“Kürt hareketi yine oyuna getirilecek”: Bu önermenin doğru olabilmesi için önceki çözüm sürecinde Kürtlerin oyuna getirilmiş olması gerekiyor. Halbuki böyle olmadı. Yaşanan süreçten en kârlı çıkan Kürtler oldu. Öncelikle Kürt sorununun kriminalize edilmesine son verildi. Kürtleri memnun edecek birçok adım atıldı. Ayrıca Abdullah Öcalan ve Kandil’deki PKK kurmayları meşru aktörler olarak tescil edildi. Ve nihayet 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP yüzde 13.2 oy alıp 80 milletvekili kazandı. PYD/YPG Suriye’de önemli kazanımlar elde etti. Erdoğan’ın 28 Şubat 2015 Dolmabahçe Mutabakatı’nın hemen ardından masayı devirmiş olması, oyuna getirilenin kendisi olduğu sonucuna varmasındandır.
“Kürt hareketi kolay kolay oyuna gelmez”: Bu önerme doğru gibi gözüküyor ama yine de cümleye “ama” diyerek devam etmekte yarar var. Doğru gibi gözükmesinin öncelikli nedeni Kürt siyasi hareketinin çok köklü bir geçmiş ve birikime, yetişmiş kadroya ve en önemlisi güçlü ve bilinçli bir kitle tabanına sahip olması. Ama 2015’ten bu yana bu hareket çok ciddi yaralar aldı. Ülke içindeki yüzlerce kadrosu yıllarca cezaevinde tutuldu, tutuluyor; kazanılan belediyeler kayyumlar atandı; gerek Türkiye, gerekse Irak ve Suriye’deki askeri güçlere ağır darbeler indirildi ve hareketin merkezi olduğu aşikâr olan Öcalan mutlak bir tecrite tabi tutuldu. Öte yandan MHP’nin de dahil olduğu yeni iktidar koalisyonu bu dönemde gerek Kürt hareketiyle, gerekse Fethullahçılıkla mücadele ederek yeni tecrübeler edindi. Kısacası iktidar-Kürt hareketi arasındaki dengelerin epey değiştiğini kabul etmek lazım.
“Kürt hareketi iktidara yanaşmak yerine muhalif kalmalı”: Kürt hareketi 2015’ten beri bu önermeye uygun hareket ediyor ve açıkçası pek hayrını görmedi. Çok basit bir örnek: Demirtaş’ın bile “Yürü bre Kemal” diye açık çek verdiği Kemal Kılıçdaroğlu ikinci tur öncesinde Ümit Özdağ ile protokol imzalayıp içişleri bakanlığı ve MİT’i vermeyi taahhüt etti. Eskaza Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı, Kürtlerin seçilmesine katkıda bulunduğu bir cumhurbaşkanı döneminde Kürt düşmanlığının sona ereceğinin herhangi bir garantisi olmayacaktı. Dolayısıyla Kürtlerin muhalefeti, daha doğrusu CHP’yi kayıtsız şartsız desteklemesi devam edemez. Nitekim Özgür Özel bunun bilincine varmış olmalı ki yarın Edirne’de Demirtaş’ı ziyaret edecek, salı akşamı da kapsamlı bir Güneydoğu gezisi yapacak.
“Kürt hareketi öncelikle Öcalan’a tecritin kaldırılmasını dayatarak yanlış yapıyor”: İlk bakışta yanlışmış gibi görünen bu dayatmanın tam tersine son derece isabetli olduğunu anlamak için öncelikle Öcalan’ın aslında kendi içinde birçok farklılık barındıran bu hareketi birleştiren ilk aktör olduğunu görmek lazım. İkincisi, cuma günü yaptığımız yayında eski HDP milletvekili İdris Baluken’in “Tarafların inatlaştığı yerde Öcalan’ın ön açan bir yaklaşımı vardı” demesinde de görüldüğü gibi Öcalan bu son derece zor meselede pekala kolaylaştırıcı bir rol oynayabiliyor. Hatta bu noktada ender isimlerden biri olduğu da söylenebilir. Son olarak değişik vesilelerle Erdoğan, Bahçeli gibi iktidar yöneticilerin Öcalan’a, Kandil hatta DEM Parti’ye, özellikle de Demirtaş’a kıyasla daha pozitif yaklaştıkları düşünüldüğünde bu talebin kabulünün daha kolay olacağı düşünülüyor olmalı.
“Kürt hareketinin Demirtaş’a ihtiyacı var”: Doğru, hatta daha ötesinde tüm Türkiye’nin Demirtaş’a ihtiyacı var. Bu başlıkla daha yeni bir yayın yaptım, oradan bir bölüm aktarmak isterim: “Ne düşünür bilmiyorum, ama artık bu inadından, bir tür kan dâvâsına dönüşmüş olan inadından vazgeçmesi Erdoğan için de hayırlı olur. Eğer gerçekten bu konuda birtakım gelişmeler yaşatmak istiyorsa ve bu anlamda da kendi iktidârını bu yolla daha güçlü bir şekilde korunaklı kılacağını düşünüyorsa, nispeten zayıf bir DEM Parti ile değil, daha güçlü bir DEM Parti ile görüşmesinin daha akılcı olduğunu düşünüyorum.” Fakat bu cümlenin ardından “Ama büyük bir ihtimalle böyle olmayacaktır” dediğimi de eklemeliyim. Erdoğan’ın Demirtaş’a olan kini biteceğe benzemiyor ama bu kinin kendisine de kaybettireceğini bir an önce fark etmesi gerekiyor.
“Erdoğan Kürt hareketiyle yakınlaşarak bölgedeki altüst oluşlara hazır olmak istiyor”: Bahçeli’nin DEM Partililere el uzatmasının öncesi ve sonrasında “iç cepheyi güçlendirme” çağrısı yapması, Erdoğan’ın da konuyu bir şekilde İsrail’in Türkiye’ye saldırı niyetleriyle ilişkilendirmeye çalışması muhalefetteki çok kişiye inandırıcı gelmiyor. Onlara göre iktidarın asıl ve belki de tek niyeti Erdoğan’ı yeniden seçtirmek. Evet, Erdoğan’ın böyle bir niyeti olduğu kesin ama öncelikli olanın, hele yegane niyetinin bu olduğunu düşünmek fazla zorlama. Zira Ortadoğu’da gerçekten çok şeyler değişiyor. 5 Kasım’daki ABD seçimlerini kim kazanırsa kazansın bu değişimin iyice hızlanacağını ve sertleşeceğini kestirebiliriz. Ve muhakkak bu dengelere bölgede dört ülkeye dağılmış Kürtlerin ve bu dört ülkede de epey etkili olan PKK/Öcalan hareketinin dahil olacağı açık. Bu nedenle Erdoğan’ın ön almak istemesi çok normal.
“Küresel güçler Kürt hareketini Erdoğan’a kaptırmazlar”: Hiç yanlışmış gibi gözükmüyor. Artık bölgesel olmanın ötesinde uluslararasılaşmış bir Kürt sorunu söz konusu. Kürtlerin yaşadığı dört ülkedeki iktidarlar bir araya gelseler bile -ki bu başlıbaşına çok zor- küresel güçlerin Kürt sorununa dahil olmasının, Kürt hareketlerine destek vermesinin önüne geçemezler. Hatırlayanlar olacaktır, geçmiş çözüm sürecinde Öcalan Ankara’ya Ortadoğu’yu birlikte şekillendirme çağrısı yapmış, kabul görmemişti. Gelinen noktada Öcalan istese de PKK’yı örneğin ABD’den uzaklaştırıp Ankara’ya yakınlaştıramayabilir. Tabii yeni dönemde bir şekilde İsrail’in de olaya dahil olacağını hesaba katmak lazım.