Epey bir süredir sokaklarımızda yürek paralayıcı olaylar yaşanıyor, kadınlar katlediliyor, sokak ortasında genç kızlara, çocuklara cinsel saldırı girişiminde bulunuluyor.
Hepimizi utanca ve aynı zamanda öfkeye boğan şu yaşananlara bakar mısınız… Geçen hafta sonu bir kadın Beyoğlu’nda sokakta önce bir köşeye sıkıştırılıp taciz ediliyor, sonra sokak ortasında yere yatırılıp üzerine çıkılarak cinsel saldırı girişimine maruz kalıyor. Aynı gün Fatih’te surlarda 19 yaşında bir genç, yine 19 yaşındaki eski sevgilisinin başını kesip surlardan atıyor ve ardından kendisi de surdan atlayıp intihar ediyor. Aynı genç öncesinde yine 19 yaşında başka bir kızı daha öldürmüştü.
Maalesef hukuku bitirdiğimiz için kadın cinayetlerinin artık sıradanlaştığı, sokakların mafyanın çatışma alanı haline geldiği bir şiddet toplumuna dönüşmüş bulunuyoruz.
Ekonomiden hukuka, eğitimden asayişe kadar bütün alanlarda kurumları iflas etmiş bir ülkenin vatandaşları olarak bu yozlaşmadan şikayetçiyiz ama ne hikmetse neden böylesine bir ahlaki iflasa sürüklendiğimizi sorgulamayı aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz.
Hemen herkes ahlaki çürümeden şikayet ediyor, adaletsizliğin can yakıcı hale geldiğini görüyor, ekonomik krizin, fukaralığın dayanılmaz halde olduğunu en acı şekilde yaşıyor. “Peki neden bu haldeyiz” diye sorulduğunda “dinden uzaklaştığımız için bunlar başımıza geliyor” benzeri afaki cümlelerle, adeta gerçeklerden kaçmayı tercih ediyoruz.
Açıkçası kelimelerin kifayetsiz kaldığı trajik bir durumla karşı karşıyayız. Sadece sokaktaki insan değil, doktorlar, mühendisler, avukatlar, okumuş/yazmış insanlar gerçeklerle yüzleşmekten korkuyorlar adeta… Geçtiğimiz günlerde bir doktor dostum, son günlerde yaşananlar üzerinden iktidarı eleştireceğimi düşünerek anında gardını aldı ve “Sakın bu yaşananların sorumluluğunu iktidara yıkmaya kalkma, insanlarımıza dini öğretmediğimiz için ahlaksızlığın önüne geçilemiyor” diye yakındı.
Dostuma dedim ki: “hayır iktidar eleştirisi yapmayacağım, bu iktidar 22 yıldır dini hayatı canlandırmak için pek çok şey yaptı, neredeyse her mahalleye İmam Hatip okulu açtı, Kur’an kurslarının sayılarını arttırdı ama sonuç ortada. Demek ki sadece şekilsel anlamda kuru dini bilgiler sunmakla ahlaklı nesiller yetişmiyormuş…”
Yaşadığımız yüzyılı okumaktan aciz bu zihniyet yapısında ısrar ederek, adam gibi bir hukuk devleti inşa etmediğimiz sürece de bu ahlaki çürümeyi tedavi edemeyeceğimiz gibi, sokaklarımızı da asla güvenli hale getiremeyeceğiz.
Ve çok net olarak gördük ki “dindar nesil yetiştirmek” sloganıyla ahlaklı nesiller yetişmiyormuş… Çünkü her şeyimiz gibi dindarlık anlayışımız da sahte… Bu yüzden dinin ‘istikamet üzere, güvenilir ve iyi insan’ olmayı öğütlediğini, yolsuzluğu, rüşveti, adaletsizliği, yalanı yasakladığını yok sayarak dindarlığın bir takım görsel ritüellerden ibaret olduğunu sanıyoruz.
Bu yüzden, sokakta, camide, meydanlarda Gazze için sahte gözyaşları döküp dualarla Burger King açarak dindarlık taslıyoruz. Sonra “İsrail’e vanaları kapatın” diye itiraz edenlere dayak atmayı da ihmal etmiyoruz…
Kardeşlik anlayışımız da ‘ümmet’ sloganlarımızda sahte olduğu için, “Gazze’deki kardeşlerimizi asla sahipsiz, çaresiz bırakmadık” sloganları atıp ‘hülle’ yoluyla İsrail’e gemileri göndermeye devam etmekte bir beis görmüyoruz.
Her vesileyle, Hz. Peygamberin en önemli vasıflarından birinin yalan söylemeyen, güvenilir yani Muhammedü’l-emin olduğunu söyleriz ama bir taraftan da “iktidara zarar verecekse doğruları söylemek caizdir diyemem” benzeri sahte fetvalarla amel etmekten de çekinmeyiz.
Hasılı, Gazze için timsah gözyaşları döküp İsrail’e gemileri gönderirken de dindarız, yolsuzlukları seyrederken de dindarız, adaletsizlikleri görmezden gelirken de dindarız, yalana fetva uydurup alnımız secdedeyken de dindarız…
Ancak ‘her şeyimiz sahte’ ifadesi sadece dindarları kapsamıyor. Maalesef bu ülkenin solculuk anlayışı da sahte, milliyetçilik anlayışı da sahte, laikçilik anlayışı da sahte… Mesela Müslüman ülkeler Gazze için kılını bile kıpırdatmazken, Amerika ve Avrupa’da yüzbinler baskıları göze alarak “Özgür Filistin” için yürümeye devam ediyorlar. Peki bir zamanlar Filistin konusunda duyarlı olan Türkiye’nin solcuları şimdilerde ne yapıyor bilen var mı? Muhtemelen yok, çünkü bugünkü solcularımızın da solculukları ‘sahte’, insanlığın ölümü onların vicdanına dokunmuyor artık…
Laikliğin, din ve ifade özgürlüğünü esas aldığını söyleyip dindar kesimleri görünce içten içe o eski yasakçı ve baskıcı günlerin hasretini çeken laikçilerimizin laiklik anlayışı da sahte…