yere gelmişler. Tabii en önemli faktör Sanayi Devrimi. Diğer dünya toplumları bu merhaleden geçmedi. Cumhuriyet’i ilan etmek zorunda kalmak zaten başlı başına can sıkıcı bir durum. Bir hayat yaşıyorsun, alışılmış şeyler var ama birdenbire “Bu iş öyle değil, böyle olacak” deniliyor. Rahatsız edici tarafları olan bir iş. Zorlu da bir iş. En zor olan yeri kafanın içini değiştirmek. Bu da kolay kolay değişmiyor.
OSMANLI MEŞRUTİYETİ, MEŞRUTİYETİN MİZAHİ BİR ÖRNEĞİYDİ
Tam da bu noktada bir şey sormak istiyorum. 100 yıldan da geriye gittiğimizde, Osmanlı modernleşmesinde Cumhuriyet kavramına dair bir zihin dünyası yok muydu?
Pek yoktu. Mutlakiyete alışmış bir toplum var karşımızda.
Meşrutiyet’i nereye koyacağız?
Meşrutiyet’in oldukça mizahi bir örneğiydi o.
İlk gün, Cumhuriyet’in temelleri atılırken uygulama daha kapsayıcı olsaydı daha farklı bir toplum inşa edilebilir miydi?
Bence evet. Kendi başına zor olsa da o başarılabilseydi bugün çok daha olumlu bir yerde olabilirdik. “Bu bizim toplumda olmaz” diye de bakmıyorum. Pekâlâ olurdu. Kapsayıcı olamadı.
Peki bu kapsayıcı olamamanın arkasındaki kodlar nelerdi?
Öyle kadrolar yoktu. Kimin ne dediği anlaşılmayan bir aydınlar grubu var, onlarla birlikte yelkenler açıp denize açılıyorsun. Bu kadronun darlığı da kapsayıcı olmanın önüne geçiyor.
Yakın tarihimizde metazori bir sürecin içinde yol almaya çalışıyoruz. Topluma ne yapmasını söyleyen, bunu en iyi kendilerinin bildiğini iddia eden bir kesim vardı. Ama ne bildikleri şüpheliydi. Bu durum ilk defa onların başına gelmişti. Kendilerinden önce Ahmet, Mehmet yapmadı bu işi. Kendileri yapacaktı ve uzun boylu kılavuzları yoktu. Dizayn için en iyi bildikleri şey olan orduyu kullandılar. Ama aradan geçen bunca zamanda sonuç itibarıyla ordu eliyle yapılan müdahalelere karşı demokrasiyi nasıl koruyacağımıza dair bir deneyim edindik. Ama sonra bir an geldi ve bu çabaya ikna olmayan kesim iktidar oldu. “Jakoben bir iktidar var” derken oy çoğunluğuna dayalı bir otokratlığa girmiş olduk. Olmak istediğimiz yerle olduğumuz yer arasındaki mesafe hâlâ duruyor ama üslubu değişti. Türkiye, antidemokratik rejimlerin koleksiyonunu yapan bir ülke haline geldi. Bu hâlden de kurtulursak, sahici bir deneyim birikimi yapan bir toplum oluruz. O zaman, eski zaman deyimiyle “Mandepsiye basmak” o kadar kolay olmaz. Tecrübeyi görerek, anlayarak bakmak daha kolay olur.
BAŞKA TÜRLÜSÜNÜ BİLMİYORUZ
İktidar dediğimiz mekanizmanın antidemokratik teamülleri benimsemesi aslında orta vadede kendisine maliyet üretiyor. Şimdiden bahsetmiyorum, geçmişten bu yana hep maliyet üretti. Bu durum ortadayken bu yanlışta ısrar neden?
Toplumsal olaylarda böyle keyfiyet vardır. Daha bireysel insan davranışlarında da benzer örnekleri buluruz. İnsanlar, kör değneğini beller gibi bir şey öğrenmişlerdir. İşler sıkılaştığı zaman onu yapmaya girişirler. Başka bir şey yapmayı akıllarına getirmezler. Zaten başka bir şey yapılacaksa da nasıl yapılacağını bilmiyorlardır. Bir marifet öğrenmiş robot gibi tekrar o kodlara dönerler. Bu durumu da ona benzetiyorum.
Cumhuriyet tarihinde Türk solunun fotoğrafını çekmenizi istesem neler söylersiniz? 100 yıl boyunca evet bir sürü tecrübe biriktirdi ama tekâmül nasıl oldu?
Önce Türk solunun sol olduğunun şüpheli olduğunu söyleyerek başlamak lazım. Bu sosyolojik anlamda da tartışılmalı. Mesela 1960’lardan bu yana kimler solcu oldu? Türkiye sağının iktidar olmasından hiç hoşlanmayan, hâkimin, subayın, mühendisin oğlu-kızı solcu oldu. Bunlar aslında bir zamanın egemen sınıfıydı. Egemen sınıfa muhalif olmak düştü. Muhalif mi olacak yoksa aslında memleketin sahibi biziz ve elimizden zorla aldılar mı demek istiyor, buna bir karar vermiş değil. Hâliyle topluma bakış da yukarıdan oldu. Zaten bozukluk da oradan başladı. Mesela solcu deyince herkesin en rahat anladığı milliyetçilik ve antiemperyalizm.
KEMALİZM, “BEN SOLUM” DEMEDİ
Onu şimdi “ulusalcı” parantezine alıyorlar?
Bir sürü kıyafet giydirebilirsiniz. Ama bunu sol zannediyorlar. Sağ partiyi, sol gibi görünen bir şey yaptığı zaman eleştirebiliyorlar mesela. Bir sürü oturmamış şey var. 100’üncü yılda da durum böyle.
Kemalizm’i solun neresine koyabiliriz?
Kemalizm, kendisinin sol olduğunu iddia etmedi. Hatta büyük ölçüde solu durdurmak üzere de oluşmuş, programının bir kısmını buna ayırmış bir ideoloji ve pratiktir. Sol olması da gerekmez, öyle bir kanun yok. İnsanları ya da yapıları olmadıkları bir şey gibi göstermek, öyle sanmak ilginç bir özellik.